Ahmet Taşgetiren
Fransa’ya benzer miyiz?
Amerika’da bir polis Afrika kökenli bir genci öldürünce kıyamet kopmuştu. Sokaklar ateşe verilmişti.
Şimdi Fransız polisi Cezayir kökenli 17 yaşındaki Nahel Mezruki’yi öldürünce Paris dahil pek çok Fransa şehrinde kıyamet görüntüleri yaşanıyor.
Amerika’nın geceleri, bazen gündüzleri girilemeyen semtleri var. Bazı şehirlerde, down town diye nitelenen şehir merkezlerine geceleri girmek tehlikeli sayılıyor. İş yerlerinin de bulunduğu kent merkezleri, geceleri uyuşturucu kullananların ve evsizlerin mekânı haline geliyor.
Fransa’nın gettoları var, genelde düşük gelirlilerinin ve tabii Fransız vatandaşı olmuş Kuzey Afrika kökenlilerin barındığı…
Afrika kökenliler (nam-ı diğer zenciler) yıllar yıllar önce getirildiler Amerika’ya… Zenci – Beyaz ayrımı ile boğuştu Amerika on yıllarca… Bugün de zenci – beyaz ayrımı tamamıyla ortadan kaldırılabilmiş ve gerçek anlamda bir entegrasyon sağlanabilmiş değil.
Avrupa’daki göçmenler, özellikle Fransa’daki Kuzey Afrika kökenliler, aynı zamanda eski Fransız sömürgesi vatandaşları… Cezayirli, Faslı, Tunuslu… Bunlar Fransız vatandaşı haline gelmişler. Birkaç nesildir Fransa’dalar. Fransa’nın sömürge politikası sonucu, özellikle gençler, Fransızcayı ana dilleri Arapça’dan daha iyi konuşur haldeler. Gerek sosyal statüleri gerek ekonomik durumları sonucu “ikinci sınıf” kategorisinden çıkmış, “gözaltı muamelesi” görmekten kurtulmuş değiller.
Evet, yabancı düşmanlığı, İslamofobi, entegre olup – olmama, ikinci sınıf muamele ve bir gün ekonomi, polis şiddeti, ayrımcılık vs… bir sebeple “patlayabilme ihtimali” sürekli gündemde Avrupa’da… Suriyeli mülteciler konusunda bütün Avrupa’nın sergilediği tutum, zihinlerin bir yerinde depreşip duran “entegrasyon” sorunu ile ilgili.
Fransa’da halen ağır polisiye tedbirler uygulanıyor. Olağanüstü hal bile gündemde. Ateş bugün söndürülse bile sorun biter mi, buna ihtimal verilmiyor.
***
Tabii Fransa-Göçmenler-Şiddet olayları denklemi bir araya gelince zihinler ister istemez, 21’inci yüzyılın en büyük göç olayına mekân teşkil eden, uzunca süredir “tedirginlik” boyutunda tartışılan, son seçimlerde de ana tartışma konularından birisine ma’kes olan Türkiye’ye çevriliyor.
Suriyelisi, Afganlısı, Afrikalısı ile 10 milyon civarında bir göçmen-mülteci varlığından söz ediliyor Türkiye’de… Resmi ifadelerde 3 milyon 600 bini, tahminlere göre ise 5 milyonu Suriyeli bu insanların…
Devlet işe başta Ensar-Muhacir çerçevesinde baktı, Akdeniz’deki mülteci facialarına mukabil Türkiye’nin tavrı bir insanlık örneği olarak görüldü. Avrupa ile “Göçmen sorununun Türkiye’de bloke edilmesi” sonucunu doğuracak bazı anlaşmalar yapıldı. Bu arada göçmenlerle Türk vatandaşları arasında çıkan kimi gerilimler genel yaklaşımı etkilemedi. Hatta göçmenlere yönelik “dışlayıcı” tavırlar “ırkçılık” diye nitelenerek tepki bile gördü.
Ancak…. Bizde de bu alanın bir “sorun potansiyeli” taşıdığı toplumdan devlete her alanın ortaklaştığı bir konu. Bir çok tv tartışmasına konu teşkil eden başlıktaki “Fransa’ya benzer miyiz?” ifadesi de zaten böyle bir potansiyel problemden kaynaklanıyor.
Mesela devlet, ülkenin bazı bölgelerinde-semtlerinde mülteci yoğunlaşmasının belli bir sınırı aşmaması noktasında kimi düzenlemeler yapıyor. Bunlar yeterli mi, alınan tedbirler o bölgelerdeki mevcut yığılmayı seyreltebilecek nitelikte mi bunlar bilinmiyor.
Vatandaşlık verilenler, verilmeyenler, bunların seçimlere-siyasete etkileri, ev fiyatları ve kiralardaki artışlar, kayıt – dışı çalışmalar, göçmenlerdeki nüfus artışı ile yerli nüfus artış oranlarındaki kıyaslamalar, göçmen çocukların eğitimi ve gelecekte nasıl bir kimlik edinecekleri konusu, (Fransa’da eylemler genellikle eğitimi sınırlı üçüncü ve sonraki nesiller alanında gerçekleşiyor), yerlilerle sağlıklı iletişim kurup kurmadıkları, varlıklı göçmenlerle düşük gelirli yerliler arasındaki muhtemel gerilimler….Bazı şehirlerde göçmen nüfusunun yerli nüfustan fazla hale gelmiş olması…
Bunlar sorun alanı olarak ortaya çıkıyor.
Son günlerde lüks sitelerde pazarlama yapanlar “Burada yabancı sayısı yok denecek kadar az” gibi bir dil kullanıyorlar. Bu da yerli yabancı denkleminin bir “hassasiyet alanı” haline geldiğini gösteren tipik bir olgu.
Ne denir? Şu ana kadar Türkiye’de göçmen merkezli kayda değer ve kitlesel bir anormallik yaşanmadı. Ancak sorun yok değil. Potansiyel var. Sendromlar da var. Fransa’daki işler, taa geçen yüzyılın başlarına kadar uzanıyor. Yani sosyal hadiseler birikimlerle patlama noktasına geliyor.
Türkiye geleceği planlıyor mu, sorun burada… Hepimiz de biliyoruz ki, bu işlerde çok tedbirli davranma geleneğimiz yok. Bu işler “Ensar – Muhacir” denklemine oturtunca çözülüverecek işler değil. “Ensar-Muhacir” diyelim tamam, ama gene de Muhacirlerin olduğu gibi Ensar’ın da içinin rahatlayacağı formüller geliştirmekten geri kalmayalım.