Ahmet Taşgetiren
Erdoğan’ın yüklü siyasi gündemi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçüncü Cumhurbaşkanlığı döneminde, siyasetin geleceğine yönelik birçok hesabı bir arada değerlendirdiği izlenimi rahatça edinilebiliyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine gidilirken çok savunduğu yüzde 50 artı 1 hesabı şimdi niye bizzat kendisi tarafından ve “Kimin eli kimin cebinde…” aşağılaması ile gündem yapıldı?
Mahalli seçimler var önümüzde ve İstanbul’u - Ankara’yı almak, kendisi için nerede ise Cumhurbaşkanlığı seçimi kadar büyük önem taşıyor.
Gazze gündemi var çok sıcak… Bunun mahalli seçimler öncesine gelmesi, geçmiş İstanbul seçiminde “Sisi mi Binali mi?” soruları, ya da “İstanbul düşerse Kudüs düşer” söylemi hatırlanırsa, denklemin bir tarafına “Hamas’ı terörist olarak tanımlayanlar mı?” sorusunun konulacağını tahmin etmek zor değil.
Evet, birçok hesap bir arada…
Siyaset örgüsü böyle kuruluyor… Siyasette stratejik planlama böyle yapılıyor…
Yüzde 50 artı 1’i niye seslendirsin Tayyip Erdoğan? 14 – 28 Mayıs seçimi bile “İkinci mi üçüncü mü?” tartışmasına yol açmışken, 2028’de bir kere daha seçilme arzusu anlamına gelecek bir hesap niye yapılır?
Bir yolu var tabii ki… Beş yıllık sürenin bir kısmını yakar, sonra Meclis’i feshedip erken seçime gidersiniz, böylece bir 5 yılı daha Cumhurbaşkanı olarak geçirebilirsiniz.
Hesap bu mu, bilinmez. Ama 50 arıt 1’in gittikçe ne kadar zor bir denkleme dönüştüğü 14 – 28 Mayıs’la daha bir ortaya çıkmış bulunuyor. Seçim ikinci tura kaldı ve orada da kıl payı bir kazanım elde edildi. O da MHP, Büyük Birlik, DSP, Yeniden Refah ve Hüdapar gibi desteklerle… Her bir parti ile mutabakat zaptı oluşturmak kolay mı?
Ayrıca bu denklemin “Bahçeli’ye – MHP’ye mahkûmiyet” gibi bir siyasi kıskaç ürettiği de malum. Bu siyasi kıskacın devlet yönetiminde yeni bir “paralel yapı” oluşturup oluşturmadığı da herhalde, bir yerlerde gündeme geliyordur. Bir de MHP ile ilişkinin, Ak Parti’nin halkla ilişkilerini, daha açıkçası kitle partisi olma özelliğini ne ölçüde etkilediği konusu…
Mesela Yargıda böyle bir paralel yapı, ağzı 17- 25 Aralık kalkışması ile fevkalade yanmış bir siyasi lider için ürkütücü olmalıdır. Kaldı ki, MHP eğilimli böyle bir yapı, Bahçeli’nin öfkeli zamanlarda Erdoğan için söyledikleri hatırlanırsa çok daha biçici karakter kazanabilir.
MHP bir bagaj mıdır, ondan kurtulmak gibi bir düşünce var mıdır yüzde 50 artı 1 hesaplarında, bence bu da yabana atılamayacak bir sorudur.
Mahalli seçimlerde Kürt seçmene ulaşmak sanırım Erdoğan’ın en önemli gündem maddelerinden biridir.
İstanbul’u almak da o hesaba dahildir, Doğu – Güneydoğu’da yarın da “Kayyımlı” bir yönetim oluşturup oluşturmamak da… Doğu – Güneydoğu’da “Kayyımlı” bir yönetimin, “Türkiye demokrarisi”ni güdük hale getirmesi göz ardı edilse bile, İstanbul’daki veya başka yerlerdeki Kürt seçmenle ilişkileri çok kötü etkileyeceği gerçeği hesaba katılmamış olamaz. O zaman HEDEP (Eski HDP) ile de temas arayacaksınız… HEDEP ile temas aramak demek, Bahçeli ile ipleri germek demektir. Erdoğan’ın yüzde 50 artı 1 gündemini ısıtması Bahçeli’nin masasına yansımamış olabilir mi?
Mahalli seçimlerde gündem ne olacak?
Bir miktar Gazze olacak tabii ki… Erdoğan’ın Gazze’ye ilişkin tavrının, mahalli seçim hesabı ile ilgili olduğunu söylemek çok haksızlık olur. Filistin – Kudüs – Gazze onun gönül dünyasının dokularındandır. Ama seçim iklimi de bundan etkilenecektir. “Sisi mi…?” türü soruları sorar mı bilmem, İstanbul’u kazanma arzusu o tür uç söylemlere sürükler mi, o zaman toplumdaki genel “Gazze hassasiyeti” siyaseten kullanılma algısına yönelecektir. Bence şık olmaz.
Tabii o arada muhalefet liderlerinin “Hamas – Terör” bileşimleri gibi savrulmaları olmazsa…
Erdoğan, Gazze olayının hemen öncesinde bölge ülkeleri ve özellikle İsrail ile “Normalleşme” arayışı içindeydi. New York’ta Netanyahu ile görüşmüş, o “Kötü adam”ı Türkiye’ye davet etmişti. Ortadoğu’nun “Reel politik”i bir yerlerde duruyor. Almanya’da Scholz ile basın toplantısı yaparken Erdoğan’ı kızdıran soruları soran gazeteci “İsrail’in varlığını tanıyor musunuz?” sorusunu da sormuştu. Bu soru orada cevaplanmadı. Ama bu sorunun cevabı belli. Türkiye 1948’den beri “İsrail’in varlığını tanıyor.” İsrail’in – Netanyahu’nun Gazze’de yaptığı vahşet kesesine kalacak… Bundan öncekiler kaldığı gibi… Biz İsrail’in 1948’den bu yana kaç cinayetinden, kaç Gazze faciasından sonra “Normalleşme” arayışına girmiştik?
İsrail’in sınırlarının 1948’de bugünkü gibi olmadığını, etrafını kemire kemire büyüdüğünü en iyi Cumhurbaşkanı Erdoğan bilir değil mi? Gazze yıkıldığı ile ve Gazzeli çocuklar da bombalar altında can verdiği ile kalır… 29 Ocak 2009’da Davos’ta “Siz kadınları ve çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz” dememiş miydik İsrail’in “Nobel Barış Ödülü” almış Cumhurbaşkanına… Dedik, aradan 14 yıl geçince de “Reel politik” gereği “Normalleşme”ye çalıştık… Çünkü “Reel politik”i değiştirecek bir gelişme olmadı İslâm dünyasında, ya da dünyada….
Biz gene iç politikaya dönelim… Orasını düzenlemek daha kolay… MHP taşınamayacak hale gelmişse belki yüzde 50 artı 1’i bile değiştirebilir, Cumhurbaşkanını yüzde 35 ile seçilebilir hale getirebiliriz. Ne de olsa “Demokraside çare tükenmez!” gibi bir anahtar felsefemiz var.