Abdurrahman Dilipak
Ha bu bize ders olsun!
DERİN GERÇEKLER
İran’daki gelişmeleri izliyorsunuzdur. Başörtüsü, devrimin sembolü idi. Başörtüsü özgürlüğün bayrağı olmuştu. Şah rejimine karşı, başı açıklar da başörtülerini ellerine alıp meydanlara çıkıyorlardı. Bugün gelinen noktada, o devrim; başörtüsü yakma eylemleri karşısında kilitlenmiş vaziyette. Bu başörtüsünün çilesi neyse, yaklaşık çeyrek asır önce başörtüsü direnişlerinde elele tutuştuğumuz annelerin çocuklarının müşteki oldukları davalarda sanık saldalyesindeyim.
28 Şubat 1997'de yapılan MGK toplantısı sonucu yapılan açıklamalar Postmodern bir darbenin işaret fişeği olmuştu. Yıl 1998! Tarih: 11 Ekim! Biz tüm Türkiye’de sokaklardaydık. 5 milyon insan eleleydi. Edirne’den Van’a kadar biz bütün Türkiye birlik olmuştuk. Sonunda kazandık. Ama bu sevinç, İstanbul Sözleşmesi ile kandillere katran döken gecelerin ardından can çekişiyor. Bir ‘’tarikatçı’’ savcımızın gayri meşru hayatı servis ediliyor media’da, başı örtülü milletvekillerinin gayri meşru servetlerini tartışıyoruz.
Sahi, Emre Olur işi nereye varacak dersiniz? Ya da bütün bunlar olurken, başörtüsü yasağı uygulayan bir albay haberini nereye koyalım bu arada? Bunlar tesadüf mü dersiniz? Alın size bir haber daha; Beykoz'da bir grup genç, Hz. Yuşâ Peygamber’in kabrinin bulunduğu caminin hoparlöründen Sefo'nun İsabelle şarkısını söylemiş.
Bu arada "ülke yasalarına uygun olmayan dini metinlerin (ayet) yorumlarını yasaklamak gerekir” diyen; Fransa'da “Muslim Homosexuals of France” isimli LGBT kuruluşunun başında olan “Eşcinsel İmam” olarak tanıtılan Dr. Ludovic Muhammed Zahid, Garanti Bankası’nın desteğiyle 7-11 Kasım’da İstanbul’da konferans verip LGBT propagandası yapması gündemde. Yeni bir “Şeytan Ayetleri” komplosu ile karşı karşıyayız. Hani şu Selman Rüşdi olayı gibi bir şey bu..
Eşcinsel "İmam"ın(!?) İstanbul performansında İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu da yanında olacak. İmamın oğlu ve Muhammed Zahid, ne müthiş bir uyum!? Brand Week etkinliğinin sponsorları arasında Bayer, Garanti Bankası, Habertürk, Arçelik, Nestle Damak, Eczacıbaşı, Google, Ipsos, L’oreal, Mesa ve Meta’da var. Bunlar, “bu fahişeler ve onların türevleri”ne “pozitif ayırımcılık” uygulanmasını isteyen taifeden! Organizasyonun adresi 10. BranndWeekİstanbul / 2022 Zorlu Performans Sanatları Merkezi. Bu performans tam da 10 Kasım’a denk getirilmiş! Etkinliğin iki sloganı var. İlki, afişte yazanı “GlobalReset” e gönderme yapıyor: “Time to Reset”. 2.’si, Mevlana’ya bir gönderme: “Ne olursan ol gel!”
13 Eylül’de İran’da yaşananları biliyorsunuz. Halk sokaklarda. Slogan “İran İslam Cumhuriyetine ölüm”, “Diktatöre ölüm”. Devrim Muhafızlarına bağlı güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınırken Cuma günü hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini'nin ölümü ülke çapında protesto ediliyor. Ölü ve yaralıların yanında çok sayıda gözaltı var. Olay başı yarım örtülü 22 yaşındaki Amini’ye karşı güvenlik güçlerinin uyguladıkları şiddet sonucu ölmesi ile başladı. Kürt bölgesine sıçradı. Rejim karşıtları için bu durum, bizde gerçekleşen Gezi olayları’nı hatırlatıyor. Huzistan zaten her zaman sorunlu bir bölge. Orada Arap Şia’sı ağırlıkta. Kum, Tahran ve Bazar arasında da sorunlar var. Eğer işler kontrolden çıkarsa Azerbaycan ve Belücistan’a dikkat. İran’daki bu olaylar, Rusya ve Çin yanında Irak ve Suriye’yi, Yemen’i ve Lübnan’ı yakından ilgilendiriyor.
Pelosi’nin Erivan ziyareti dikkat çekici idi. Bu ziyaret Tayvan ziyareti kadar ses getirmedi ama en az onun kadar önemli. Pelosi, Ermenistan sınırlarında bir değişikliği kabul etmeyeceklerini söyledi. Ermenistan’da Rus yanlılarıda ellerinde aynı zamanda İran bayrağı taşıyorlardı. Azerbaycan’daki Amerika yanlılarının ise ellerinde İsrail bayrağı vardı. Şimdi bu iki ülkede yaşanacakları dikkatle takip edelim bakalım.
Türkiye’nin kuzeyinde Rusya, Kırım ve Ukrayna krizi yaşanıyor, Güneyimizde Irak ve Suriye topraklarında, ABD, İngiltere, Fransa, Suriye, İran, Arap, Kürt, Türk ve diğer gayri Müslim topluluklar var. İsrail, Lübnan ve Hizbullah’ı da burada not edelim. Orada ayrıca Rusya’da var. Öte yandan kontrol dışı (!?) paramiliter grublar bölgede cirit atıyor. Batımızda dostumuz, müttefikimiz, starejik ortağımız, FETÖ’nün ve PYD’nin koruyucusu (!?) ABD’nin koruduğu Yunanistan var! Zaten bütün Ege ve Akdeniz’de onun varlığı, sorun çıkartmak için yetiyor, artıyor bile.
Tam böyle bir zamanda bir de adına LGBT dedikleri Fuhşiyat topluluğu yeniden gündem oldu. Bu topluluğun yaptıkları bizim kaynaklarımızda “Zina” olarak tanımlanır. Ahlaki açıdan bunun bir geniş halkası, diğer türevleri ile birlikte “Fuhşiyat”tır. Kadın-erkek arasında da olsa ahlak dışı her fiil dinimizde büyük günah sayılmıştır. Konuyu dini tanımı dışında tartışırsanız, anlam kayması yaşanır ve kapsam daraltılmış olur. Bunun bir geniş halkası daha var, o da “Fahşa” olarak tanımlanır. “Haddi aşmak” anlamındadır. Aşırı artış gösteren fiyat, bu anlayışa göre “Fahiş fiyat” olarak tanımlanır. LGBT tanımı “toplumsal cinsiyet kimliği” olarak tanımlanan İngilizce kelimelerden oluşan, sonuna bir de (+) eklenen bir kodlamadan başka bir şey değil.
LGBT dedikleri şey yasalarımızda koruma altında bulunan, “pozitif ayırımcılığa tabi” bir konudur. CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve Lanzarotte buna amirdir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilseniz de, yasayı değiştirseniz de, bu sözleşmelerden bütünü ile çekilmeden ve yasa, yönetmelik, genelge, tamim, örgütlenmeler değişmedikçe değişen bir şey olmayacak. BM İnsan Hakları Komiserliği, bu sözleşmelerin sekreteryaları arasında bir mutabakat metni ve bir protokolle bu 3 sözleşmeyi birbiri ile bütünleşik, eş bir sözleşme olarak tanımladı.
“Sözleşmeden çekildik” diyoruz da, çekilme ile ilgili AB ile herhangi bir süreç başlatılmadı. Daha bir iki ay önce Gazi Üniversitesinde “Toplumsal Cinsiyet Eğitim Programı” başlatılmadı mı? Neyse sonradan iptal edildi. ETCEP durdurulmadı, donduruldu. Zaten yasada sözleşmenin bütün hükümleri mevcut, o cephede değişen bir durum söz konusu değil. Üniversitelerde bu konulardaki Yüksek lisans ve doktora programları bu eğitim programı çerçevesinde sürdürülüyor. Ya hu ilk aile bakanı hanımın bugün başkanı olduğu Türkiye Belediyeler Birliği daha önce belediyelere yazdığı, belediye meclislerinde toplumsal cinsiyet komisyonları ve idari yapı içinde müdürlük ve onun içinde eğitim ve danışmanlık birimleri kurulmasına yönelik genelgesi hala yürürlükte. Onu bile çekmediler. Aile Bakanı susuyor. KADEM “Toplumsal cinsiyet” kelimesinin sonuna “eşitliği” kelimesini ekleyip, kendine göre bir tanımla, kavramı meşrulaştırmaya çalışıyor. Uluslararası sistemle birlikte hareket ediyoruz ya, kimlik kartlarımız ve pasaportlarımız, kamu personel fişlerinde, toplumsal cinsiyet kimliği tanımı olarak GENDER kullanılıyor. Bunun anlamı şu: BİREY’ler, biyolojik cinsiyet, din, ahlak ve gelenekten bağımsız olarak 16 yaşında, 5 yaşından başlayarak yönelim, eğilim, eğitim ve deneyimleri sonucu bir tercihde bulunabilirler. Aileler ve okul da bu BİREY’le cinsel kimlik ifade eden bir müdahele bulunamaz. Hatta bunu radikal şekilde uygulayacak olursa Ali, Ayşe’de diyemezsiniz. Cinsiyetiniz akışkan ve değişken de olabilir bunlara göre…
Bunun için, sesimizi Ankara’ya duyurmak için İMZA’ya gerek var mı? Ya da kimlik ve personel kayıtlarındaki bu tanımları silmek o kadar zor mu? Bu konuda neden AK Parti Kadın Kolları Başkanı ve Aile bakanı insiyatif almaz, açıklama yapmaz. Bana dava açan İl Başkanlarının “Fahişe” kelimesine gösterdikleri tepki ve duyarlılığı neden göremiyoruz! Fatma Şahin bir çok konuda konuşurken, neden bu konulara hiç girmez.
Neyse, bu konu burada bitmeyecek, yarın da devam edelim. Bu tartışmalar da bugünden yarına biteceğe benzemiyor.
Selam ve dua ile.