Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Gazze konusu Filistin Devleti'nin tanınmasıyla çözülür mü?

Derin Gerçekler

Bugünlerden Cuma, Cumanızı tebrik ediyorum. Lütfen bu yazdıklarımı çevrenizdekilerle paylaşın ve bu konu üzerinde düşünelim. Bir şeyler yapalım. Unutmayın ki siz Allaha doğru yürüyerek giderseniz o size koşarak gelir. Bildiklerinizle amel ederseniz o size bilmediğinizi öğretir. Onun yardım eli sizlerin üzerinde olduktan sonra sizi kim yenebilir. Hasbunallahu veniğmel vekil ve niğmel Mevla ve niğmennasiyr.

Korkmayın, ecelinizden önce ya da sonra ölmeyeceksiniz. Rızkınızdan az ya da çok yemeyeceksiniz. Bizi gören, duyan, bilen hüküm sahibi, “ol” deyince olduran, “öl” deyince öldüren, kadiri mutlak/mutlak iktidar sahibi bir Allah’ımız var. O bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istiyor. O bizi yeryüzünün varisi kılmak, yeryüzünü bize mescid kılmak, böylece yeryüzüne adaleti, barışı hürriyeti yaymak, kula kulluğa son vermek istiyor. Bizi kendi rızasının tecellisinin vesilesi olalım diye yaratmadı mı?

Gazze konusu tek başına, ve bugünkü hali ile başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması ile çözülemez. Bu saatten sonra İsrail yönetimi, Filistin yönetimi, Dahlan senaryosu çerçevesinde oturup anlaşsa bile, bu İsrail’in varlık ve meşruiyetinin bir garantisi, teminatı olamaz. Filistin de aynı şekilde Filistin halkının gözünde meşruiyet kazanmaz, kazanamaz.

Filistin halkının bağımsız bir devlet kurma elbette Filistin halkının hakkıdır. O devletin nasıl bir devlet olacağına da o halk karar verir. Biz de ortaya çıkan görüşlerine ve kadrolarına bakar kendi görüşümüzü söyleriz. Filistin halkı Müslüman bir halk olmasaydı da, yine o halkın gasp edilen hakları ve meşru talepleri konusunda destek vermemiz gerekirdi elbette.

Gazze’nin, Refah’ın Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın ayrıca değerlendirilmesi gerekir.

Mescid-i Aksa “Beynel Müslimin” bir konudur.

Kudüs, Müslümanlar, İseviler ve Museviler arası bir konudur.

Arz-ı Mev’ud beynelmilel bir konudur.

Bunların tümünün çözümü için Müslümanların bir kırmızı çizgisi vardır, o da Hz. Ömer’in Kudüs beyannamesi, emanet altına alınan haklar sözleşmesidir.

İsrail bu meseleyi “İbrahimi yasalar”, “Nuhi Yasalar” çerçevesinde çözecekmiş! BM gölgesinde Dahlan/Kushner/Habat senaryosu “Başkenti “doğu Kudüs” olan Filistin devleti kandırmacası ile bu başlıklarla ilgili sorunların hepsini birden çözmüş olamazsınız.

Bizim Türkiye Cumhuriyeti olarak bugün bu konuyla ilgimiz 3 başlık altında toplanabilir.

Biz “Türkiye Cumhuriyeti” olarak “Osmanlı İmparatorluğu”nun ve “Doğu Roma imparatorluğu”nun tarihi mirasçısıyız. Osmanlı sultanları, Türklerin hakanı, Arab’ın ve Acemin padişahı, diğer halkların sultanı, Doğu Roma Bizans’ın imparatoru idi.

İsrail kral kabul ettikleri Hz. Süleyman tarafından MÖ 957’de inşası biten tarihi ve kültürel bir miras kabul ettikleri bir Mabedi bahane ederek 3.000 yıl öncesinin kavgasını vermektedir.

Kudüs'te Osmanlı hâdimiyeti 1516 yılının Aralık ayında Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferiyle başladı ve 501 yıl sonra Aralık 1917'de son buldu. 1948’de kurulan, varlık ve meşruiyeti hala tartışma konusu, İngilizler tarafından bölgeye yerleştirilen bir işgalci bir yönetim, daha bir insan ömrü kadar kısa bir geçmişten yola çıkarak bugün İslam dünyasına meydan okumaktadır. İspanyada Müslümanların koruması altında kaldıktan sonra, İspanyadan ve Almanya’dan göç ederken de sığındıkları topluluklar ve topraklardaki halklara açık ve kaba bir ihanet içindeler. Bunu yaparken de aynı zamanda Tevrat’ta Hz. Nuh ile ilgili bölümde, Sam’ı kardeşi Yafes konusunda verilen emri görmezden gelerek insanlığın vijdanını sızlatan bir cinayete, katliama imza atıyorlar. Hz. Musa onlara öldürmeyeceksin diyor, Onlar Şeytanlarının sözüne uyup katliam yapıyorlar.

Bakın, Rabbi Museviler İsrail’i değil Müslümanları destekliyorlar. Ortodoksların hemen hemen tamamı dün olduğu gibi bugün de ve diğer İsevi toplulukların çoğu bugün Mabedin dehlizlerinde tecavüz edilen çocuklarla ilgili Epstein skandalı ile birlikte Gazze’de yaşanan olaylardan sonra bugün orada Müslümanların yanındalar.

Tarihte de bu böyle oldu. Bölgeye Mısır hakim oldu zulmetti, Bölgeye Babil hakim oldu zulmetti, bölgeye Pers hakim oldu zulmetti, Bölgeye Roma hakim oldu zulmetti. Museviler hakimken Hristiyanları yaklaştırmadılar, Hristiyanlar geldi Musevileri sürdü. Müslümanlar geldi, herkes o topraklarda güven içinde yaşadı. Bu gün Siyonistlerin, din, ahlak, hukuk ve vicdan tanımadan yaptıklarını görüyorsunuz.

Türkiye, Osmanlıdan tevarüs eden Müslüman bir ülke olarak, ayrıca Ortodoksluğun koruyucusu sıfatı ile (Ki, Süryani birliğini Hz. Ömer kurdu, Ermeni patrikliğini Fatih kurdu, Rum patrikliğinin başı zaten Fatih ve sonrası Osmanlı sultanları idi. Türk Ortodoks Patrikliğinin kurucusu Mustafa Kemaldi, Kıyamet ve Doğuş kiliselerinin anahtar sahibi, koruyucusu yine bu tarihi mirasın sahipleridir. Öte yan dan, Kudüs’ün ve Mescid-i aksa’nın vakfiye olarak koruyucu hak sahibi bu gün Türkiye Cumhuriyetidir. Cumhuriyette Hilafet kaldırılmamış, mana ve mefhum olarak Cumhuriyetin şahsı manevisine devredilmiştir).

Dolayısı ile Türkiye Kudüs, Mescidi Aksa ve Filistin konusunda doğrudan taraftır. Bunu bilen batı, Türkiye’yi, “Dahlan/Kushner fitnesi”ne alet etmek, bu konuda suç ortağı yapmak istemektedir.

Gazze halkı, Halk olarak Filistin halkının bir parçasıdır. Ancak Gazze direniş, Hamas ve Kassam direniş örgütü yazının girişinde belirttiğim bütünü savunmaktadır. Sadece Bağımsız Filistin bütün içinde bir çüzdür. FKÖ nün temsiliyeti bu bütünle ilgili olmakla birlikte bütünü kapsamaz. Hatta siyasi temsiliyet konusunda Gazze, Refah, Batı Şeria ve Kudüs konusu ayrıca değerlendirilmelidir. Filistin’in mevcut yönetimi ile Kudüs ve Beyt-el Makdis konusunda varacakları mutabakat tarafların bütününü bağlamaz.

Kaldı ki, bugünkü Filistin yönetimi Filistin Diasporasının geri dönüşü sağlanıp, yeni seçilmiş bir yönetim iş başına gelmeden bugün birilerinin tezgahlamaya çalıştığı “Silahtan arındırılmış Birleşik Filistin” senaryosu Filistin sorunun çözümü olamaz. “Gazze’de öz yönetim” perdesi arkasında oynanan istenen oyun 2035 vizyonu olarak takdim edilmeye çalışılan “Yeni Dubai” görüntüsüne benzeyen Hindistan’dan karadan ve denizden gelip, Basra üzerinden Akdeniz’e ulaşacak, oradan Kızıldeniz koridoru ve Kıbrıs, Akdeniz hattı ile denizden ve karadan Avrupa’ya ulaşacak yeni bir “kuşak yol” senaryosunun arkasına saklanarak Gazze, 21.YY’ın vizyon şehri olacak diye bir propagandaya başladılar. İsrail bunun için Gazze’yi yakıp yıkıyormuş ve her şeyi yeniden inşaya hazırmış. Yeter ki Gerici, Radikal Hamas ve Terörist Kassam oradan gitsin, Gazze halkının bütün yaraları sarılacak ve refah içinde güvenli bir hayat yaşayacaklarmış!? Bu senaryoya Mısır, Suudi Arabistan, Bahreyn, Fas gibi İSLAM (!?) ülkeleri destek veriyormuş. Eğer Türkiye de bu projede katılacak olursa, İhaleler Türkiye’ye verilecekmiş. Bu bölgenin lojistik üssü Sina olacakmış, Mısırlılar da bu işten ekmek yiyeceklermiş. Suudilerin NEOM ve LİNE’ide zaten aynı bölgede, bölge tamamen ”CyberCity” “Akıllı şehir” konseptine göre, dünyanın en modern ve zengin şehri olacakmış.

Gazze öz yönetimi de projeye katılacakmış ve bu çalışmalar başlar başlamaz, Gazze halkının yaraları sarılacak ve her türlü insani yardımla desteklenecekmiş. Sakın ola kimse, bu “Başkenti Doğu Kudüs olan silahtan arındırılmış, İsrail’in lojistik hizmetlerinin ve İK ihtiyacını ve ucuz işgücünü karşılayacak Filistin devleti” yalanına kimse inanmasın. Bunların Filistin Diasporası diye bir gündemleri olmadığı gibi, Gazze’deki Müslüman halkı, Türkiye ve Mısır gibi ülkelere tehcir ve mecburi iskana tabi tutmak istiyorlar. Geri kalanda bu projelerde ucuz işgücü olarak kullanılacak herhalde. Söylüyorum: Ankara Uluslararası sistemle birlikte hareket etme iddiasından vazgeçmedikçe, HABAT ve Yerli ve Milli EPSTEİN çetesinin uzantılarından yakasını kopartmadıkça işimiz zor. Bilmem derdimi anlatabildim mi? Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım.

Bakın, Cenevre’de DSÖ Terör Örgütüne karşı kazanılan Zaferde, Gazze direnişin payı olduğu gibi, Bu direniz de eş zamanlı olarak global ölçekte Gazze direnişine güç veriyor. Bu durum DSÖ-TÖ ne karşı cephe ile, Gazze’yi destekleyen Siyonist terörü karşısında sesini kısan tüm iktidarların siyasi geleceklerine karşı yeni bir toplumsal muhalefet cephesi oluşturacaktır. İsrail, bugün gelinen noktada daha bir şey görmüş değil, onlar için ve onları destekleyenler için gelecek günler geçen günleri aratacak!

Ah Sakarya ah! Koskoca ümmet uyuyor, hükümetler, cemaatler, Media, sivil toplum, akademi uyuyor. “Kandillere katran döktü geceler”! Bu vicdan azabı bize yeter! “Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş tuzak / Gitti ölümsüz gerçek, geldi ölümlü yalan / Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek!” Kader’de bu günleri de görmek, bu acıları da yaşamak varmış! O birileri Allahtan korkmuyorlar da, bunlardan mı korkuyorlar. Gerçekten Gazze direnişinin sonuçları ortada iken, bütün dünya ayağa kalkmışken Global Reset çetesi’nin DSÖ ve İklim, Karbon ayak izi çetesinin dizleri titrerken birileri hala Allah’ı unutup bunlardan mı korkuyorlar? Sahi biz ne zaman bu hale geldi, İstanbul sözleşmesinden sonra mı, yoksa mRNA’dan sonra mı(!?). Kalabalıkların gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyor galiba. İsrail’deki vicdan sahibi Rabbi Museviler ve liberal insanları, sanki, Müslüman ülkelerin VİP’lerinden daha vicdanlı gibi. Onların kendi ülkelerinin yönetimine karşı sesleri, bizimkilerden daha fazla çıkıyor. Bu bizim için utanç verici bir şey. Ya Rab, o vicdan sahiplerine hidayet nasip et, içimizdeki-dışımızdaki zalimleri, işbirlikçileri kahret. Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 188 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar