Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Evet, "tarihin doğru tarafında durulmalı"da; doğru ve yanlışın ölçüsü...

Evet, "tarihin doğru tarafında durulmalı"da; doğru ve yanlışın ölçüsü ne?

Dışişl. Bak. A. Davudoğlu, B. Amerika"da bir Üni.de verdiği konferansta, Suriye konusuna değinirken, "İran dahil, bütün ülkeler, tarihin doğru tarafında yer almalı.." demiş..

Özellikle bir ülke ismi açıkça zikredildiği için, bu söz daha bir önem kazanıyor..

Bir askerî birlikte "Sağa dön! Sola dön! Marş!" gibi emirlerden sonra "Dur!" emri verilince, yürümeye devam eden bir askere, -halk arasındaki deyimle, memleketiyle hitab edilerek- "... Kandıralı, sen de dur!" diye ayrı bir emir verildiği iddiası gibi tebessüm ettirici bir durum yani...

Davudoğlu"nun isim vererek işaret ettiği İran, o "Kandıralı asker" durumuna konulmaktadır da, Davudoğlu, o emirleri veren komutan durumunda mıdır?

Davudoğlu"nun, İİC"nin 33 yıllık tarihi boyunca direktif verilemiyecek ve direktif kabul etmiyecek bir yapıda olduğunu mutlaka bilmesi gerektiğine göre... Bu sözü, yaklaşan bir karşı karşıya gelme tehlikesinden haber vermek için mi söylemek gereğini duymuştur?

Ve dahası, "tarihin doğru tarafı" nedir ve neresidir?

Ki, o söz, mücerred / soyut olarak ele alınırsa, yanlış değildir..

Önemli olan, haklı, doğru ve adâletin gereği olan tarafta olabilmektir..

Hani, birbiriyle savaşan iki hükümdardan birisi yenilip esir düşünce, galib gelen hükümdarın huzuruna çıkarılış hikayesi vardır ya..

Üstün gelen hükümdar, esir aldığı düşmanına, savaşın sonucunu nasıl bulduğunu gururla sorunca, esir hükümdarın cevabı müthiştir:

-Evet, dünya halidir, bir savaş oldu.. Ben haklıydım, sen haksızdın.. Savaştık, ben yenildim.. Ama, haklı olan, yine benim..

Sahiden de, asıl galib gelen taraf, askerî bir savaşta yenildiği halde, haklı olduğuna inanmayı sürdüren taraf değil midir? Çünkü, o gerçek mânada yenilgiye uğratılamamıştır..

Sözgelimi, Resul-i Ekrem (S) ve ilk müslümanlar, Uhud Gazvesi"nde, savaşında, Mekke"li müşrikler karşısında ağır bir yenilgi almışlardı.. Resul-i Ekrem (S) mâsûm olduğuna göre, hatalı değildi, hatadan korunmuştu..

Ama, işte yenilmişti..

O halde, yenmek veya yenilmek, haklı olan tarafta olmanın ölçüsü değildir..

Kezâ, Hz. Ali, Sıffîyn"de Muaviye karşısında yenik duruma düştü..

Aynı şekilde, Hz. Huseyn de, Kerbelâ"da Yezid karşısında, zâhiri itibariyle ağır bir yenilgiye uğradı..

Ama, gerçekte, galib gelen, gerçek mânada kazanan kimdi?

13-14 asır gerilerden bakıldığında bugün, "O savaşların gerçek galibleri kimdir?" denildiğinde, herkes, kendi sahib olduğu doğru ve hak ölçüsüne göre, bir görüş belirtmeyecek midir?

Kaldı ki. Kur"an, bize, "Biz zafer ve yenilgileri insanlar arasında dolaştırır-dururuz.." meâlinde açıklamıyor mu, sunnetullah"ın ezelî kanununu?

Yani, nice yenilmez sanılan güçler yenilebilir; nice zayıf güçler de zaferler kazanabilir..

O halde aslolan, her zaman ve mekanda doğru, haklı ve âdil olabilmek ve tarihin o tarafında kalabilmektir.. Ama, doğruluk, haklılık ve adâletin ölçüsü nedir?

*

Meselâ, Filistin müslüman topraklarının işgalcisi ve gasıbı olan ve 60 küsur yıldır, o topraklardaki mazlum halk kitlelerine en korkunç ve vahşi zulümleri revâ gören siyonist İsrail rejiminin, NATO üyesi olmadığı halde, Akdeniz"deki NATO manevralarına katılması için NATO tarafından davet edileceği ihtimali giderek güçleniyor..

Hatırlanacağı üzere, Akdeniz"in güvenliği gerekçesiyle, 2004"te başlatılan "Etkin Çaba Manevrası"na (Active Endeavor) İsrail"in katılımı Türkiye tarafından engellenmek istense de, NATO"nun İsrail ile işbirliğine "sıcak" baktığı ve bu ülkeyle bu günlerde bir "işbirliği anlaşması" imzalamasının beklendiği ortaya çıkmış bulunuyor.. İsrail, 2008"de Napoli merkezli yapılan tatbikata bir donanma yetkilisi yollamış, 2009"da ise, NATO"ya bir gemisiyle katılma teklifi sunmuş; bir yıl sonra ise, İsrail ile NATO arasında gemilerin katılımı için bir anlaşma imzalanmıştı.

Şimdi de, Türkiye"nin itirazlarına rağmen, NATO"nun daha yüksek seviyeli ilişkiler kurmak için İsrail ile işbirliği anlaşması imzalaması bekleniyor.

Bu yeni anlaşmayla İsrail"in en üst düzeyde NATO toplantılarına katılabileceği belirtiliyor. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen"in bu hafta içinde Türkiye"ye yapacağı ziyaretin de en "önemli" konusunu NATO-İsrail işbirliği anlaşmasının oluşturacağı tahmin ediliyor, NATO çevrelerinde..

Şimdi, Türkiye, bu emr-i vâkı" karşısında, "dünya dengeleri, stratejik durum, vs." gibi gerekçelere dayanarak, bu dayatmayı kabul mü edecektir; yoksa, NATO"dan ayrılmayı ve onun bedellerini ödemeyi mi göze alacaktır?

Türkiye"nin böyle bir durumda vereceği karar, NATO"dan ayrılmayı göze almak şeklinde ortaya çıkmazsa, bu oldu-bitti ve dayatmayı kabullenmek olacağına göre, o zaman tarihin doğru tarafında yer almak durumu mu ortaya çıkacaktır?

*

Ve Türkiye, diyelim ki, II. Dünya Savaşı"ndan sonra, kapitalist/ komünist dünya kutublaşması sırasında, kendisini Sovyet Rusya"nın tehdidlerinden, yutmasından korumak için, kapitalist emperyalizm dünyası tarafından 25 yıl süreli olarak ve sürekli Amerikan başkomutanlığında komuta edilen NATO (North Atlantic Treaty Organisation / Kuzet Atlantik Andlaşması Teşkilatı) adıyla ve dönemin İngiltere Dışbakanı"nın açık beyanına göre, -bayrağındaki Haçlı Yıldızından da anlaşılacağı üzere-, Kuzey Atlantik bölgesi hristiyan toplumlarının bir savunma paktı olarak oluşturulan NATO"ya girmeye mecbur kalmıştı.. Ama, aradan 60 küsur yıl geçtiği ve onun karşısında, komunist Doğu Bloku ülkelerince oluşturulan Varşova Paktı da, 1990"de Sovyetler"in dağılmasıyla dağıldığı, NATO"nun oluşturulmasına gerekçe gösterilen bu güç kutbu darmadağın olduğu halde, NATO yerinde daha da güçlü olarak, kapitalist emperyalizmin sivri mızrağı halinde korunmaya devam ediyor ve Türkiye de 25 yıllık diye oluşturulan o savunma paktı içindeki üyeliğinin, bugünlerde 60. yılını doldururken..

Tarihin -hâlâ da- doğru tarafında oluğunu mu düşünmektedir?

"Stratejik Derinlik" müellifi Davudoğlu, bu soruya, bir müslüman olarak nasıl bir karşılık verebilir?

Davudoğlu Amerika"daki konferansda gerçi, Rusya"nın Suriye konusundaki Güvenlik Konseyi kararını veto etmesini eleştirirken; bu veto"yu, B. Amerika"nın Filistin konusundaki bütün kararnameleri veto etmesine benzeterek diplomatik açıdan ciddi bir eleştiriyi Amerika"ya da yapmış olsa bile; Suriye konusuna değinirken, "İran da dahil herkesin tarihin doğru tarafında yer alması gerektiği.." vurgusu yapması, İran"ın yanlış yerde durduğunu belirten bir mânâyı içermesi açısından da iki ülke arasındaki münasebetleri olumsuz etkileyecek çapta bir mahiyet arzetmektedir..

İran"ın Suriye siyasetinin yanlışlığına inanan ve stratejik gerekler adına da olsa bir zulme gözyumulmasını ve diplomatik vs. destekler verilmesini, ve de İran"la manevî bağları bilinen Lübnan Hizbullahı"nın lideri Şeyh Hasan Nasrullah"ın Suriye"de sergilenen korkunç sivil halk katliâmını inkar etmemekle birlikte "fazla abartılıyor" diye niteleyip hafife almasını ve Esed rejimini desteklemesini de, İslam İnqılabı"nın dünyaya onyıllar boyunca verdiği mesajın üzerine kocaman lekeler ve soru işaretleri düşüren bir acı durum olarak görüp eleştiren birisi olarak, yine de Davudoğlu"nun "tarihin doğru tarafın"ndan neyi anladığını da anlamadığımı ve dahası, onun "doğru tarafta durduğu"nu da kabullenemediğimi ifade etmeliyim..

Çünkü, temelden tarihin doğru tarafında olmayan NATO ve kapitalist emperyalizm dünyası ile birlikte olunarak, müslümanların hayrına ve lehine bir netice elde edilmesi muhaldir..

Ve amma, HAMAS ne yapıyor?

11 Şubat günü, İran İslam İnqılabı"nın 33"üncü yıldönümü kutlama törenlerine İİC C. Başkanı Ahmedînejad"la birlikte katılıp halkı selamlayan Gazze"deki Filistin Özerk Yönetimi"nin başbakanı İsmail Haniye, bu kutlamalara ayrı bir renk katmıştır; amma..

Ortaya çıkan tabolo ilginç gelişmelere gebe gözüküyor..

Çünkü, İsmail Haniye, yaptığı konuşmada, "Suriye Suriye halkı ve hükümetinin Filistin direnişine yardımlarını asla inkar edemeyeceklerini, ama, Suriye'de akan kanı da durdurmak gerektiğini" belirttikten sonra, "Bizim İsrail işgalini tanımamızı ve direnişimizi bırakmamızı istiyorlar. Ancak Filistin halkının temsilcisi ve dünyadaki özgürlük savaşçılarının sözcüsü olarak ben, Tahran"ın Azâdî Meydanı"ndan İsrail"i asla tanımayacağımızı ilan ediyorum.." diyor ve hemen arkasından da (Qatarîn başkenti Doha"da geçen hafta Khalid Meş"al ile El"FETH lideri Mahmûd Abbas arasında yapılan) Doha Anlaşması"na sadık olduklarını, HAMAS içinde, bu anlaşmadan dolayı bir ihtilaf olmadığını bildiriyordu.

Halbuki, HAMAS"ın siyasî bürosunu Suriye"den çıkararak, Esed rejimine karşı dolaylı bir tavır takınan Meş"al ise, Mahmûd Abbas ile Doha"da yaptığı anlaşmada, yeni seçimler yapılana kadar, Mahmud Abbas"ın FilistinDevlet Başkanlığı"nı yürüteceğini ve böylece onun İsrail"le yaptığı anlaşmaları da zımnen kabul etmiş oluyordu..

Öte yandan, HAMAS'ın önde gelen isimlerinden Mahmûd Zahar da, Doha Anlaşması"nın yanlış ve stratejik olarak kabul edilemez olduğunu söylüyordu. 11 Şubat günü...

*

Filistin Mes"elesi de, muhakkak ki müslümanların tamamının izzet ve şerefini ilgilendiren son derece çetin bir konu.. ve sadece Filistinlilerin alacakları kararlarla da sağlıklı bir çözüme kavuşması uzak ihtimaldir..

Dileyelim ki, bu diplomatik çabalar, sonunda Filistin halkının ve bütün müslümanların hayrına noktalansın..

 

haksöz

Bu yazı toplam 1605 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar