İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Genelkurmay'da İsrail odası mı?

28 Şubat'la zirveye çıkan Türk-İsrail gizli anlaşmalarıyla ilgili her gün yeni ve şaşırtıcı bilgiler çıkıyor ortaya... O zamandan beri, Türkiye'deki iç iktidar çekişmelerini etkileyecek ölçüde hemen bütün darbe senaryolarında, hükümeti yıpratma kampanyalarında, güvenlik zaafına yol açması hedeflenen örtülü operasyonlarda yer alan İsrailli unsurların Türkiye'yi üs olarak kullanıp bütün bölgede operasyonlar yaptığını biliyorduk. İki ülke arasındaki gizli istihbarat anlaşmalarının, "ortak hedeflere yönelik ideolojik ittifak" çerçevesinde örtülü operasyonlara izin verdiğini, hem içeride hem de bölgesinde Türkiye'nin çıkarlarına ağır zararlar verdiğini, Türkiye'yi İsrail çıkarlarına hapsettiğini biliyorduk.

Türkiye içinde bile operasyonlar yapabilen, Türkiye vatandaşlarına gözaltına alabilen, Türkiye üzerinden İran'ı ve Suriye'yi izleyip dinleyen, Türkiye'den insan kaçıran, suikast operasyonları yapan İsrail istihbaratına hareket alanı açan bu gizli anlaşmaların neler olduğunu bugün hala bilemiyoruz. Anlaşmaların önemli bölümü meclis denetimi dışında, silah anlaşmalarının önemli bölümü ihalesiz. Ancak artık iki ülke ilişkilerinde açı genişliyor, genişledikçe de; eminin faili meçhuller ve örtülü operasyonlarla ilgili bir çok şeyi açığa çıkaracak bir süreç gelişiyor.

Geçtiğimiz hafta Vakit gazetesinin haber olarak yayınladığı, Bugün gazetesinde Erhan Başyurt'un (31 Ocak 2010) "Genelkurmay'ın içinde İsrail odası var mı" başlıklı yazısıyla dikkat çektiği konu önemli. Çünkü bu gelişme, ihtimal ya da gerçek, on yıldan fazladır Türkiye içinde ve bölgede olup biten gizli kalmış, rahatsız edici bir çok şeyin üstündeki örtüyü açacak türden.

İddia şu: Türkiye ile İsrail arasında 20 Ocak 1998'de "Muharebe Elektronik istihbarat bilgilerinin teatisini sağlamak amacıyla İşbirliği Ek Protokolü" imzalanır. Aynı günlerde Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı ile İsrail elektronik sistemler birimi (ISNU) arasında direk muhabere devresi kurulur. Bu işbirliği Genelkurmay içerisinde bir odadan ama tamamen İsrailli yetkililer tarafından yönetilir. Konuyla ilgili hazırlanan Siyah Lale isimli raporda; İsrail'in Türkiye'ye ait telsiz kanallarını da dinlediği gerçeği ortaya çıkar. 28 Şubat darbecileri ile İsrail istihbaratı arasındaki bu gizli ortaklık Suriye ve İran'ı dinlemeye yöneliktir. Ama İsrail bununla yetinmez Türkiye'yi de dinlemeye başlar...

Bugünlerde İran çevreleri bir başka iddiayı gündemde tutuyor: İsrail istihbaratı Türkiye üzerinden İran nükleer çalışmalarını izliyor. Gelişmiş elektronik izleme aygıtlarıyla İran'ı izleyen İsrail istihbaratının merkez karargahı Ankara'daymış. Buradan İran ve Suriye'ye yönelik elektronik izleme yapılıyormuş. İddiaya göre bu çalışmalar üzerinde hiçbir denetim yapılamıyormuş. İran kaynakları, 2007 yılında öldürülen nükleer fizikçi Ardeshir Hassanpour ile 12 Ocak'ta öl dürülen nükleer fizikçi Dr. Mesud Ali Muhammedi'nin ölümünden Mossad'ı sorumlu tutuyor. Onlara göre İran'a yönelik örtülü operasyonlarla bu merkez arasında bağlantı var.

Şimdi bazı hatırlatmalar yapalım. Türkiye'nin İran ve Suriye sınırlarında İsrail dinleme üslerinin bulunduğunu 2000'li yıllarda, 2003'te ve daha sonraları bir çok kez buraya taşıdık. O zamanlar kimse ses çıkarmadı, konjonktür uygun değildi. Şimdi iki ülke arasına güvensizlik girince bunlar ortaya çıkarılmaya başlandı. Mesela 2006'da şu ifadelere yer vermiştik.

İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz, Ankara ziyareti sırasında, "İsrailli komandoların Bolu ve Hakkari'deki dağ kodmando okullarında eğitilmesini, kışa hazırlık eğitimi almasını" istedi. Türk-İsrail ekseni çerçevesinde İran ve Suriye sınırında İsrail dinleme istasyonları kurulduğunu gördükten sonra Bolu ve Hakkari'de komando eğitimi talebinden ürkmememiz mümkün mü? Güneydoğu'dan Doğu Anadolu/Karadeniz'e yayılan güvenlik eksenli gelişmeleri çok daha dikkatle izlemek durumundayız. Çünkü hemen hepsinin bir şekilde İran kriziyle bağlantısı var. Aynı amaçla, Türkiye'nin İran sınırına yerleştirilmek istenen ABD füzelerini bir kez daha hatırlamakta fayda var.

Geçtiğimiz aylarda (Aralık 2009) Başbakan Tayyip Erdoğan, Mısırlı gazeteci Fehmi Hüveydi'ye verdiği söyleşide; İsrail'in Türkiye ile ilişkilerini "üçüncü bir tarafa saldırı için bir kart olarak kullanmaktan kaçınması" çağrında bulundu. Erdoğan, İsrail savaş uçakları İran'a karşı casusluk/keşif amacıyla Türk hava sahasını kullanmasının sonuçlarının çok ciddi olacağını, İsrail'in "depreme benzer bir cevap alacağını" söyledi. Bu uyarı önemliydi ve böyle bir endişe vardı. Öteden beri İsrailli unsurlar, Türkiye iye yapılan mahrem anlaşmaları bölge ülkelerine karşı kullandılar. Bunu yaparken Türkiye'yi kendilerine kalkan yapmaktan çekinmediler. Bunun bir çok örneği var ve bazıları hala hafızalarımızda.

Mesela; 6 Eylül 2007'de İsrail savaş uçakları, Türk hava sahasını da kullanarak Suriye'de bir bölgeyi bombaladı. Hava sahası ihlaliyle kalmadı, İsrail uçakları yakıt tanklarını Türkiye topraklarına bıraktı. Savaş uçakları, nükleer tesis gerekçesiyle Suriye'nin El Kibar bölgesini bombalamıştı. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim acilen Ankara'ya gönderildi. Suriye, saldırıya uğramıştı. Bütün dünyayı bilgilendirdi. Hiçbir ülkeden tepki gelmedi. İlk kez İsrail uçakları Türkiye hava sahasını geçerek bir ülkeyi bombalıyordu. Belki bu pilotlar da Konya Ovası'nda eğitilmişti! ABD ve İsrail, hem Suriye'nin hem de İran'ın hava savunmasını test etmişti. Hem de Türkiye üzerinden, Türkiye ile bu ülkeler arasında savaşa neden olabilecek bir yöntemle. Erdoğan'ın dediği gibi; "Türkiye ile ilişkiyi üçüncü bir tarafa saldırı için kart olarak" kullanmıştı İsrail.

İsrail'in Suriye'ye yaptığı önceki saldırılardan sonra; "Türk askeri Suriye'ye karşı da kullanılacak mı" diye sormuş, tehlikeli eğilime dikkat çekmiştik. Çünkü o dönem Türk-İsrail ilişkileri zirvedeydi, Suriye düşmandı. Tam tersi gelişmeler yaşandı. İsrail-Türkiye ilişkileri soğudu, Suriye ile ortaklıklar gelişti. Artık yeni hedef bu ortaklıktı. Türk hava sahası kullanılarak yapılan son saldırı, Türkiye-Suriye ortaklığını bozmaya yönelikti. Bu yüzden Ankara çok sert tepki gösterdi.

Türkiye ile köklü ilişkilere sahip bir ülke, Türkiye üzerinden üçüncü bir ülkeye, Suriye'ye saldırıyordu. Oysa dünyanın en önemli krizi İran'dı. "İsrail Türkiye'den İran'a saldırırsa" ne olacaktı? Ortada çok ciddi tehditler içeren bir ihtimalin söz konusu olduğunu, İsrail'in Türkiye üzerinden İran'a saldırabileceğini, uçaklarının Türkiye'de eğitilme sebeplerinden birinin bu olduğunu biliyorduk. Türk hava sahasında uçan İsrail savaş uçakları, İran hava sahasına girer, birkaç bomba bırakırsa Türkiye ne yapacaktı? "Türkiye üzerinden İran'a saldırı!" kulağa nasıl gelecekti? İsrail uçaklarının Türkiye'de yıllarca uzun menzilli uçuşların çalışmasını yaptığını, Türkiye üzerinden İran'ı ve Suriye'yi izlediklerini pekala biliyoruz. İsrail uçaklarının Anadolu Kartalı tatbikatından dışlanmasının gerçek sebebi belki de buydu!

28 Şubat döneminde iki ülke arasında kurulan, çok dar bir çevre dışında kimsenin bilgi almaya cesaret bile edemediği gizli birimler, bugüne kadar ne tür operasyonlar yaptılar? İran ve Suriye'yi izleme dışında, Kuzey Irak merkezli operasyonlar, faili meçhuller, PKK saldırıları, İstanbul'un göbeğinden insan kaçırmalar, darbe ve kaos senaryoları ve daha bir çok şey... İsrail'den Kuzey Irak'a oradan Anadolu şehirlerine silah sevkiyatları kimlerin örünüydü? Terör üzerinden Türkiye'yi hizaya sokma, İsrail ekseninde tutma, iç tehdidi şekillendirme hangi güçler arasındaki ittifakın ürünüydü? Daha ortaya çıkarılacak ne çok şey var!

Bu yazı toplam 1879 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar