Abdurrahman Dilipak
Gitti gidiyor!
Siyasetin bezirganlığa, hovardalığa, kabadayılığa dönüştüğü yerde eleştiri de o üslûbla olacaktır.
İşin tadı kaçtı. Durum ortada. Söylenenleri bir kenara bırakın, herkes kendi şahidliği ile manzarayı görüyor aslında. Bu konuda da bütün suçu karşısındakilere yıkan bir durumla karşı karşıyayız.
İnşallah, yarın “söyledim ama dinletemedim” demek zorunda kalmam. Hep öyle oldu. “Gidişattan belli idi” dedik hep. Geleceği görmek için keramete de gerek yok, kahin olmaya da gerek yok. Artık birçok gerçek; aklı ve vicdanı olan, öfke, ihtiras ya da korkudan akıl tutulması yaşamayanlar için “aynel yakin” görülecek kadar açık.
Şimdi söyleyin, Tahran seyahati ve sonrası yaşananlarla ilgili kime inanacaksınız.
Tahran’da 3 ülkenin devlet ve hükümet başkanları ortak bir anlayışla tam bir mutabakata varmışlardı.
Erdoğan Ankara’ya gelirken, Irak’da ve Irak Kürdistan’ından arkası arkasına Türkiye tarafından saldırı yapıldığı haberleri geldi. Ölen ve yararlananlar vardı. Birtakım barolardan kınama mesajları gelirken, Ankara, saldırı ile TSK’nın alakası olmadığı, saldırının arkasında PKK’nın olabileceği uyarısı geldi.
Ankara gerçeğin araştırılması için işbirliği çağrısı yaptı bu arada. Ama karşılık bulmadı.
Bağdat yönetimi Ankara’daki büyükelçisini geri çağırırken Bağdat yönetimi Irak’taki Türk askerlerinin geri çekilmesini istedi ve misilleme yapabilecekleri uyarısında bulundu. Dahası da var. İş bununla da kalmadı Arap Birliği, Arap ülkelerinde Türk varlığı ve Arap ülkeleri topraklarında operasyon yapmaması ile ilgili bir açıklama geldi.
Daha işin ne olduğu tam olarak anlaşılmadan Putin Moskova’ya döner dönmez, bir sonraki gün, Türkiye’nin Suriye’de askeri operasyonda bulunmaması uyarısı yaptı.
Ama Rusya kendi operasyon yaptı.
Bugün de tahıl koridoru için BM’nin de katılımı ile Türkiye’de yine Rusya ve Ukrayna’nın katılımı ile bir buluşma var.
Peki bu arada ne oldu ve bundan sonra ne olacak? Bir gün önce Türkiye’de 5 gündem vardı: Sufi-Vehhabi tartışması, Türkiye’deki göçmenler ve Sezgin Korkmaz Baran konusu. 15 Temmuz’un yıldönümü ile ilgili tartışmaları ile İstanbul Sözleşmesi tartışmaları vardı bir de.
Bir de demirbaş gündem var: Pahalılık, TL’nin değeri, işsizlik, siyasi tartışmalar, yolsuzluk, adaletle ilgili şikayetler, LGBT, aile, uyuşturucu, fuhşiyat pandemi vs.. Kalp krizleri sebebi ile patlayan ölümler.
Ankara’nın bu kadar çok sorunla başetmesi, bugünkü şartlarda mümkün değil. Bu Media, bu trol ordusu ve partizanlar, bu süreçte en büyük risk.
Bu şartlarda fırsat kollayan bir sürü dahili ve harici tehdit odakları var. Bu fırsatı değerlendirecek ülkeler var, örgütler var.
Biz ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz ve bu coğrafya kıyamet coğrafyasıdır.
Bir kısım siyasiler, bürokratlar, işadamları, gazeteciler, sivil toplum adeta mayınlı tarlada top oynuyorlar. Yokuş aşağı koşar gibi gidiyorlar, ama gittikleri yer kaçtıklarını sandıkları şeye doğru!
Sünni, Şii, Selefiyi geçtik, Sufi, Vehhabi, Nuseyri, Arap ve Fars Şiası ile birbirimize girmek üzereyiz.
Birileri de Maturidi - Eş’ari taraftarlarının çatışması için zemin yokluyor.
Yahudiler Meşiah’ı, Mabedin inşasını ve “emanet sandığı”nın ortaya çıkmasını bekliyor; Hristiyanlar Rab İsa’(!)nın dönüşünü, “Tanrıyı kıyamete zorlama” çabasında kimisi; kimisi Anti Chirist’le savaşmak için bir yandan Armageddona hazırlanıyor, kimisi Gok-Magog ile savaşmak için Ege bölgesindeki 7 kilise çevresinde ve Hatay’da, Şam ve Kudüs civarından birtakım işaretler bekliyorlar.
Kimi Marduk’u (Şira’yı) bekliyor, kimi Tarık yıldızını. Kimisi Güneş’in batıdan doğmasını. Şira dünyaya yaklaştığında batıdan doğmasın!
Rivayetlere göre gökte iki Güneş görülecek.
Müslümanlara gelince, onlarda da Mehdi ve Mesih beklentisi var. Kıyamet savaşının adı Melheme-i Kübra. Bir de Dabbetül Arz, Yecüc-Mecüc, “Emanet sandığı” ve Deccal konusu var.
Bakın, bugün Deep Fake, Zihin Kontrol, Bio Hackerler, artırılmış savaş gerçeklik şeklinde isterlerse bu Starlinkler, RF ve Laser teknolojisi ile mucize, keramet zannedilecek işleri gerçekmiş gibi sunabilirler. Gökten, melekler, ordular ya da Mesih’i indirebilirler.
Dünya bu anlamda güvenilir bir yer olmaktan çıktı.
Bütün dünyada kirli bir oyun oynanıyor.
Lütfen her söylenene ve her duyduğunuza inanmayın.
Ve sakın birbirinize düşmeyin.
Kendi nefsiniz de dahil, kimseye mutlak bir şekilde inanmayın, aklınızı kiraya vermeyin.
Haksızlıklar kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı duralım, zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa.
Mekke-i Mükerreme’deki “Hılful fudul” günlerine geri dönelim.
Adalet, barış ve hürriyet temelinde bir düzen kuralım ve yeniden iman edelim, Allah’ın kitabında yazılan gibi.
Peygamberin öğrettiği ve yaşadığı gibi. Kulaktan dolma, din, tarih ve sağlık, hayat ve beslenme bilgilerinden uzak duralım. Sadece makam ve diploma sahibi diye birilerinin söylediklerine hemen inanmayın.
İstişare ve şûra yapalım. Düşünelim.
İman ve yani Tevhid’den sonra ahlak olmalı. Dini hayat yeniden bu temel üzerinde inşa edilmeli.
Din güzel ahlakın tamamlanmasıdır.
Allah’ın dini, yeri göğü, ölümü ve hayatı açıklıyor, bizim yaşadığımız din, hiçbir şeyi açıklamıyor.
Biz bugün mayınlı tarlada top oynuyoruz. Şia’dan söz ederken, İran’da Fars Şia’sı var, Irak’ta Arab Şia’sı, İran’ın Huzistan bölgesi de Arab Şia’sı.
Aşağıda Bahreyn var. Suriye’de Nuseyriler, Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler, Zeydiler var.
Suudi Arabistan’da %10 civarında Şii var. Doğu ve güneyde yaşıyorlar. Mesela Suudi Arabistan’ın el-Şarkiye eyaletinin Katif, Ehsa ve Demam şehirlerinde yaşamaktadır.
Bizde Caferi de var, Nuseyri de, Kızılbaş da var, Alevi de, Bektaşi de. Doğumuzda Azerbaycan ve İran büyük ölçüde Caferi’dir. Bu tartışmaları, içerideki ve dışarıdaki yansımalarına dikkat etmemiz gerek. Dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik çatışmalardan uzak duralım.
Birileri bu alanları kaşıyacak..
Sınırımızın ötesinde Türklere, sınırımızın berisinde Araplara, Kürtlere yönelik provokasyonlar olabilir.. Yarın bu işler kontrolden çıkarsa, yangına körükle gidenler, onlar her kimse onlar da bu işten hem kişisel ve hem de örgütsel bazda büyük bir bedel öderler.
Dini ve etnik temelli tartışmalardan uzak duralım, tartışan taraflardan da. Bir an evvel şu trollerin sahipleri tarafından susturulması gerek. Artık onlar kendilerine hizmet etmiyor, aksine bunlar üzerinden başlarına bela topluyorlar. Yargıya güven yeniden nasıl tesis edilecekse edilmeli, yoksa kimsenin kimseye güveni kalmayacak. Bir “İhkak-ı Hak” arayışı başlarsa, o zaman bu kalabalıkları, kim nasıl durdurur, onu bilmem. Ama kesin olan bir şey varsa, bu ülke ve halkı, çok ağır bir bedel öder. Buna sebeb olanlar da kim olursa olsun, nereye kaçarlarsa kaçsınlar, hem bu dünyada, hem de öbür dünyada çok ağır bir bedel öderler. Benden söylemesi.
Selâm ve dua ile.