"Gül neden feragat etmez?"
Evet, Erdoğan’ın artık kabuğunu kırmak, dışa açılmak, başka mahallelerin insanlarıyla da birlikte çalışmak istediği kesin. Ancak, bu dışa açılımın belli sınırları olacaktır.Ruşen Çakır'ın yazısı
GÜL NEDEN FERAGAT ETMEZ?
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, AKP’nin yeni dönemdeki kırmızı çizgilerini anlamamıza epey yardımcı olacağı anlaşılıyor. Geçen hafta “Gül feragat ederse ne olur?” diye sormuş ve böyle bir geri adım atmasının, hem kendi siyasi kariyeri, hem partisinin ve hükümetin geleceği, hem de Türk demokrasisi açısından çok olumsuz sonuçlar doğuracağını ileri sürmüştüm.
Aynı yazıda Gül’ün adaylıktan vazgeçeceğini sanmadığımı da belirtmiştim. Aradan geçen altı günde, kendi gazetem de dahil olmak üzere medyada Gül’ün çekileceği yolunda bir dizi haber/yorum/temenni çıktı; son ana kadar da çıkmaya devam edeceğe benziyor. Bütün bunlara rağmen görüşümü değiştirmiş değilim. Öyle ki Gül’ün TBMM Başkanlık Divanı’nın oluşumundan sonra, muhtemelen önümüzdeki haftanın ilk günlerinde adaylığını resmen açıklaması beni şaşırtmaz.
Gül’ün çekileceğini ileri sürenlerin haber kaynakları ve argümanları üzerine söylenecek çok şey var. Şimdilik sadece üç noktayı hatırlatmak istiyorum:
1) Erdoğan’ın son güne kadar yüzde 40 civarında bir oy beklediğini biliyoruz. Onun “cumhurbaşkanlığı için uzlaşma ararız” sözleri muhtemelen bu tahmine dayanıyordu. Ancak AKP’nin yüzde 46’nın üzerinde oy alması bu sözü geçersiz kıldı;
2) MHP lideri Bahçeli, hiçbir şart dayatmadan oturumlara katılacaklarını açıklayınca uzlaşma aramanın sayısal açıdan gereği de kalmadı;
3) AKP seçim kampanyasını Gül’ün cumhurbaşkanlığının engellendiği teması üzerine kurdu ve DP, MHP ve DTP tabanlarından sırf bu nedenle oy kaymaları oldu.
Nasıl bir değişim?
“Yeter karar milletindir!” diyerek nerdeyse her iki seçmenden birinin oyunu almış bir partinin, sırf devletin bazı kurumları ve seçimden yenik çıkmış bazı (tümü değil) partiler böyle istiyor diye geri adım atması bana mantıklı gelmiyor. Hele bu parti AKP ise, bunun mümkün olduğunu sanmıyorum.
1994 yerel seçimlerinden itibaren Erdoğan ve arkadaşlarını engellemek için ellerinden geleni yapan bazı çevreler genellikle başarısız oldular. Ama yılmadılar, her seçim yenilgisinin ardından onları dışardan müdahalelerle değiştirmeye, kendilerine benzetmeye çalıştılar. Erdoğan ve arkadaşları bütün bu süreçte gerçekten çok değişti, hatta dönüştü, ancak bunun ne ölçüde, söz konusu çevrelerin rica ve dayatmaları sonucu olduğu tartışılır. Daha önemlisi bu değişimin, aynı çevrelerin istediği doğrultuda yaşandığı da pek söylenemez.
Değişimin sınırları
Bugün de AKP’nin “toplumsal merkezin partisi” olma iddiası yine aynı çevreler tarafından yanlış okunuyor. Onlar AKP’lilerin sonunda “doğru yolu” bulup kendileriyle iktidar paylaşımına razı olma noktasına geldiğini sanıyorlar.
Evet, Erdoğan’ın artık kabuğunu kırmak, dışa açılmak, başka mahallelerin insanlarıyla da birlikte çalışmak istediği kesin. Seçim öncesi yapılan transferler ve bunların bazılarının önemli görevlere getirileceğine dair işaretler bu yeni eğilimin kanıtları. Ancak bu dışa açılımın belli sınırları olacaktır.
Nitekim Prof. Nilüfer Göle, AKP’yi “dönüşürken dönüştürüyor” diye tarif ediyor. Sorunlar da büyük ölçüde, AKP’ye değişim dayatanların kendilerini değiştirmeye aynı ölçüde gönüllü olmamalarından kaynaklanıyor.
Şöyle söyleyebiliriz: Evet, AKP merkeze taşınıyor ama merkezi miras aldığı gibi koruma niyetinde olduğu asla söylenemez. Dolayısıyla bütün tartışma AKP’nin neleri muhafaza edip neleri tasfiye edeceği etrafında odaklanıyor.
Örneğin “devlet içinde kriz çıkar” kaygısıyla Gül’ün feragat etmesi durumunda, zaten kimliğini daha tam olarak oturtamamış olan AKP çok derin başka krizlere savrulabilir.
Sonuç olarak, karar noktasındaki AKP’lilerin çoğunun, Çankaya konusunda dışarıya kulak kabartmak yerine esas olarak kendi iç seslerini dinleyeceklerini ve Gül’de ısrar edeceklerini düşünmemiz için sayısız neden var.
vatan-Ruşen Çakır