Merve Kavakçı
Geleceğe adım geçmişe yolculukla başlar
Milli Eğitim Şûrasında alınan tavsiye kararları bazı kesimleri rahatsız etti. Getirilen eleştirilere bakıldığında kimilerinin derdinin üzüm yemek değil bağcı dövmek olduğu hemen anlaşılıyor. Eğitim, önünde zorlukları olan bir alan. Bu dünyanın en gelişmiş, ilerlemiş, süper gücü haline gelmiş Amerika’sına da gitseniz böyle, daha az gelişmiş veya gelişmekte olan bir ülkeye gitseniz de böyle. Eğitimi, değişen dünyanın hızına ayak uyduracak seviyede reformlara tabi tutmak başlı başına zorlu bir mücadeleyi gerektiriyor.
Türkiye’yi yönetme yetkisine sahip olanlar da tam da bunu yapmaya çalışıyorlar. Son on iki senede yapılan devrim niteliğindeki değişikliklerin yüzde biri bile, şimdiki hükümeti acımasızca eleştirenlerin veya onların temsil ettikleri zihniyetin yönettiği bir Türkiye’de onyıllar boyunca yapılmadı. Devlet okullarına gidiniz, çocukların edevatları, kullandıkları bilgisayarlar, akıllı tahtalar vesaire çok değil, daha on beş yıl önce hayal dahi edilemezken bugün, günlük hayatın rutinleşmiş parçası halinde karşımızda duruyor.
Evet, yarış atı misali çocukların imtihan üstüne imtihana girmeleri, sistemin yap boz tahtasına dönüşmüş olması anlaşılır bir şey değil. Bunun aşılması lazım. Hükümetten, öncekilerden miras aldıkları bu sistemi değiştirmelerini talep ediyoruz. Bir taraftan çocukların dengeli, huzurlu, mut’main bireyler olarak yetişmesini istiyoruz ancak diğer taraftan onları zorlu bir test sistemine tabi tutarak bir imtihandan diğerine koşturuyoruz, bu anlaşılır değil. Belki bilgilerini artırmanın yollarını açıyoruz -ki sınava çalışıyorlar, bilgileniyor olmalılar diye düşünüyorum- ancak diğer taraftan ruhsal dengelerini bozacak miktarda onları stres, baskı, korku altına sokuyoruz. Çocukluklarını yaşayamaz hale geliyor çocuklar. Bu duruma çözüm getirilmesi gerekiyor.
Ancak bu eğitim alanında yapılan reformları küçümseme hakkını vermiyor kimseye. Birileri Osmanlıca dersi mecburi oluyor diye rahatsız. Konuyu hemen mezar taşlarını okumaya indirgeyiveriyor ulusalcı Kemalist. Zamanında imamlara ‘ölü yıkayıcısı’ demişti aynı zihniyet. Din demek ölüm demekti çünkü onun kafasında. Dine dünyada ne gerek vardı ki, din ölüm kapıyı çalınca hatırlanmalı, yedisi, kırkı derken unutulmalıydı. Bir tanesi kabristanda “her nefis ölümü tadacaktır” ayet-i kerimesini eleştirmiş, “bir laf yazmışlar” diyerek kırdığı potun farkına varamayacak kadar cahilliğinin kurbanı olmuştu. Kendine, aslına, kültürüne, nereden geldiğine bu denli yabancılaşmış bir milleti nasıl iflah edersiniz. Elbetteki eğitimle. Geçmişi olmayanın sağlıklı bir geleceği tahayyül etmesi tam anlamıyla mümkün olabilir mi hiç. Şimdi hükümet Osmanlıca dersini müfredata alarak geleceğimizi, geçmişimizle barıştırmayı hedefliyor. Geçmişinin hep kötü, çok kötü, ölduğuna ikna edilmiş genç dimağların, geçmişi kendileri için değerlendirmesini istiyor.
Evet tarih, hem inişleri hem de çıkışları olan uzun bir yoldur. Osmanlı da her imparatorluk gibi doğmuş, güçlenmiş, yükselmiş ve sonra da çökmüştür. Bırakın çocuklar, kimin kim olduğunu, nelerin nasıl olduğunu okuyarak kendileri değerlendirsinler. Bilgiden, arşivlerden, dilden korkmayalım…
yeniakit