Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Harika bir haber: Tanrı öldü!

Bekleyin inananlar, bahar gelecek bahar”. Müjdeli bir haber var: Tanrı öldü. Daha doğrusu Tanrılar öldü. Bu harika bir haber.

Allah doğmadı, doğurulmadı o zamanın ve mekânın sahibi, bir olan, kadir-i mutlak / Mutlak iktidar sahibi. Hayat veren ve kendisi ezeli ve ebedi olandır.

İnsanlar ne çok şeyi İlah ve Rab ilan etmişlerdi. Para, cinsellik, iktidar, hatta futbol bile.

Neyse ki, onlar dini ortadan kaldırmayı planlarken tanrıları öldü. Bu arada itiraf edelim ki, Allah’ın dini yeri-göğü, ölümü ve hayatı açıklarken, bizim yaşadığımız adına “din” dediğimiz, bizim uydurduğumuz inanç biçimi, karı ile koca, gelinle kaynana arasındaki ihtilafı bile çözmüyordu. Yıllar önce okullarda, çocuklarımıza öğretilen adına “din” denilen, seremoni, ritüel ve ikonalarla bir kültürel aidiyet kimliğine dönüştürülmüş, politize edilmiş ve ideoloji haline getirilmiş, yerli ve milli bir din projesinin aracı olan TSE damgalı inanç biçimine karşı “Bu din benim dinim değil” demiştir. “Bu fahişe / sürüklenen ruhbanların öncülüğünde, insanlara kader biçen, onların kalpleri üzerinde tasarrufta bulunma iddiasına sahip, kehanetlerle süsledikleri Fahşa’ya sürüklenen, din, ahlak ve gelenekten, hatta biyolojik cinsiyetinden bağımsız BİREY’lerden oluşan kalabalıklar ve onların türevleri”nin icad ettikleri, din diye etiketledikleri religio için.

Hitler (Bir rivayete göre) Yahudi’ydi, 11 Eylül’de İkiz Kulelere Laden saldırmadı. 1.’si Lavrov’un itirafı, 2.’si Trump’ın. Aldatıldın ey insanoğlu, pandemi yalanında olduğu gibi şeytan insanoğlunu aldattı. Hitler, Yahudileri Filistin’e sürmek için abartılı bir katliam senaryosu yazdı. Bu plana itiraz edenler öldürüldü. Kimi Amerika’ya gitti, kimi Türkiye’ye geldi, kimi dünyanın başka yerlerine gitti. Sonunda yorgan gitti kavga bitti. Filistin, İsrail’e vatan yapılınca bu defa yaraları sarmak için seferber oldular. Timsah gözyaşı dökmeye başladı. Türkiye bu süreçte kilit bir rol oynadı. Türk devrimi, sınırlarımızın, rejimimizin, iktidar yapısının belirlenmesi, BM üyeliğimiz, NATO ve AET/AB üyeliğimiz, Bağdat Paktı, RCD, CENTO hepsi bu süreçte şekillendi. Hatta tek parti ve çok partili düzene geçişimiz bile. “Bir başkadır benim memleketim”(!?), lay lay lay lom!

Neyse o “üretilen din” de çöküyor, “üretilen tarih” de. O “sentetik din” ile birlikte malum “ideoloji”ler de çöküyor. Kapitalizm, Komünizm, Sosyalizm, Faşizm, Laisizm, Sekülerizm, Liberalizm, Barış Hareketi, Çevrecilik, İnsan Hakları, Demokrasi, Hukuk Devleti bunların hepsi birer “maske” idi, ucuz bir makyaj malzemesi idi. Helvadan puttu. Yaşadıklarımız büyülü, artırılmış gerçeklikle süslenmiş bir illüzyon gösterisi idi, ya da maskeli bir balo idi.

Aldatıldık ey halkım, ey insanlık. Artık bu yalan rüzgârı bitsin, gerçeklerle yüzleşme zamanıdır.

Bize anlatılan, din de, tarih, ideolojiler de büyük ölçüde, artırılmış sanal gerçeklerin eğitim, kültür-sanat, edebiyat, film ve tiyatro üzerinden konvansiyonel yöntemlerle topluma dayatılan yalanlardı.

Bayram öncesi Emrah İriç, 6 Temmuz’da yayınladığı YouTube söyleşisinde ilginç bir durumdan söz ediyordu. O gün Sirus/Marduk, Kur’an-ı Kerim’de sözü edilen Şira yıldızı ile kavuşma günü idi. Onlarca kişi aramış kendini, “dilek tuttun mu, meditasyon yaptın mı” diye. Kimse bana “ay tutulması, güneş tutulması sırasında Husuf / Kusuf namazı kıldın mı diye, bu gece namaz kıldın mı, dua ettin mi, tesbih çektin mi, tevbe ettin mi diye sormadı” diyordu. Soranlar da aslında dini hassasiyeti olan kişilerdi diyor. Hatta “Yoga yaptın mı, yapacak mısın” diye soruyorlarmış. Yani tek sorun Deist olmak değil.

Allah ki, o “bir”dir. Ölmez, öldürülemez. O doğmamış, doğurulmamıştır. Eşi ve benzeri, ortağı da yoktur. O ezeli ve ebedi olandır. O zahiri-batını bilen ve hüküm sahibi olandır. O “ol” der ve olur! Dolayısı ile Tanrıların tedavülden kaldırılacak olması esasen bizi rahatsız etmez. Ama öte yandan bunlar Allah’ı da “Tanrı” kabul ettiklerinden, aynı zamanda Allah’a da savaş açma iddiasındalar.

Ahlak’a ve Fıtrat’a savaş açma iddiasındadırlar. Bu da bu cür’etkârlıkları sebebi ile helaklarının yakın olduğunu göstermektedir.

Ve sadece bunlar değil, bunlara yardım eden, bunlar karşısında sessiz kalanlar da helakı hakedenlerden olacaktır. İçimizden birçok “Dilsiz Şeytan” da bu şekilde bu süreçten zarar görecek.

Bakın önce Din’i “Religio”ya, Allah’ı zihinlerde “Tanrı”ya dönüştürdüler. “Religio” da, “tanrı” da, (onların deyimi ile) insanlar tarafından yaratıldı! Onu yaratan (haşa) insan da, o zaman insan kendini “Tanrı” da ilan edebilir. Ya da başka “Tanrılar”ı da tedavülden kaldırabilir.

Turgay Adlım’ın sosyal medyada bir paylaşımını not etmişim: “Tanrı-insan modeli modernite sonrası ortaya çıkmış gibi görünüyor fakat bu, onların Greko-Roman Pagan geleneğinden getirdikleri Teomorfizm(!) Hıristiyanî yaşama geçerken Jesus’u (İsa) Logos tanrılaştırılması sonucu ortaya çıktı. 18 YY. modernite sonrası Tanrı’nın tahtına oturan insan icraatlarına ilişkin herhangi bir dışsal, üstün varlığın veya ilkenin hiçbir kural, ölçüt ya da kısıtlama koyamayacağını iddia ediyor. “Duygusal ve kaprisli Tanrı”nın yarattığı evren kaotik, düzensiz, öngörülemez, emniyetsiz hale geleceğinden “akıl”, Tanrı olmalıydı. Ne var ki insanoğlu “varoluşu gereği” salt bir akıl varlığı değildir. Nefsanî arzular, iştah, şehvet, öfke gibi irrasyonel duygular sahibidir. Saf insan, anlamsızlığın, belirsizliğin, güvensizliğin, keşmekeşin yarattığı şaşkınlık, dehşet, emniyetsizliğin birleşimidir. Maneviyatla kontrol edilmediği takdirde çürüten, bozan, dünyayı cehenneme çeviren “Belhüm Adal”a (hayvanlardan da aşağıda bir varlığa) dönüşebilir. Bu onlar için bir çıkmaz sokak, bir taş duvar! Geçmişte bu çıkmaza çare Marksizm, Romantizm, Hümanizm vesairede arandı ve belli ki bulunamadı. Şimdilerde çare Transhümanizm’de aranıyor ve bizi götürecekleri yer belli cehennemin dibi.” Biz; “ekmeli mahlûkat”, “eşref-i mahlûkat” olma yönünde gerçekliğin basamaklarından yükselerek hakikatin rehberliğinde “Rıza”ya ulaşmanın yollarını aramamız gerek.

İşte tam bu noktada insanlık eğer uyanmayacaksa, başlarına gelecek felaket o denli büyük, şiddetli ve kapsayıcı olabilir. Ya da bu şok onlar için bir uyanışa vesile olabilir.

O zaman da bu düzene “Hayır” derken, yerine neyi koyacağını da düşünmesi gerekecektir.

İşte burada asıl büyük sorumluluk bize düşüyor. “Hakk’ın haykıran sesi” olmamız gerek. Ona zannımızı eklemeden, saf bir şekilde, kula kulluğu reddeden, tevhid temelli iman ve ahlak temelli vahyi sunmamız ve yaşadığımız asrın dertlerine derman olacak bizi ebedi hayata hazırlayacak bir anlayışı, güzel ve hikmetle, güzel bir rehberlik, örneklik, önderlikle, onların anlayacakları şekilde sunmamız gerekiyor.

Dar’ul İslam” derken, herkesin insanca yaşayacağı bir “barış yurdu” sunmamız gerekiyor insanlığa. Yani “Darusselam”ı sunmamız gerekiyor, “Hılful Fudul” toplumuna ki, “Müellefetül Gulub” gerçek olsun.

İnsan insanın kurdu değil, koruyucusu, kardeşi olsun, herkes ortak bir kelimede birleşsin ve İttihad, İttifak ve İtilaf çerçevesinde Ah-i Evran, yani “Evrensel kardeşlik” gerçekleşsin, adalet temelinde. Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 461 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar