Selâhaddin Çakırgil
Gücetapar ideolojilerin pençesinde kıvranmış bir küçük ve şirin ülke 3
Macaristan"dan izlenimler.. -3
2 Kasım gecesi, hilal, Budapeşte sarayının tepesinde ve tarihî hâfızânın labirentlerinde..
Bir ülkeye yapılan birkaç günlük bir geziyle hemen o ülke ve halkın tanındığı iddiasında olunmaması gerekir..
Bu bakımdan bu notları, bir kısa gezi vesilesiyle, Macaristan konusunda, kendi tarihimizle de irtibatlarını düşünerek, biraz yakından bakmak gereği açısından değerlendirmelidir, herhalde..
Eski kaynaklarda Panonia diye sözedilen Macaristan"ın, Osmanlıların Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine ilerleyişini durdurmak için 1389′da Niğbolu"da Yıldırım Bayezid karşısında durmaya çalıştığını, ama yenilmekten kurtulamadığını ve 1526"da da Mohaç (Mohaćs) Zaferi"yle bu diyarların tamamen fethedildiğini ve yine bugün Macaristan içinde yer alan Kanije Kalesi"nde 1600 yılında, Tiryakî Hasan Paşa"nın, 9 bin kişilik kuşatılmış ordusuyla 100 bine yaklaşan Avusturya ordusubu ağır bir mağlubiyete uğratışını ve bu askerî üstünlüğün fiilen 1686"lara, hukûken de 1699"da imzalanan Karlofça Andlaşması"na kadar sürdüğünü ve Macaristan"ın "Budin Beylerbeyliği" adı altında ayrı bir eyalet olarak yönetildiğini hatırlayacak olursak, bu ilişkinin, 600 yılı aştığını görür ve bu iki ülke arasındaki karşılıklı etkileşimden bugüne çok az şey kalmış olmasından hayıflanabiliriz bile..
Tabiatiyle, o dönemde korkunç bir katolik- protestan çatışması içinde olan Orta ve Batı Avrupa toplumlarının yığınla seçkin insanının Osmanlı"ya sığınmasına rağmen o derin çatışmaları sırasında, -kitlelere zoraki bir din telkıni yapıyor durumuna düşmeksizin-, "tevhîd" inancının o perişan, şaşkın toplumlara anlatılmasında sağlıklı ve sistematik bir çalışma yapıldığından şahsen "fakîr" habersizimdir..
Ama, *
Bizim tarihimizde Macarlarla son 5-600 yıl boyunca bazen düşman olarak, bazen müttefik ve bazen de Osmanlı-müslüman toplumuna sığınmış veya bizim toplumumuzla entegre olmuş macar şahsiyetler aracılığıyla hemen daima bir irtibatımız olmuştur ve bunun yansımalarını hemen daima görürüz.. Macaristan ve Orta Avrupa"da etkili bir etnik azlık olarak bulunan çingenelerin Çigan müziğinin de Osmanlı müziğine Macar etkisiyle girdiği bilinmektedir..
Macar halkından nicelerinin bizim toplumumuzla asırlarca iç-içe geçtiğini, ama, bu ülkenin şimdilerde bize çok uzak düşen, bir Orta Avrupa ülkesi olduğunu hatırlamamız yeter..
Mesela, İst. Fatih"te, Saraçhanebaşı civarında "Macar Kardeşler Caddesi" adında bir cadde vardı, hatırımda kaldığına göre...
Bu "Macar Kardeşler" kimdi? İstanbul gibi bir şehrin en merkezî noktasında yer alan bu caddenin ne mânaya geldiğini halen de bilmem.. Keza, Anadolu Kavağı"nda bulunan Macar Tabyası da öyle..
Bu ülkemizde böyledir de, Macaristan"da farklı mıdır sanki?
Birçok yerde, "türk köyü, türk kasabası, türk caddesi, türk hamamı" mânasına gelen ve "török"le başlayan yığınla ismi görürsünüz.. Keza günlük konuşma dilinde de, birçok türkçe kelimeyi görürsünüz, az-biraz şive farkıyla..
En başta da, "gulash" isimli ve yemekleriyle.. Denildiğine göre, bu yemek, "türlü" dediğimiz ve içinde et bulunan çeşitli sebzelerin karışımından oluşan bir yemek benzeri olup, "gulash / gulyash" ismi de, -o zamanki deyimle- "Padişahın kulları"na /yeniçerilere verilen aş- yemek için, yeniçeriler arasında kullanılan bir "kulaşı" deyiminden geliyormuş..
Bunun dışında, bugün macarcada, birçok türkçe kelimeler de vardır.. Bunlar macarcadan mı türkçeye geçmiştir, türkçeden mi macarcaya, o ayrı bir konudur..
Mesela, tyuk, (tavuk), szakall (sakal), tengez (deniz), sarga (sarı) teknö (tekne), sator (çadır) gibi..
*
Bundan ayrı olarak, Avrupa"lı bir çok siyaset adamının Osmanlı"ya sığındığını ve bunlardan birçoğunun da macar siyasetçiler olduğunu gözönüne getirebiliriz..
Daha önceki yazıda değindiğimiz İmre Tököli gibi isimlerden ayrı olarak, diğer isimlerden de sözebiliriz..
Meselâ, Sultan Abdulhamid"le dostluk kuran ve hem Osmanlı"ya, hem de ingiliz gizli servislerine ajanlık yaptığı belgelenen ve siyonizmin tedvin edicisi Théodore Herzl"i Sultan"la görüştürmekte özel çabaları bilinen Arminius Vámbéry"nin de bir macar yahudisi olduğunu hatırlayalım..
Keza, Tekirdağ"da 30 yıl kadar yaşayıp 1735"de Macar hürriyet savaşçılarından ve Avusturya İmp. Habsbourg Hanedanı"nın macarları katolikleştirme baskılarına karşı direnen ve yenik düşerek Osmanlı"ya sığınan ve Tekfurdağı"nda (Tekirdağ"da) yaşayan ve "Törökordzsagi Levelek (Türkiye Mektubları)" isimli bir hatırât da bırakmış bulunan Ferenc Rakoczi (Francis Rákóczi) de bir diğer örnektir.. (Ki, Rakoczi"nin babası ölünce, annesi, -geçen yazıda sözettiğimiz- İmre Tököli ile evlenmiştir.. Rakoczi"nin Osmanlı Sarayı ile münasebetini ise, yine bir macar muhtedîsi olan ve matbaanın Osmanlı"da ilk kurulmasında öncülük eden İbrahim Müteferrika aracılığıyla tesis ettiği de biliniyor.
Tekirdağ"da ölen Rakoczi adına, bugün bir müze de bulunmaktadır..
Biz bu satırları yazarken, Macaristan Cumhurbaşkanı Pall Schmitt"in Türkiye"yi resmen ziyaret etmesi ilginç bir rastlantı oldu..
1848"de Macaristan istiklal / bağımsızlık mücadelesinin lideri Lajos Kossuth'un yenilgiye uğradıktan sonra, Osmanlı"ya sığınarak Kütahya'da iki yıl konakladığı mekanda kurulan Kossuth Müzesi"ni Macaristan C.Başkanı Pal Schmitt"in 16 Kasım'da ziyaret ettiğini ve Schmitt"in, "Bize 170 yıl hükmeden Osmanlılar"a teşekkür borçluyuz; çünkü bizim dinimize de , dilimize de karışmadılar, yoksa bugün bunlar elimizde kalmazdı.." şeklindeki sözlerini hatırlayalım..
Sığınmalar, sığınılanın örnek olması yüzünden değil, sığınanları koruyacak güç olarak görülmesindendir..
Sözün burasında.. Yeri gelmişken bir hatırlatma yapalım.. Genellikle sığınmalar sözkonusu olunca, "Niye hep Batı"ya sığınılıyor?" diye sorulur..
Gerçekte ise, kendi ülkelerinden ayrılmak ve bir başka ülkeye sığınmak durumunda olanlar, ideal bildikleri yerlere değil, kendilerini, kaçtıkları rejime karşı koruyacak bir güçte gördükleri ülkelere gidiyorlar.. Bugün bu, daha çok da Avrupa ülkeleri.. Geçmişte de Osmanlı idi..
1848"de hemen bütün Orta ve Batı Avrupa"yı derinden sarsan büyük sosyal çalkanatıların, devrim hareketlerinde yenik düşen yüzlerce seçkin asker ve siyasetçi de Osmanlı"ya sığınmıştı.. Ki, bunlardan birisi de yüzbaşı Alexander Borjensky idi.. Bu kişi daha sonra müslüman olup Mahmûd Celaleddin adını almış ve Osmanlı Ordusunda paşalık rütbesine kadara yükselmişti.. Ve bu zat, Nâzım Hikmet"in paşa dedesidir..
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu"nun kuruluş ve yokoluşu..
Orta ve Batı Avrupa"yı derinden etkileyen 1848"deki büyük devrim çalkantıları sırasında Lajos Kossuth liderliğinde ortaya çıkan Macaristan istiklal/ bağımsızlık hareketinin Rusya"nın yardımıyla bastırılmasından kısa süre sonra, Macaristan"ın yeniden Avusturya"nın tahakkümü altına girdiğini ve bu durumun daha sonra Macaristan-Avusturya İmparatorluğu"na dönüştüğünü hatırlayalım..
Birinci Dünya Savaşı"ndan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu"nun da yenik çıkmasıyla, -1919"da Paris"deki Versailles Şatosu"nda imzalandığı için o isimle anılan- Versailles Andlaşması"na göre Macaristan"ın ayrı bir devlet olarak sahneye çıkarıldığını, ancak kurulan Cumhuriyet"in kısa sürede, Béla-Kun liderliğindeki komünistlerin eline geçtiğine bir önceki yazıda değindiğimizi tekrar hatırlayalım.. Daha sonra ise,bu sistem de çöktü ve "Kızıllar" diye anılan komünistler, Béla Kun ve adamları kaçarak Avusturya'ya sığındılar ve Budapeşte, Romanya güçlerince işgal edildi. Romanya"nın askerî himayesinde krallık sistemine geçildi ve Amiral MiklóHorty, "kral naibliği"ne getirildi.
Macaristan'ın yeni iktidar güçleri artık "Beyazlar" idi.
Macar toplumunda Sovyet Birliği'ne ve meclisin büyük bir bölümünü oluşturan yahudilere karşı büyük bir hoşnutsuzluk duygusu yükselmeye başladı. Ama, bu dönem de bir "kızıl terör"den sonra, "beyaz terör"ü dönemini ortaya çıkardı.
"Beyaz Terör", polis teşkilatı dağıldığı için ülkede kendilerine karşı koyabilecek herhangi bir güç olmadığından, muhalifleri, yargılamadan, kitleler halinde öldürdü.. Ülkede Macaristan'ın içinde bulunduğu durumun müsebbibi, asıl suçlusu oldukları bahanesiyle yahudilere karşı da saldırılar arttı, antisemitizm (yahudi düşmanlığı) dalgası yükseldi..
Macaristan, 1920′de yapılan Trianon Andlaşması ile ise, topraklarının üçte ikisini, nüfusunun çok önemli bir kesimini kaybetti. 10 milyon kadar macar vatandaşı da, terkedilen topraklarda kaldı.. Ormanlarının yüzde 80"ini, demir madenlerinin yüzde 85"ini komşu ülkelere kaptırdı..
İkinci Dünya Savaşı'nın başında, Macaristan"da 725.000 kişilik büyük bir yahudi cemaati yaşıyordu.. Hitler Almanyası, yahudilerin sınırdışı edilmesi için baskı yapıyor idiyse de, Macar hükümeti buna yaklaşmıyordu..
1944 Mart'ında ise.. Almanya Macaristan'ı işgal edince, Macaristan yahudilerinin ülke dışına sürülmesine öncelik verildi ve 400.000'den fazla Macar Yahudisi Auschwitz Toplama Kampı"na gönderildi.
Orta Avrupa devletlerinin sarkaç gibi, Hitler -Stalin arasındaki git-gelleri..
İki dünya savaşı arasında Macaristan ideolojik ve ekonomik yönden Hitler Almanyası"na yaklaştı ve 1941′de Almanya ile beraber Sovyet Rusya"ya karşı İkinci Dünya Savaşı"na girdi. Ancak, savaşın artık Almanya aleyhine döndüğünün ortaya çıktığı 1944′te Macaristan da, tıpkı Romanya ve Bulgaristan gibi, Almanya"dan uzaklaşmaya çalışınca Hitler, Macaristan"ı işgal etti ve Amiral Miklós Horty"nin yirmi dört yıllık idaresi sona erip, yerine Szalas getirildi.
Bu işgalin perde arkası oldukça ibretliktir..
Kral Naibi Amiral Horthy, Macaristan'ın doğusundaki Sovyet birlikleriyle temas kuran güvendiği General Bela Miklós'un çabalarıyla, Macaristan"ın özerkliğini koruyarak savaştan çekilmenin yollarını araştırıyordu. Sovyetler Birliği seve seve bu sözü verdi. Fakat Almanlar Horthy'nin gizlice sürdürdüğü girişimlerin farkına varınca, bu görüşmeleri gizlice yürüten Horty"nin oğlu bir operasyonla ele geçirilip, bir halıya sarılarak kaçırıldı ve Avusturya- Linz yakınlarındaki Mauthausen Toplama Kampı"na gönderildi.
Horthy"nin, Sovyetler Birliği'yle bir ateş-kes antlaşması imzaladığı 15 Ekim 1944 günü saat 14:00'de radyodan ilan edildi.. Bunun üzerine Macar Nasyonal Sosyalist Partisi (Arrow Cross Party), Nazi"lerin yardımıyla radyo istasyonunu işgal etti. Macar Genel Kurmay Başkanı General Vörös'ün adı kullanılarak radyodan bir bildiri okununca, askerler, Macar Nazi Partisi (Arrow Cross Party) saflarına geçti.
*Macaristan"ı 1920-1944 arasında 24 yıl yöneten Amiral Miklós Horty
Alman birlikleri, Horthy"nin muhkem şekilde korunduğu Budapeşte kalesinin kapısını tutunca, Horthy, üstün Alman kuvvetleri ve zırhlılarıyla çarpışmanın anlamsız olduğunu düşünerek, kendi Muhafız kuvvetlerine, silaha başvurmamaları emri verdi.
Horthy, gözaltına alındı ve kendisinden, daktiloyla yazılmış bir ifadeyi imzalaması, Başbakan Geza Lakatos tarafından istendi. Böyle bir belgeyi imzalamasının, güvendiği bir arkadaşı tarafından istenmesi Horthy'yi şaşırttı. Fakat, Lakatos, Horty"ye, kaçırılan oğlunun hayatı için, bunun gerekli olduğunu anlattı. Ve Horthy, ülkenin kontrolünün Nazi destekli Macar Nasyonel Sosyalist Partisi'ne geçmesine "kral naibi" olarak imzayı attı.. Horthy daha sonra teslimiyetini şöyle açıklamıştı: "Ne istifa ettim, ne de Szalasy'yi başbakanlığa tayin ettim.. Sadece oğlumun hayatını kurtarmak için imzaladım."
Ama, o imza ile, Szalasy başbakan oluyordu.. Ancaak, Szalas"ın, içerdeki rahatsızlığı baskıyla kontrol altına almaya çalışması, komünistlerin güçlenmesine ve Sovyetler"in Macaristan"ı işgaline yol açtı. Bu işgali gerçekleştiren Panzerfaust (Demiryumruk) Harekâtı, Alman ordusu Wehrmacht'ın II. Dünya Savaşı sonlarında sergilediği en önemli hamlelerinden birisidir.
Hitler, Macarların Sovyetler tarafına geçmesi durumunda güney kanadının bütünüyle korumasız kalacağı ve Sovyet ilerlemesi karşısında Balkanlar'daki bir milyon askerinin de tehlikeye gireceği endişesiyle bu harekâtı gerçekleştirmişti..
*Alman askerleri Budapeşte"de..
2. Dünya Savaşı"nın en kanlı savaşlarından Budapeşte Muharebesi
Ama, Sovyet güçleri II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru sınırı geçerek Budapeşte'ye yöneldi.. Macar ve Alman birliklerince savunulan 800 bin nüfuslu Budapeşte, 29 Kasım 1944 tarihinde Kızıl Ordu'ya bağlı birlikler ve artık Sovyetler Birliği'nin müttefiki olan ve Almanya'ya savaş ilan etmiş bulunan Romen Ordusu tarafından kuşatıldı. Kuşatma, kenti savunan kuvvetlerinin, 13 Şubat 1945 tarihinde (Almanya"nın teslim olduğu 8 Mayıs 1945"den üç ay önce) kayıtsız-şartsız teslim olmasıyla sona erdi. Şehri kuşatan Sovyet güçlerinin komutanı General Rodion Malinovsky idi..
Budapeşte kuşatması II. Dünya Savaşı boyunca yaşanan en kanlı kuşatmalardan birisi olarak nitelenmektedir.. Sovyetler"in asker kaybının 180 bin, Alman ve Macarların kayıblarının ise, 35 bin kişi olduğu anlaşılıyordu.. Ağır ateş altında, büyük çoğunluğunu sivillerin oluşturduğu 5 - 10 bin kişi, Budapeşte'nin kuzeybatısındaki ormanlık bölgeye ulaşabildi ve 150 km. kadar batıdaki Viyana'ya kaçabildi. Budapeşte kuşatmasından kurtulan Alman askeri 600 -700 kadardır.
Budapeşte'den çekilen birliklerin çoğu öldü ve 110 bin kadar alman askeri ise, esir düştü.. (Askerî tarihçi Liddell Hart, alman esirlerin sayısını 110 bin olarak vermektedir.) Alman komutan General Pfeffer-Wildenbruch ve Macar komutan General Hindy, esir düşenler arasındaydı.
Peşte"de, Kahramanlar Meydanı"ndaki heykeller
Budapeşte'de binaların yüzde seksenden fazlası yıkıldı ya da ağır hasar gördü. Bunlar arasında tarihî kale ve Macaristan Parlamento binası da bulunmaktadır. Tuna üzerindeki beş köprü de imha oldu.
Budapeşte'nin Kızıl Ordu eline geçmesinden tam iki ay sonra 13 Nisan 1945 tarihinde de Viyana düştü. Bu başarılarının ardından Malinovski "mareşal"liğe terfi ettirildi..
Macaristan, Avrupa'daki savaşın sonuna kadar Almanya'nın müttefiki olarak kalmaya devam etti.
Stalin, bütün Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Macaristan"da da hemen bir komünist rejim oluşturuyordu..
Sovyet güçlerinin Budapeşte"ye girmesinden hemen sonra, macar stalinistler Sovyetler"in tam desteğini alarak girdikleri 1945 seçimlerinden dördüncü parti olarak çıkmalarına rağmen hükümete girmeyi başardılar. Daha sonra Sovyetler duruma ağırlığını daha da fazla koydu ve birkaç bin üyesi bulunan stalinistler Macaristan'ın tek hâkimi durumuna geldiler.
1919"dakine benzer bir yeni sovyet cumhuriyeti ilan edildi, her şey devletleştirildi, özel mülkiyetler sahiblerinin elinden zorla alındı, kilise ve din aleyhdarlığı kampanyası başlatıldı.
Artık, alman emperyalizminin çizmeleri altında ezilmek dönemi sona eriyor, ve amma, 45 yıl sürecek bir karanlık komünist esaret dönemi başlıyordu..
Macaristan"da kurulan kukla komünist rejimin Macaristan İşçi Partisi Genel Sekreteri Matyas Rakosi, 1949-53 yılları arasında Macaristan'da stalinizmin katı bir uygulayıcısı oldu.
Matyos Rakosi koyu bir Stalinci idi. Ve bu kişi, 1952"den itibaren başbakanlığı da üstleniyordu.. Stalin 5 Mayıs -1953"de öldükten sonra, stalinistler Macaristan'da baskıyı daha da artırdılar. 17 Haziran 1953'teki Doğu Berlin"deki komünist rejime karşı gerçekleşen ayaklanma, 28 Haziran 1956"da Polonya'da patlak veren Poznan Ayaklanması, Sovyet liderlerini endişelendiriyordu.. Bu ayaklanmalar, Macaristan'ı da etkilemiş ve Haziran sonlarında Macaristan'ın bazı fabrikalarında işçiler de ayaklanmışlardı. Bu durum Sovyetler"i iyice ürkütmüştü.. Macar Komünist Partisi lideri ve Başbakan Rakosi azledildi ve yerine İmre Nagy başbakanlığa getirildi.. Nagy, ilk iş olarak toplama kamplarını kapatıp 10 bin mahkumu serbest bıraktı. Ekonomik ve siyasal reform ilan etti. Köylülerin kollektif çiftliklerde çalışma mecburiyetini kaldırdı ve köylüye toprak mülkiyetini tanıdı. Tüketim malları üretimine hız vererek, halkın ekonomik sıkıntılarını karşılamaya çalıştı. Sanayide tüketim mallarına yatırımı artıracağı sözünü verdi. Gizli polis teşkilatı AHV'nin başkan ve başkan yardımcısı, halka karşı suç işlemekten 6 ve 9 yıl hapse mahkum edildi. Kilise ve din konusunda daha geniş bir müsamaha gösterdi. Bunlara benzer daha bir çok yumuşama tedbirleri alan Nagy kısa sürede halkın sevgisini kazandı.
Halkın Nagy'ye karşı sevgi gösterileri artarken, Sovyet Bloku"ndaki komünistler Nagy"yi "küçük burjuva demagojisi" yapmakla suçlamaya başlamışlardı.. Bunun neticesinde, 1955 Nisanında Başbakanlık"tan alındığı gibi, Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeliğinden de çıkarıldı.
Macaristan"da halkın bu müdahaleye tepkisi çok büyük oldu..
23 Ekim 1956 günü Budapeşte'de büyük gösteriler başladı. Kalabalık bir kaç saat içinde 200.000 kişiyi bulmuştu. Göstericiler Nagy'nin evinin önüne gitti. Nagy balkona çıkıp, komünistler arasındaki geleneğe uygun olarak, "Tovarish../ Yoldaşlar!" diye halka hitab etmek istediği zaman, halk "Biz yoldaş değiliz!" diye karşılık verdi.. Halkın ellerinde taşıdığı Macar bayraklarının ortası delikti. Çünkü bayraklardaki komünizm sembolü olan "orak-çekiç'i kesip atmışlardı.. Göstericiler Stalin'in büyük heykelini bir kamyona bağlayarak devirip parçaladılar. Ve diğer komünist önderlerin heykelleri de aynı âkıbeti paylaştı..
Bu sırada Macaristan'ın diğer şehirlerinde de halk ayaklanmaları genişlemekteydi.. Ayaklanan kitleler Ulusal İhtilal Komitesi kurmuşlar ve başkanlığına da General Pal Maleter'i getirmişlerdi.
Bu durum karşısında Macar Komünist Partisi, 24 Ekim 1956 sabahı İmre Nagy'yi tekrar başbakanlığa getirmek zorunda kaldı.. Nagy hemen radyoda yaptığı bir konuşmada, halktan silahlarını bırakmasını istedi. Halk bu isteğe uymadı.. Çünkü, Budapeşte"nin ana caddelerinin başlarında Sovyet tanklarının mevzilendiği görülüyordu.. Macar halkının, "Ruszkik haza! (Ruslar evlerine!.. Russia, go home!) ve, "Eskunzuk, eskunzuk hogy tovabb nem leszunk!" (Yemin ediyoruz, artık köle olmayacağız!) sloganlarıyla başlattıkları diyen hürriyet mücadelesi, artık dönüşü olmayan bir yola girmişti.. Halk, Sovyet askerlerinin Macaristan'dan ve Macaristan"ın da Varşova Paktı"ndan çıkmasını istiyordu.
Başbakan Nagy, bir yandan halkı yatıştırmaya çalışırken, bir yandan da güvenlik kuvvetlerine, kendilerine ateş edilmedikçe karşılık vermemeleri talimatını veriyordu.. Taşradan yüzbinler de Budapeşte üzerine yürümeye hazırlanıyordu..
Yine aynı gün, Janos Kadar Macaristan Komünist Partisi Genel Sekreteri oldu. Eskiden "titoist" olduğu gerekçesiyle 5 yıl hapis yatan Kadar'ın radyodan halka hitaben yaptığı yatıştırıcı konuşmalar da fayda vermedi. Sovyet tankları ise, doğrudan halkın üzerine ateş açıyordu..
Sovyet Rusya da işin ciddiyetini gördüğü için, 30 Ekim akşamı bir deklarasyon yayınladı. Sovyet kuvvetlerinin Macaristan da Varşova Paktı gereğince bulunduğu söylenen bu bildiride, ilk defa olarak bir "sosyalist halklar topluluğu"ndan söz edilmekte idi.
Bu deklarasyona göre, Macar hükümetinin gerekli gördüğü anda ülkedeki Sovyet kuvvetlerinin geri çekilebileceği ve bu ülkede Sovyet kuvvetlerinin bulunmasının Macar hükümeti ve "diğer Varşova Paktı üyeleri ile" müzakere edilebileceği bildiriliyordu. Ayrıca, deklarasyon, "sosyalist halklar topluluğu"na dahil ülkeler arasındaki münasebetlerin, tam bir hak eşitliği, toprak bütünlüğü, siyasî bağımsızlık ve egemenliğine saygı ve birbirlerinin içişlerine karışmama ilkesine dayanması gerektiğini söylüyordu.
Ama, bu açıklamaların uygulamada yeri yoktu.. Ayrıca, Macaristan"ın her yerinde mahallî hükümetler kurulmaya başlamıştı ve bu hükümetler artık İmre Nagy'yi bile dinlemiyorlardı.
Nagy"nin bugün parlamento önündeki heykeli ve zindan hücresindeki bir fotoğrafı..
Ve, komünist olmasına rağmen, komünist sistemin dişlileri arasında kalan İmre Nagy"nin kurşuna dizilmeden önce kaldığı zindan hücresinin bir köşesi.. "Terör Müzesi"nin altında..
Bu gelişme karşısında Janos Kadar ve arkadaşları yeni bir Komünist Partisi kurdular. Bunun adı Sosyalist İşçi Partisi idi. Bu parti, halk ayaklanmasının artık sona ermesi gerektiğini söylüyorlardı..
Ancak Nagy'nin bu adımları Sovyet Rusya"nın şimşeklerini üzerine çekti. Nagy önce politbürodan, ardından merkez komitesinden atıldı. "Sağ sapma" olmakla suçlandı. Rakosi tekrar başbakanlığa getirildi.. Ama, bu durum işçilerin öfkesini daha da artırdı.
Aynı dönemde 20 bin kişilik Macar ordusu da, yeni kurulan Varşova Paktı içinde, üzerlerinde Sovyet üniformalarıyla yer aldı.
23 Ekim 1956 günü "kahrolsun Stalin heykelleri", "Sovyet askerleri evinize dönün, Stalin'in heykelini de alın" sloganları ile yüz binlerce kişi parlamento ve radyoya doğru yürüyüşe geçtiler. Gizli polis halka ateş açtı, ancak askerler göstericilerin safına geçti ve halka silah dağıttılar.
Nagy tekrar iktidara getirildi.. Ancak, kontrolü tamamen yitireceğinin korkusuna kapılan Sovyetler, 4 Kasım 1956'da Varşova Paktı güçlerinden oluşan 200 bin asker, 3 bin tankla Macaristan'a girdi.
30 Ekim deklarasyonuna rağmen, Sovyet tankları 31 Ekimden itibaren Budapeşte'yi tamamen muhasara altına aldılar. Sovyet Başbakanı Nikita Kruşçev, müdahaleye kararlı görünüyordu. Bu durum karşısında Imre Nagy, Sovyetlerin Varşova Paktı' andlaşmasını ihlal ettiklerini belirterek, Macaristan'ı Varşova Paktı'ndan çıkardığını ve tarafsızlığını ilan etti.
Nagy, o sırada Budapeşte"deki Sovyet büyükelçisi olan Yuri Andropov'u da makamına davet ederek alınan kararı bildirdi ve şöyle dedi: "Tanklarınız Budapeşteye girerse, sokağa ineceğim ve çıplak ellerimle size karşı döğüşeceğim".
Ama, Ruslar İmre Nagy'ye bu imkanı vermiyeceklerdi.. Çünkü, Başbakan Imre Nagy ile Savunma Bakanı General Pal Maleter, Tuna nehri üzerindeki Csepel adasında bulunan Sovyet karargâhına müzakereler için gittiklerinde Sovyet gizli polisi KGB tarafından tutuklandılar.
Bundan sonra Pal Maleter ve İmre Nagy'den haber alınamayacak ve sadece, 16 Haziran 1958"de bir Sovyet hapishanesinde idâm edildikleri açıklanacaktı.
4 Kasım sabahı şafak vaktinden itibaren yüzlerce Sovyet tankı Budapeşte'ye girmeye başladı. Tanklar, silahlı veya silahsız, kadın veya erkek demeden sokaklarda gördükleri herkese ateş açıyordu.. Nitekim, 1956-Macar Ayaklanması ve macara halkının Sovyet tanklarının paletleri altında ezilmesi bu halkı daha bir kırılgan yapmış ve yüreğinden yaralamış.. Temkinli bir rahatlık her yerde kendisini hissettiriyor ve diğer Batı başkentlerindeki cıvıklıklara ve çiğ kahkahalara o kadar sıkça rastlanmıyor..
Macar Ayaklanmasının kanlı şekilde bastırılışında, Sovyet güçlerini yöneten kişi ise, bir general değil, bir büyükelçi; Sovyet Büyükelçisi Yuri Andropov idi. (Daha sonra KGB Şefliği"ne ve 1982"lerde Brejnev"in ölümünden sonra Sovyet Rusya liderliğine gelen ve 2 sene sonra da ölen Andropov..)
Macaristan ezilirken, dünya seyirci kalıyordu.. Dahası, "Suveyş Savaşı" da patlak veriyordu..
Bu korkunç işgal karşısında, NATO dünyası üç maymunları oynadı. Amerika'nın Macar halkının yardımına koşacakmış gibi yaptığı yayınların ise, bir boş propagandadan ibaret olduğu görülecekti..
Tam o sırada, Mısır"da da Cemal Abdunnâsır, Süveyş Kanalı"nı millîleştiriyor ve ingiliz- fransız hakimiyetine son verdiğini açıklıyor; bunun üzerine, İngiltere, Fransa ve İsrail rejimleri, ortak bir askerî harekâtla Mısır"a saldırıyorlardı.. Yani, komünist Doğu Bloku ile kapitalist Batı Bloku arasında saldırganlık açısından bir fark olmadığı sergileniyordu..
Ayaklanma sırasında binlerce insan öldürülüyor, 170 bin dolayında macar da batı ülkelerine sığınıyordu.. 1956- Macar Ayaklanması, gerçekte, bir cumûdiye"nin, buzdağının su üstünde gözüken küçük bir bölümünden başka bir şey değildi. Stalin heykelleri yıkıldı, Sovyet tankları tahrib edildi, sokaklarda coşkulu kutlamalar yapıldı. Ancak, Janos Kádár, yatırımlar için ayrılan parayı halka dağıttıktan sonra ortalık sakinleşti.
1912'de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırları içinde olan bugün ise Hırvatistan sınırları içinde kalan Fiume'de (bugün, Rijeka) doğan János Kádár (János Csermanek), savaştan sonra, İçişleri Bakanı bile olmuştu, ama, 1950"de Stalincilerle ihtilafa düşünce, komünist partisinden atılmış ve "Tito"cu" çizgide olmakla itham edilerek 5 yıl kadar hapsedilmişti. 1956-Ayaklanması"ndan sonra ise, Sovyet çizgisine geçişte önemli rol oynadı.. Kádár, Sovyet birliklerinin müdahalesini, bir karşı-devrim tehlikesini öne sürerek haklı göstermeye çalışmışsa da, rejimi liberalleştiren ve iktisadî alanda belirgin ilerlemeler sağlayan bir reform siyaseti uyguladı. Ve halkın içinde olan, hattâ metro"ya binip halkın arasında hareket eden birisi olması hasebiyle, genelde sempatiyle karşılandı..
Bunu, Budapeşte"deki Terör Müzesi"ni gezerken de görmek mümkün.. Çünkü, komünist uygulamalara itirazlar geliştirilirken, gerçekte ise, Janos Kadar"ın hiç de öyle düşünmediği, sık sık vurgulanıyordu.. Bu müzeyi gezerken, hem Hitler Almanyası"nın işgalini ve hem de Sovyet zaferinin arkasından gelen komünist dönem ve 1956- Macar Ayaklanması ile ilgili filmler ve yapılan radyo yayınlarının sesleri ve diğer ideolojik yayınlar, yazılı medya belgeleri, son derece düşündürücüydü..
*Janos Kádár.. Stalin"in Budapeşte"de yıkılan dev heykellerinden birisi..
Geçmişte, 1956'dan 1988'e kadar Macar Komünist Partisi Genel Sekreteri/ önderi olan Jânos Kadar, geçmişte yaşananlardan ders çıkararak, halkı yatıştıracak bir siyaset izlemeye ülkenin ekonomik yaşamındaki devlet tekelini azaltan ve özel mülkiyetin payını artıran reformların yanı sıra seçim sistemine de değişiklikler getirdi.
Kapitalist Batı"yla geniş bir ekonomik işbirliğine geçildi. Buna hattâ, sulandırılmış ve Macaristan"a özgü bir komünist uygulama mânasında, macarların ünlü yemekleri olan gulaş"tan ilhamla, "Gulaş Komünizmi" bile denildi..
Bu dönemde kilise de eski güçlü konumuna tekrar sahib oldu.
1989"da ise.. Reform talebleri yükseldikçe, komünist partide öne çıkan isim, İmre Pozsgay idi ve o, 1956-Macar Ayaklanması"nın bir karşı-devrim değil, bir halk ayaklanması olduğunu söylemekteydi, 30 yıldır söylenen resmî ezberleri bozarak.. Bu, 1956 Ayaklanması"nın önderi İmre Nagy'nin saygınlığının geri verilmesinin ve idâmının 31. yıldönümüne rastlayan 16 Haziran 1989"da da cenazesinin yeniden törenle kaldırılmasının yolunu açıyordu..
Bunlar küçük gibi görülen, ama, bir toplumu derinden etkileyen büyük adımlardı..
Pozsgay, partinin adını Macar Sosyalist Partisi olarak değiştirdi. ve işleyişi demokratikleştirildi. Anayasada değişiklik yapılarak partinin öncü rolüne son verildi.
Hükümet 1990 başlarında pazar ekonomisine geçme kararını açıkladı. Macaristan hükümeti geçmişte "demir perde" olarak adlandırılan dikenli telleri kaldırarak Batı sınırını sembolik olarak açtı. Böylece, Batı Almanya'ya geçmek isteyen onbinlerce-yüzbinlerce insanın Doğu Almanya yurttaşlarına bir geçiş yolu sağlandı. Ve bu da, Doğu Avrupa"daki komünist rejimlerin sosyal planda derinden çöküşünün işaret fişeği yerine geçti..
Macaristan, Yugoslavya"nın dağılmasını müteakib, eskiden kendi topraklarında bulunan ve üzerinde hak iddia ettiği Hırvatistan ve Slovenya'nın bağımsızlığını destekledi ve Aralık- 1991'de her iki devleti de tanıdı.
Bugün Macar Hükûmeti"nin başında olan Viktor Orban"ın birçok alanda, İtalya"ın son 17 yılına damgasını vurmuş olan ve geçen hafta istifa eden Silvio Berlussconi"nin metodlarını taklid ettiği genelde kabul görmekte.. Henüz Euro"ya geçilmedi, ama, Budapeşte"de, günlük hayatta, ulusal para para olan "forint" kadar, Euro da tedavülde..
Macaristan"ın etkili siyaset adamlarından bugünkü Başbakan Viktor Orban
Siyasî hayata, 1989"da Doğu Bloku"nun ve komünizmin çöktüğü yıllarda giren ve İmre Nagy"nin idâmının 31. yılında, yapılan resmî törende yaptığı ateşli bir konuşmayla dikkatleri üzerine çeken Viktor Orban, macar halkının muhafazakâr ve nasyonalist duygularına hitab ediyor.. ''Daha iyi Macaristan için'' sloganıyla hareket ediyor..
Trianon Andlaşması, Lozan gibi bir dayatma..
Macar kamuoyu, Trianon dedikleri ülke topraklarının bölünmesi andlaşmasını unutmamış..
Macaristan'ın düştüğü durumu Trianon'dan bahsetmeden anlamak olmaz.. Trianon, macarlar için, bir ulusal trajedi sembol haline gelmiş. Birinci Dünya Savaşı bitiminde, Paris"de bu ismi taşıyan bir sarayda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarihine nokta koyan anlaşma imzalanmış ve Macaristan da topraklarının üçte ikisini kaybetmişti.
Sonuç olarak milyonlarca macar, Slovakya, Romanya, Sırbistan ve Ukrayna sınırlarında kaldı. Komünist dönemde, problem görmezlikten gelinmiş.. ''Dış Macarlar''a ''Macar kimlik belgesi'' denilen ve sahiblerine, diğer yabancı uyruklulara nazaran daha geniş haklar veren belgeler vermeye başlayan Budapeşte, hem komşu ülkelerden hem de Avrupa Birliği'nden sert tepki almış.
Rusya Bilimler Akademisi"nin Avrupa uzmanlarından Lyubov Şişelina, Macaristan durumunu değerlendirirken, ''Sanırım, Orta ve Doğu Avrupa'da en çok İmparatorluk tarihini düşünen halk, Macarlardır.. Bunu gençlerle konuşurken, Macarların siyasete bakışlarını değerlendirirken görürsünüz. İmparatorluğun dağılması, adeta her bir Macarın en büyük iiç problemi ve acısı olmuş..'' demekte..
Viktor Orban da bu tip birisi.. Slovakyalı Macarlarla bir görüşmesinde Orban, ''Budapeşt sizin geleceğinizle ilgilenecek'' demiş ve Slovakya'dan, Macar Krallığı zamanındaki ismi olan ''Felvidek'' diye söz etmiş ve bu, Slovakya'yı çok kızdırmıştı..
Orban, ''dış Macarlar''ın, Macaristan vatandaşlığa geçmesini kolaylaştıran bir düzenleme de yaptırmış.. 5 milyon insanı sınırları dışında kalan 10 milyonluk bir Macaristan için bu gibi düzenlemeler elbette ki, sosyal adrenali yükselten bir etken..
Buda"da, Gellert tepesinde, Citadella"da, Hürriyet Âbidesi..
Nitekim, Cidatella diye de anılan Gellert tepesinden aşağıya bakarken, nice macar geneçleri, sadece Tuna"nın güzelliğini görmüyor, ihtişamlı imparatorluk günlerinin rüyalarını da görür gibi olmuyorlar.. Çünkü, Budapeşte"yi bugünkü ihtişamlı durumuna getiren bütün yapılar 1860"lardan sonraya aid, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu"nun / Habsbourg Hanedanı"nın mirası.. Denilebilir ki, Budapeşte, küçük bir Viyana veya Berlin"i hatırlatıyor, mimlarî eserleriyle..
Her ne kadar şehir, 2. Dünya Savaşı"nda tamamen yıkılmış ise de, yeniden o eski yapılar, aslî şekline uygun olarak restore edilmiş..
(Cidatella"da, güneşli, ama biraz soğukça bir günde, yanımıza bir yaşlı hanım gelip, yabancı olduğunu hissettiren bir türkçe ile, "Siz Türkiye"den mi geliyorsunuz efendim?" diye sordu.. Kendisi, ingilizmiş ve Finike"de evi varmış, orada yaşıyormuş, "Buralar da güzel, ama, Türkiye bambaska.." diyordu.. Birkaç dakikalık bir sohbetten sonra, kalabalığın içinde gözlerden kayboldu..)
Birkaç küçük not daha...
Müslümanlar açısından Budapeşte, epeyce zor yaşanılacak bir yer.. Çünkü, Macaristan mutfağında domuz etinin eksik edilmediği söyleniyor.. Ancak, son yıllarda, Türkiyeli"lerin sayıları giderek artan restorantları durumu biraz rahatlatıyor.. Üstelik, bu restoranlar, macar halkının damak zevkıne de hitab ediyor olmalı ki, müşterileri çok fazla..
Bu vesileyle Diyarbekir"li Âdil kardeşimizin restoranında gönül rahatlığı içinde yediklerimiz için, teşekkürler.. Üstelik, bu kardeşin, inancının ızdırabını taşıyan birisi olduğunu görmek de ayrı bir memnuniyet vesilesi..
Bu gezi boyunca boyunca birlikte olduğumuz Murad Kurt"un yakını olan ve Budapeşte"ye okumaya gelip, tahsilini tamamladıktan sonra, orada ticarete atılan ve Hasan Baycan"ın ev sihabliğine ve işini-gücünü bırakıp 2-3 gün boyunca bizimle meşgul olmasını da şükranla yâd etmeliyim..
Keza, İslamî muhtevalı "Kardeşlik Çağrısı" teranelerini okuyan ekipten ve evinde bir gece misafir olduğum ve saatlerce uzuun uzuuun sohbetler etmekten zevk aldığım güzel insan Hayreddin Y. Burak"ı da yâd etmeliyim.. Kalbinde din derdi taşıyan bir müslüman olarak tanıdım onu..
Kur"an Kursları açmakla bilinen bir müslüman cemaatin çabaları da ilginç.. Biravuç müslüman, Budapeşte"de de bir Kur"an Kursu açmışlar.. Ama, onların mekanlarını ziyaret etmek imkanı bulamadım..
Aynı şekilde, dünyanın birçok yerinde okullar açmasıyla şöhret kazanan bir diğer müslüman cemaatin de burada bir okulu varmış.. Diğer yerlerde olduğu ülkelerde olduğu gibi, burada da, daha çok zengin sosyal kesimlerin çocuklarını cezbeden ve onlara hizmet götüren bir okulmuş.. Zaman darlığı yüzünden, o mekanı da ziyaret edemedim..
Gül Baba Türbesi..
Bir akşam üzeri, şehrin Buda tarafında, "Gül Baba Türbesi"ni ziyaret ettik. 1540"lardan kalma bir mekan. 1540"larda Budin Beylerbeyi Yahyapaşazâde Mehmed Paşa tarafından yaptırılmış.. Ama, bu Gül Baba denilen zat kimdir, sağlıklı bir bilgi yok.. Budin Fethi"nde yer aldığı ve orada kalıp, bir sûfî kişi olarak, etrafına inancının mesajlarını vermeye çalıştığı söyleniyor.. Evliya Çelebi"nin rivayetinde de, vefatında, cenazesine 200 bin kişi katılmış.. Anlaşılan, bir derviş... Macar edebiyatına da girmiş, Gül Baba..
Türkiye"den gelen turist otobüsleri de buraya uğramadan etmiyorlar, tabiatiyle.. Güzel, temiz ve şehrin gürültüsü içinden kurtulup kendisini dinlemek isteyenler için, melce gibi bir mekan..
Yeşil rengin hâkim olduğu bir sâde sanduka, etrafında birkaç seccade, bir rahle, bir Kur"an, birkaç tesbih..
Müslüman olmayan ziyaretçiler de epeyce var.. Gül Baba denilen zatı temsil etmesi için, türbenin bahçesinin , avlusunun dışında, kocaman bir farazî heykel dikmişler..
Birkaç günlük bir geziye, bu kadar söz, fazla mı?
Bir-kaç günlük bir Macaristan- Budapeşte gezisi üzerine bunca konuları anlatmaya, yazmaya ne gerek vardı diyenler olabilir.. Bunu fakir de düşünmedim, değil..
Ama, tarihimiz açımız hiç de yabancı olmadığımız Macar halkı ve Macaristan hakkında biraz bilgilerimizi ve hele de son 100 yılı, 60 yılı hatırlamak açısından, faydalı olabileceği düşünüldü.. Hem küçük bir halkın bile ne çetin mücadelelerden geçtiğini, ne acılar çektiğini görmek; hem, siyasî mücadelelerin genelde ne kadar zahmetli olduğunu hatırlamak ve de orada verilen nice mücadelelerle kendi ülkemizdeki mücadeleler arasında bir benzerlik olup olmadığını anlatmak içindir..