Abdullah Büyük
Hâl transferi
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de “…لِيَزْدَادُوا إِيمَانًا مَّعَ إِيمَانِهِمْ هُوَ الَّذِي أَنزَلَ السَّكِينَةَ فِي قُلُوبِ الْمُؤْمِنِينَ ” “Mü’minlerin kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O’dur…” (Fetih, 4) buyurmaktadır. Bulutlardan yağmur indiren Allah, mü’minlerin kalplerine de hâl, bereket, manevi takviye, güç, feyiz, aşk gibi pek çok anlama gelebilecek sekineti indirdiğini ifade buyuruyor. Allah’ın indirdiği huzuru ve yine Allah’ın üfürdüğü ruhu taşıyan insan sadece malumatı aktaran, düğmesine basıldığı zaman konuşmaya başlayan bir radyo gibi olamaz. Zira insan, bedenini toprak kaynaklı, ruhunu da Allah kaynaklı gıdalarla beslemekle mükelleftir. İfa ettiği ibadetlerde Allah ile bağlantı kurmayıp, ruhunu beslemeyenler, Efendimizin (sav) ifadesiyle ibadetlerinden yalnızca yorgunluk elde edenlerdir.
Müslüman, farzlara, sünnetlere, buyruklara teslim olan demektir. Bu teslimiyetinden dolayı dinlediği vaazdan, okuduğu ayet ve hadisten aldığı hâl, feyiz veya sekineti çevresindekilere aktarmak zorunda olduğunu bilir. Örneğin bir baba, ailesini selamlarken arada bu manevi enerji bağını kuramayıp, sıradan bir şekilde selam cümlesini zikretmesi ve hâl transferinin bir ailede eşlerin arasında dahi gerçekleşemiyor olması, bugün temel sorunlarımızdan biridir. Efendimizin (sav) “Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!” (Müslim, îman 93-94) hadisinde zikredilen ve Allah’ın hediyesi olarak kabul edilmesi gereken selamın dahi farkına varamamış ve kuru bir cümle olarak kullanan bizler, bu sorunların çözümünü istiyorsak, öncelikle farkına varma problemini aşmak durumundayız. Rabbimizin“وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ” “...Rüku edenlerle birlikte siz de rüku edin” (Bakara, 43)buyurması da yine İslam’ın cemaat dini olduğunun ve bu ruhun paylaşılması gerektiğinin bir göstergesidir. Üzülerek ifade ediyorum ki, bunu kavrayamamış Müslümanlar olarak yaptığımız ibadetler farzın sakıt olmasından öteye geçememektedir.
Müfessirlerimiz Kur’an-ı Kerim ayetlerini tefsir etmeden önce, bu ayetlerin ilk muhatabı olan Efendimizin (sav) ayetleri okurken, anlarken hangi yöntemi uyguladığını dikkatle incelemektedirler. Şöyle ki, Peygamberimiz (sav) kendisine nazil olan bir ayet-i kerimeyi okuyor, anlıyor, düşünüyor, özümsüyor, benimsiyor, iman ediyor, gereğini yapıyor, etrafındakilere aktarıyor ve onların uygulaması için de yardım ediyordu.
Konuşmak, dinlemek, yazmak kendisinden dolayı Allah’a hesap vereceğimiz birer ameldir. Şu anda bizi okuyanlar, normal bir yazıyı okur gibi okumamalı, bilakis Kur’an ve sünnetin dünya ve ahiret hayatımızı düzene sokacak buyruklarının yazıldığı, hayati ehemmiyete haiz bir yazı olduğunun bilincinde olmalıdırlar. Biz yazı yazma eyleminin üzerimize yüklediği vazifeyi yerine getirmeye çalışıyoruz. Okurlarımız da önemli bir haber dinlerken ev ortamında sükûneti sağlama çabası içine girdiklerinden daha fazla hassasiyeti okumaya göstermelidirler ki, okuma amelinin sorumluluğunu yerine getirebilsinler. Nasıl bütün ibadetlerimizde, tadil-i erkân, huşu, ihlâs varsa amel olarak kabul ettiğimiz okuma eyleminde de hepsi aynı şekilde olmalıdır. Unutmamalı ki, ibadetleri bozan ve onlara aykırı olan davranışlar da bu amelde yerini bulacaktır. Eğer bizler, Allah’ın ayetlerini, Peygamberimizin (sav) hadislerini okuma ve dinleme hususunda, bir öğretmenin sınıf içinde sağladığı düzeni sağlayamıyorsak, Kur’an’ın direkt olarak ihtarına muhatap oluruz. Netice olarak, siz değerli okurlarımdan Kur’an-ı Kerim’de dahi kendisine yer bulmuş olan okuma amelini, haftada bir de olsa gerekli disiplin ve düzeni sağlayarak yapmanızı istirham ediyorum.
Selam ve dua ile...
yeniakit