Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Hesab vermek yerine, mahkemeyi hiçe sayıp, hesab sormak zorbalığı

Dünyayı bilmem ama, Türkiye'de ilginç bir tiyatro günü yaşandı, 27 Mart günü.. 'Dünya Tiyatro Günü' olarak isimlendirilen bir günde..

Bizim ülkemizde yaşanan bu traji-komik tiyatro gösterisinin başrollerindekiler, dünün anlı-şanlı generalleri..

'İnternet Andıcı' diye anılan davâda, 'AK Parti hükûmetini yıpratmak ve kapatılması için Genelkurmay bünyesinde uyduruk haberler ürettirip, kara propaganda yaptırdığı' iddiasıyla, Ocak-2012 başında tutuklanan Genelkurmay eski Başk. em. Org. İlker Başbuğ, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde, ilk çıktığı duruşmada, salona girerken, izleyicilerin alkışlarıyla karşılanınca, onlara el sallayarak bir eylem lideri gibi davranmış ve 'İddianameye itibarım yoktur, Genelkurmay Başkanını böyle bir iddianame ile suçlamak yetersizliğin bir komedisidir. Suçlama siyaseten devlete de yöneltilen ağır bir ithamdır. Bu suçlama gerçekte şahsım üzerinden Türk Silahlı Kuvvetleri'ne de yöneltilen ağır bir suçlamadır. Bu suçlama, aynı zamanda, siyaseten devletimize de yöneltilen son derece ağır ve haksız bir ithamdır. Bu karmaşa, ülke yönetimini devredeceğimiz genç nesillere nasıl anlatılacaktır? Tarihe nasıl not düşülecektir? Bana terör örgütü yöneticisi diyene şaşarım.. (...) Dünyanın hiç bir ülkesinde hem ülkenin Silahlı Kuvvetleri'nin Komutanı, hem de bir silahlı terör örgütünün yöneticisi olan bir Genelkurmay Başkanı görülmemiştir. Ben, Türkiye Cumhuriyeti"nin 26'ncı Genelkurmay Başkanı'yım. (...)Hayatımda hiçbir zaman hukuksuz davranmadım. Bütün bu nedenlerle, huzurunuzda savunma yapmaya zorlanmayı işgal etmiş olduğum makama ve Türk Silahlı Kuvvetleri"ne karşı çok ağır haksızlık olarak görüyorum. Bu inançla, bugün burada savunma yapmayacağım ve hiçbir soruya da cevap vermeyeceğim. Bu davranış mahkemeye karşı bir tavır alma şeklinde algılanmamalıdır. Bu davranış, Anayasa"ya, hukukun üstünlüğüne ve kendime karşı olan saygımın ve taşıdığım sorumluluğun bir gereği ve doğal sonucudur.' demiş ve yargılanmasında kendisinin yalnız bırakan Genelkurmay eski Başkanları'na da, 'Nerede o eski Genelkurmay Başkanları. Hiçbiri burada yok. Onların başına gelse biz koşar gelirdik buralara. Daha durun, anlatacak çok şeyim olacak. Zamanı gelince daha konuşacağız..' diye serzenişte bulunmuş.. Mahkeme Başkanı, Başbuğ'a, bazı telefon konuşmalarını dinletince de, Başbuğ, 'Duruşma iyice magazinleşti..' deyince, Mahkeme Başkanı, 'Burada ciddî bir yargılama yapılıyor. Uyarımı dikkate almazsanız sizi dışarıya çıkarırım..' karşılığını vermiş ve Başbuğ da, 'Bu mu ciddiî? Çıkartın efendim çıkartın... Bunların burada dinlemesi bile ciddiyet değildir, efendim..' demiş, bu sözler üzerine izleyiciler Başbuğ'u alkışlamış ve Başbuğ da duruşma salonunu terketmiş..

Mahkeme Başkanı, 'Nereye gidiyorsunuz efendim?' diye seslenmiş,. Salonda alkışların sürmesi üzerine Başkan Özese duruşmaya ara vererek, alkışlayanların tesbit edilmesini istemiş..

15 dakika sonra mahkeme salonuna dönen Başbuğ, sorulan suallere cevab vermeyip, susma hakkını kullanmış.. Kendisinin yargılayacak merciin Yüce Divan (statüsünde hareket edecek olan Anayasa Mahkemesi) olması gerektiğini iddia etmiş.. Halbuki, mahkeme, bu talebi yersiz bulmuştu..

Bu arada, Başbuğ'a Kudüs'de, yahudilerin ünlü 'Ağlama Duvarı' önündeki sivil elbiseli olarak ve âdetâ trans halinde, dua edercesine çekilmiş resmi de sorulmuş, ne ilgisi varsa.. Ama, o yine susmuş ve avukatı ise, 'bunun inançlara müdahale olduğu' şeklindeki karşı çıkmış..

Böyle bir müdahalenin olduğu düşünülebilir, elbette.. Ama, bir müslüman halkın ordusunun en üst komutanlarından birisinin, üstelik de yahudi olduğuna dair hiçbir bilgi olmadığı halde, İsrail gibi, müslümanları kendisinin en amansız düşmanı bilen bir rejimin ve halkının öylesine kutsal bildiği bir mekânda, sıradan bir ziyaretin ötesinde, öylesine huşû içinde, trans halinde ziyarette bulunmasını basit bir durum olarak görmek nasıl mümkün olabilir?

İlker Başbuğ, mahkeme salonuna tekrar döndükten sonra, sorulara yine cevab vermemiş, susmak hakkını kullanmış.. Ve duruşmaya verilen arada ise, medya mensublarının bulunduğu bölüme yaklaşarak, 'Burada, 4 Korgeneral (tutuklu) bulunuyor.. Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay 2. Başkanı burada tutukluysa, bu karargâha terörist diyorsunuz demektir. Bu tarihe kara bir lekedir. Kimse silahlı kuvvetlere terörist diyemez. Genelkurmay Karargahı'na kimse terörist diyemez, diyemez, diyemez! Bunun izahı var mı? İzah edecek olan var mı?' diye yakınmış..

Bir gazete (Akşam), Başbuğ'un bu davranışını, YassıadaYargılamaları sırasında yargılanmak istenen üçüncü Cumhurbaşkanı Mahmûd Celâl Bayar'ın, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi sonrasında tutuklanıp götürüldüğü Yassıada'daki düzmece mahkemede, 'Beni yargılayamazsınız, beni millet seçmiştir ve Anayasa gereğince yargılanamam..' diye diretmesine benzetmiş, birinci sahifeden kocaman manşetlerle verirken..

Çarpık bir benzetme..

Çünkü..

Birincisi, Mahkeme, Yassıada'da kurulan mahkeme gibi düzmece bir mahkeme değil, normal bir mahkeme..

İkincisi, Bayar, Cumhurbaşkanı idi ve askerî darbe ile indirilmişti.. Ve Cumhurbaşkanları, 'vatan hainliği' suçlaması dışında yargılanamazlar.. (Cumhurbaşkanlarına Vatan Hainliği suçlamasının yapılabilmesi için de, Meclis'in beşte üçü tarafından suçlanmaları, üçte ikisi tarafından da, bu iddianın doğru olabileceği kabul edilip, Yüce Divan'a gönderilmesinin kararlaştırılması gerekir..)

Ve Başbuğ, ne cumhurbaşkanı, ne başka bir şey.. Sadece, Genelkurmay eski Başkanı olan bir emekli general..

Ayrıca, makamlarından bir askerî darbe ile uzaklaştırılmamış; tersine, kendisi darbe hazırlıklarına yardımcı olmakla suçlanıyor..

*

İmdiii..

Düşününüz ki, geçmişte Genelkurmay Başkanlığı yapmış olsanız bile, siz de yargılanabiliyorsunuz.. Bu, sizin bütün ömrünüzce yücelttiğiniz kemalist /laik rejiminizin vatandaşlar arasında fark gözetmediği şeklindeki ve hep kağıt üzerinde kalmış iddianın yeni yeni uygulamaya konulmasının bir örneği olabilir.. Ve siz, bu rejimin en üst makamlarına halkın rey v iradesiyle değil, tayin (atama) yoluyla gelmiş birisi olarak, sisteminiz adına bundan bir de övünç duyabilirdiniz..

Ama, öyle yapmıyor ve çocukların mahalle aralarında mahkemecilik oynaması örneklerini hatırlatacak şekilde, bu kadar tuhaflaşabiliyorsunuz..

em, Org. İlker Bey'e bir sorum var: Silahlı Kuvvetler ve (kanûnî tarif gereği) Ordu, İcra gücü'nün, Hükûmet'in emrinde (olması gereken) bir kurumdur..

Mahkeme ise, Yargı gücünün emrindedir.. Siz, Genelkurmay Başkanlığı bile yapmış birisi olarak, böylesine kalas kadar bir inceliği bile anlamak istemezseniz, işte böyle, mahkeme karşısında çocuklar gibi ağız dalaşına girebilirsiniz..

Âdeta, 'battı balık yan gider..' umursamazlığı içinde, bir takım asker ailelerinin alkışlarıyla beslenebilirsiniz, ama, bu mahkeme takmazlık, tam da ihtilalci, darbeci ruhun bir tezahürü değil midir? Ve siz, 50 yıla varan komutanlık hayatınızda, astlarınızdan herhangi birisinin size bu şekilde diklenmesine hiç tahammül ve müsamaha ettiniz mi?

Bir düşünün bakalım, bir tek istisnaî örneği var mı, hayatınızda..

Genelkurmay Başkanı olarak kendinizin ve diğer komutanların terörist olarak suçlanmasını acı gelebilir size; ama, 'dünyada böyle şeyler görülmemiştir' şeklindeki sözünüzün tutarlı bir tarafı yoktur. Çünkü, bırakınız dünyayı, Türkiye'de, ordu içinde, hele de son 100 yıl içinde oluşan darbe odaklaşmaları ve onların gerçekleştirdikleri nice darbeci, jakoben/ tepeden inmeci diktacı entrikalar, bizzat son 50 yılda bile defalarca, 4-5 kez sahnelenmedi mi? Bütün bu darbelerden sadece 27 Mayıs Darbesi hariç, diğer bütün darbeler, Genelkurmay'ın bilgisi emir-komuta zenciri içinde uygulamaya konulmamıştır?

Yoksa size göre, bütün bir toplumu korkutan, sindiren, terörize eden darbecilik, terörizm değil midir?

Ve siz İlker Bey, komutanlık günlerinizde, -sonrdadan gerçek olduğu anlaşılan 'ıslak imzalı belgeler' için aylarca, 'bu bir kağıt parçasıdır..' diye direterek kamuoyunu yanıltmamış mıydınızememiş? Aynı şekilde, İst.- Poyrazköy'de kazılar sırasında toprak altından çıkarılan gizli 'lav silahları' için de, 'bu bir borudur..' dememiş miydiniz? Keza, Brüksel'de, NATO merkezinde TSK subaylarına hitaben yaptığınız konuşmada, 'Kozmik odaya biz izin vermeden girebildiler mi? Biz izin vermeseydik, nahh girerlerdi..' şeklindeki sözlerinizi kabulenmişken; sonra bütün bunları, sorgunuzda, 'emrinizdeki ordunun moralini korumak için söylediğinizi' şeklinde tevil etmemiş miydiniz?

İkincis söz, Mahkeme Başkanı'na..

Mahkeme salonundan kendi istediği anda çıkmaya kalkışan ve çıkıp giden herhangi bir vatandaşa da, o em. Orgeneral'e davrandığınız gibi, 'Nereye gidiyorsunuz efendim?' diyerek hitab etmek şeklinde mi olur, yoksa devreye derhal jandarma dipçiği mi girer? 'Ringonun ahırı mı burası?' sözünün, tam bu gibi durumlar için söylendiğini bilmez misiniz?

*

Dünün anlı -şanlı generallerinin traji-komik resm-i geçidi..

Balyoz Davası'nın sanıklarından olan em. Org. Ergin Saygun, (benzeri nice generaller gibi hemen) hastalık iddiasıyla GATA'ya kapağı atıp, orada aylarca yatan ve kontroller sonunda 'sağlam' raporu verilince tutuklanmasını müteakib, 27 Mart günü İst. 10. Ağır Ceza'da yapılan duruşmada, 'Emniyet sorgumda bana Sinagog ve HSBC bombalamalarını benim yapıp yapmadığımı, patlamalar sırasında nerede bulunduğumu sordular. Önce bunu şaka sandım. Ama sonra ciddiyetlerini anladım. Kazara İstanbul'daydım desem patlamalar benim üzerime kalacaktı..' demiş..

Mantığa bakar mısınız?

Koskoca bir general, bir işi yapmak için, kendisi o işin başında bizzat olmayınca, kendisine nispet edilemiyeceğini sanıyor..

Duruşmaya bastonla gelen ve rahatsızlığını beyan eden Saygun, cezaevi şartlarında tedavisinin sağlanamayacağını belirterek, 'Başıma birşey gelirse, beni cezaevine koyan mahkemenizin de bundan sorumlu olacağını belirtmek isterim' diye bir dolaylı tehdidde bulunmaktan da geri durmamış..

Saygun, Balyoz Planı diye anılan ve irticaın ezilmesi adına, içinde halkın tahrik edilmesi için hattâ İstanbul'un Fatih ve diğer camilerine bomba konulması gibi korkunç entrikaların bulunduğu ve bir 'Plan semineri ve savaş oyunu' olarak gösterildiği çalışmalarla ilgili olarak ise, seminerde yapılan çalışmanın sıkı yönetim ilan edilmesini sağlamak için değil, sıkı yönetim ilan edilmişken yapılması gerekenler için düzenlendiğini' ileri sürerek, 'İddianamede darbe karargâhı olarak yer alan komutanlığını benim yaptığım 3. Kolordu Komutanlığı o dönemde tam teşekküllü NATO Karargah'ına dönüştürülmesi emrini almıştı. Artık millî birlik olmayan 3. Kolordu, NATO'ya tahsis edilmiş ve bunun için hazırlıklarını tamamlamaya çalışan bir birlikti. NATO hazırlıkları yüzünden 3. Kolordu'nun darbe yapmaya vakti yoktu..' demiş,.. Sonra da kendini ele verici mahiyetteki bu sözlerini te'vil etmek için, 'Bundan, 'Vaktimiz olsaydı yapardık' gibi bir anlam çıkarılmasın. Biz, meşru zeminden çıkmayı, darbe yapmayı asla düşünmedik..' demek gereğini hissetmiş.. Sanki, geçmişteki darbeci generaller, darbeyi yapmadan önceki davranışlarını darbe hazırlığı olarak itiraf etmişler gibi..

Saygun, 'Balyoz Davası'nın asıl iskeletini oluşturan 'Balyoz Planı'nı kimsenin görmediğini, İddianamede yer alan delillerin sahte olduğunu, 2003 yapıldığı iddia edilen listelerin aslında 2006 yılında oluşturulduklarını' da iddia ediyor.. Bu konuda askerî bilirkişilerin raporlarına 'tarafsız değildir' diye itibar edilmediğini' söyleyen Saygun, TÜBİTAK, Başbakanlığa; Polis Kriminal, İçişleri Bakanlığı'na bağlıdır, bunlar tarafsız mıdır? Plan seminerlerinin kasetleri, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'a Başbakan tarafından verilmiştir. Oysa ki bu seminer hakkında görüşü sorulan MİT ve polis 'Bilgimiz yoktur' demiştir. Bu durumda bu kurumların da tarafsızlığı tartışılmalıdır. Ayrıca Aytaç Yalman bu davada tanık olarak dinlenmeli.' diyor..

5-7 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu Komutanlığı'nda düzenlenen seminerler öncesi kendisine fikirlerinin sorulduğunu anlatan Ergin Saygun daha sonra şöyle devam etmiş: "Seminer içeriği ile ilgili görüşmelere katılıp, fikrimi beyan ettim. 3. Ordu'dan seminere katılacakları bizzat kendim seçtim. Bu tip semirlere katılan genç subaylarımızın sunumlar yaparak, kendilerini göstermelerini isteriz. Seçtiğim subaylar da buna göre belirlendi. Bazı gazete ve tv. kanallarında Hudson Enstitüsü'nün hazırladığı komplo planı ile -ki, bu planın içerisinde Beyoğlu'nda terörist bir saldırı ve patlama, Anayasa Mahkemesi Başkanı'na suikast ve çeşitli illerde camilere bombalı saldırılar yer alıyor-, Emniyet sorgumda bana Sinagog ve HSBC bombalamalarını benim yapıp yapmadığımı, patlamalar sırasında nerede bulunduğumu sordular. Önce bunu şaka sandım. Ama sonra ciddiyetlerini anladım. Kazara İstanbul 'daydım desem patlamalar benim üzerime kalacaktı. Bu iddialar çok anlamsız, varsayımlara dayanan asılsız iddialardır. Kaldı ki, bu patlamaların failleri yaklandı ve cezaları verildi. Bizi terör örgütleri ile ilişkilendirmeye çalışanlar, bu konularda gazetelerde haberler yapanlar, buradaki vatan evlatlarını Kandil ve İmralı'nın emrinden çıkmayan BDP ile karıştırıyorlar. Siz bizi BDP mi sandınız? Bu iddialar varsayımdır, temelsizdir. Bir takım farazîliklere ve varsayımlara dayanarak karar vermek Ceza Muhakemeleri usulüne aykırıdır. Fiili olmayan ancak bol miktarda faili olan bir dava bu. Delil olduğu ileri sürülen belgeler anayasamıza ve kanunlarımıza aykırıdır. Balyoz Planı hakkında maddî bir delil yoktur, bu plan ortada değildir. 1. Ordu'da yapılan seminerlere katılmam herhangi bir suç unsuru taşımamaktadır. Bu dava siyasi bir davadır ve hedef Türk Silahlı Kuvvetleri'dir..'

*

'Tanık' olarak dinlenmesi istenen Aytaç Yalman ne diyor?

27 Mart günü, em. Org. Ergin Saygun, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan emekli olan Org. Aytaç Yalman'ın mahkemede, tanık olarak dinlenmesini isterken, aynı gün, Star'da 27 Mart günü, Aytaç Yalman'ın Ergenekon Soruşturması dahilinde Savcılığa verdiği 31 sahifelik ifadeye yer veriyordu..

Yalman, bu ifadelerinde, 'Hazırlanan Ayışığı ve Yakamoz darbe planlarını bana Genelkurmay Başkanı Özkök gösterince, dışlandığını anladığını' söylüyordu..

Yalman"a yöneltilen soruların tamamının, Özden Örnek"in olduğu öne sürülen günlüklerdeki iddialar ve Ergenekon yapılanmasıyla ilgili olduğu görülüyordu..

Savcının, 'Ayışığı, Sarıkız ve Yakamoz adlı darbe planlarından haberiniz var mı? Planların hazırlanmasında rolünüz ne oldu? Kimler hazırladı? Ne gerçekleştirmeyi planlıyordunuz' sorusuna Yalman şu cevabı veriyordu: "Ayışığı ve Yakamoz adlı darbe planlarını Genelkurmay Başk. Hilmi Özkök 2004 bahar aylarında odasında bana gösterdi. Kendisi tarafından bilgimin olup olmadığı soruldu. Ben de bilgimin olmadığını söyledim. Bunun üzerine kendisi de "Ben de öyle tahmin etmiştim" dedi. Esasen bir slayt sunumu şeklinde öğrendim ben de bu planların ne olduğunu. Planı okuyunca kendimin de bu plandan dışlandığına muttali oldum. (...)

Özden Örnek"in günlüklerindeki "16 Mart 2004"te Genelkurmay Başkanı'nı görmeye gittim. Şener"in (dönemin Jand. Gen. Komutanı em. Org. Şener Eruygur'un) yaptıklarının yetkisini aştığını ve birçok şeyden haberi olduğunu söyledi. Ben de KKK"ya gittim bunu anlattım ve Hava Kuvvetleri Komutanı'yla ikisini durdurma karar aldık" ifadesi sorulan Yalman, "Özellikle MGK"daki görüşmelerde bazı komutanların aşırlılıklarından rahatsız olduğumu ve Hilmi Özkök"ün de aynı fikirde olduğunu zannediyorum. Darbeyle ilgili hiçbir düşünceye katılmam mümkün değil."

Savcı'nın Özden Örnek"in günlüklerinde yer alan "Genelkurmay Başkanına tam bir tavır oluşmuş. Mustafa Balbay Jandarma Genel Komutanına gelerek "bildiklerimi yazarsam kaçacak yer bulamaz" demiş. Yine bugün ayrıca Cumhuriyet"te "Genç subaylar rahatsız" diye bir haber çıkmış" ifadelerini hatırlatarak "Genelkurmay Başkanına tavır almanızın nedeni neydi" sorusuna Yalman "Genelkurmay Başkanına karşı tavır geliştirmek söz konusu olmadı ve olamaz. Cumhuriyet"teki haber beni şok etmişti. Ben de bu haberden rahatsız oldum" cevabını veriyordu..

Yalman"a, Şener Eruygur"dan ele geçen ve Hilmi Özkök"ü istifaya zorlamak amacıyla sanki alt düzey subaylar yazmış gibi gönderilen istifa içerikli mektuplar da sorulduğunda, Yalman, "Ben de komuta heyetini zan altında bırakacak içerikte imzasız mektuplar aldım. Aynı mektupların Özkök"e gönderildiğini tahmin ediyorum. Ancak bu mektupların kimler tarafından organize edilip gönderildiğini bilmiyorum" diyordu..

Yalman"a, Ergenekon sanığı em. Org. Hurşit Tolon"da ele geçen 'opera-son' adlı belgedeki, "Özkök istifa ettirilip yerine Yalman getirilecek" iddiası da soruluyor ve bu stratejiden bilgisi olup olmadığı sorulan Yalman, şunları söylüyordu: "Özkök"ün ifadelerinden bu bilgiye muttali oldum. Bundan haberim yok. Bu bilgi benim göreve başladığım günlerdeki bazı bilgilerle örtüşmesinden calib-i dikkattir. KKK görevine başladığım ilk haftalarda Ali Er adlı Kurmay Albay bana "Siz 1. yılın sonuna kalmadan istifa edecekmişsiniz, bu konu her tarafta konuşuluyor" dedi. Tabii, benim için çok ciddi bir şok oldu. Buna takiben bir hafta sonra bir gazetede "Aytaç Paşa sağlık nedeniyle istifa edecek" diye bir yazı çıktı. Opera-son isimli dosyadaki istifa etmem konusuyla veya ettirilmem konusuyla bu yaşadığım olay arasında anlamlı bir ilişki var.'

*

'Generalleri hesaba çekmek cesaretini nereden buluyorsunuz?'

Balyoz Planı'ndan sanık olarak tutuklu bulunan I. Ordu eski Komutanı em. Org.Çetin Doğan da, 27 Mart günkü duruşmasında, 'Bizi haksız ve hukuksuz olarak parmaklıklar ardında olabildiğince tutma kararlılığınız, cesaretini nereden aldığınız elbet bir gün bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır!'

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salonda devam eden duruşmada, söz alan tutuklu sanıklardan emekli Dz. K. Kom. em. Oramiral Özden Örnek, daha önce haklarındaki iddialara ilişkin Kara Kuvvetleri eski Komutanı em. Org. Aytaç Yalman'ın tanık olarak dinlenmesini istediklerini, ancak bu taleblerinin kabul edilmediğini savunarak, 'Bu durum, mahkemenin tarafsızlığıyla ilgili zihnimizde sorular yaratıyor. Tezimiz, belgelerin sahte olduğu tezi olmasına rağmen bunu kanıtlayacak imkan verilmemiştir. Biz sanıklar, yargılama süresince gözleri bağlı olarak yürüyoruz. Ben ve tüm arkadaşlarım, buradan aklanarak çıkmak istiyoruz. ' diyordu..

Daha sonra söz alan I. Ordu eski komutanlarından em. Org. Çetin Doğan da, 'Şimdiye kadar sahteliği sırıtan dijital belgelere dayanarak bu davayı sabırla, inatla sürdürme ve bizi haksız ve hukuksuz olarak parmaklıklar ardında olabildiğince tutma kararlılığınız, cesaretini nereden aldığınız elbet bir gün bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır" diyor ve 'Bu dava, ancak bu davayı kotaranlar içeri girdiği zaman
sonuçlanacaktır.' diye tehdidler savuruyordu.. .

*

Şimdi şöyle bir düşünelim..

Bu kocaman kocaman generaller bizim ülkemizin ordusunun anlı-şanlı generalleri.. Büyük gövdesi, milletin çocuklarından oluşan bu dev gücün beyin takımı durumundaydılar.. Milletin vergisiyle besleniyorlardı ve hâlâ da, en yüksek em. maaşlarıyla, ve devletin lojmanlarında ve halktan kopuk, kendi kolonilerinde bir zevk'u safa hayatı sürüyorlar.. Çünkü, halkın içine çıkacak durumları yok.. Kendi halklarını esir almış, kendi ülkelerini istilâ etmiş yabancı bir ordunun komutanları durumundarlar, niceleri..

Onlar, 28 Şubar 1997 Zorbalığı döneminde defalarca tekrarladıkları gibi, 1923'den beri hep böyle bir yöntemle geliyorlardı ve milletin başına çöreklenmişlerdi..

Şimdi, entrikalarına az-biraz ışık tutulmaya, hesab sorulmaya başlanınca..

Ne zavallı tipler oldukları çıkıyor ortaya..

Bunlar güçlere, güçlerine tapan kimseler durumundalardı, iktidar ve saltanat günlerinde.. Bugün ise.. Bazen tehdid, bazen yalanlama ile, gerçekleri örtebileceklerini sanıyorlar..

Nitekim, şimdilerde, 90 yaşına dayanmış olsalar bile, 12 Eylûl 1980 Darbesi'nin lideri Ken'an Evren ile, o dönemin Hv. K. komutanı em. Org. Tahsin Şahinkaya da hesaba çekilmeye başlandılar.. Halbuki, Evren, geçen sene, yargılama süreci devreye girerse, intihar ederim..' diyordu.. 90 yaşın üstünde cezalandırılmaları değil, onların yargılanmaları, sembolik açıdan çok önemli..

Darısı, 28 Şubat Zorbaları'nın başına..

Bu duygular bir adâlet isteğinden geliyor; 'Bize yapıldı, şimdi de onlar çeksinler..' gibi, bir rövanşist duygudan değil..

Haksöz

Bu yazı toplam 1514 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar