Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Farklar ve ötesi

Acaba Erdoğan ile Gül arasında ipler nerede kopar?

"Ah bir kopsa" diyerek bakanlar vardır, "Aman kopmasa" diyerek bakanlar vardır.

Cumhurbaşkanı'nın Meclis konuşması "farklar" konusunu yeniden gündeme getirdi.

Farklar var mı, var. Cumhurbaşkanı Gül, kendine yakışır üslup içinde bazı şerhlerini düştü.

Onlardan kimi muhalefetin hoşuna gitti, alkış aldı, Başbakan Erdoğan tarafından benimsenmedi.

Bu alkışlar ya da retler de, "farklar"ın derinleşmesini bekleyenler için anlamlı bulunuyor.

Aslında bütün bunlar, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasına rağmen hâlâ AK Parti için bir anlam taşıyor olmasıyla bağlantılı.

Yaşanan süreç, hiç şüphesiz AK Parti'nin hem Türkiye için hem kendisi için bir "gelecek planlaması" yaptığı bir süreç.

Burada da merkeze, "lider"in konumu oturuyor.

Lider "genel başkanlık"tan ayrılacak, başka bir statüye geçecek ama diyelim "cumhurbaşkanı" olsa bile, parti ile irtibatın kopmayacağı bir düzenleme içinde geçecek. Tabii o düzenleme başarılabilirse...
Bunun için partinin de düzenlenmesi gerekiyor.

Gül söz sahibi olmalı mı?

Acaba bu süreçte Abdullah Gül de bir söz sahibi olmalı mı?

Bu soruyu diyelim muhalefete sorarsanız cevabı açıktır:

-Abdullah Gül cumhurbaşkanı. Partisiz ve tarafsız olması gerekiyor. Dolayısıyla AK Parti'deki gelişmelerle ilgilenemez.

Acaba AK Parti içinde bu sorunun cevabı nedir?

Yansıyan görüntü, sürece Gül'ün herhangi bir şekilde müdahil olmadığı, kendisine görüş sorulmadığı şeklindedir.

Acaba gerçek böyle midir?

Aklıma gelen soru şu:

-Acaba Cumhurbaşkanı ile Başbakan, AK Parti'nin çekirdek kadrosunun, diğer bir iki isimle birlikte en temel simaları, "ikinci kuruluş safhası" diye nitelenebilecek, pek tabii olarak "tarihi" sıfatı yapıştırılan ve "inşa" hedefi için yeni kadroların eklemlendiği bu sürecin yol haritasını belirlerken istişare ederler mi?
Ben, böyle olmasının tabii olduğunu düşünüyorum.

Bugüne kadar bu iki lider, birbirini tamamlayarak geldi.

Abdullah Gül, bu kadronun "cumhurbaşkanlığı" gibi bir makamı emanet ettiği kişidir.

Yani Gül'ün cumhurbaşkanlığı, kerhen katlanılan bir görevleniş olmasa gerektir.

Ve Gül'ün, bugüne kadarki Çankaya profillerinden çok farklı iklimlerin çocuğu olarak, orada, son derece sağlıklı bir temsil gerçekleştirdiği, yani AK Parti'nin, böyle bir görevlendirme yapmaktan dolayı pişmanlık duyacak bir noktada olmaması gerektiği açıktır.

Spekülasyonlardan korunmak için

Şöyle bir soru da sorulabilir:

-AK Parti, bünyesini yeni kadrolarla tahkim etme gereği duydu. Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Osman Can, Yasin Aktay bu isimler arasında. İsabetli mi, tabii ki isabetli. Acaba Abdullah Gül, cumhurbaşkanlığı görevini tamamladıktan sonra, yeni dönemde, kendisinden istifade edilecek bir isim olarak görülmeye değmez mi?

Bu sorunun, biraz kaygı içerdiğinin farkındayım.

O da biraz, kurguların Gül yokmuş gibi oluşuyor görüntüsünden ve bunun Gül'ün dünyasında burukluk oluştuğu izleniminden kaynaklanıyor.

Ben mesela, o problemli kanunun, yani "Cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıl ve ikinci defa seçilemez" kanununun, böyle bir istişare ortamı oluşmadan hazırlandığını ve kanunun ikinci bölümünün AYM tarafından iptal edilmesinin ortaya hoş bir görüntü çıkarmadığını düşünüyorum.

Sanıyorum Erdoğan-Gül ilişkisine dair spekülasyonlar devam edecek.

Ben burada Erdoğan'ı da Gül'ü de spekülasyonlardan koruyacak en sağlıklı tavrın, iki liderin ısrarla altını çizdiği "özel kardeşlik" ilişkisinin inandırıcı biçimde sergilenmesi olduğunu düşünüyorum.

Son not: Cumhurbaşkanı Gül'ün, Meclis konuşmasında ifade ettiği tutuklu milletvekilleri ile ilgili görüşüne, Başbakan gibi ben de katılmıyorum.

bugün

Bu yazı toplam 990 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar