Hisseli Haftasonu Kıssaları
Vakit'ten Memet Emin Kazcı yine tebessüm ettirici şeyler karalamış.
Hisseli haftasonu kıssaları
Papazın biri kilisenin kapısına kocaman bir levha asmış: “Ben, hepiniz için dua ediyorum… Rahibiniz.”
Birkaç gün sonra levhaya yeni bir cümle eklenmiş:
“Ben, hepinizin haklarını savunuyorum…
Avukatınız.”
Derken bir cümle daha:
“Ben hepinizin sağlığını koruyorum… Doktorunuz.”
Cümleleri ekleyen ekleyene:
“Ben ülkenizi koruyorum… Askeriniz.”
“Ben ilinizi yönetiyorum… Valiniz.”
“Ben size haber veriyorum… Medyanız.”
Sonunda bir cümle daha gelmiş ve artık kimse oraya bir şey yazmamış:
“İyi, hoş ama hepinizin parasını da ben ödüyorum… Vatandaşınız.”
Kıssadaki hisse çok açık.
Kimse bir ülkede yaptığı işler nedeniyle kendini imtiyazlı sanmamalı. Kimse konumuna bakarak kendinde “vatanı en çok ben severim” duygusu vehmetmemeli.
Sonuçta vatandaş yoksa hiçbiri de yok çünkü!
-
Ercüment Ekrem Talu da, Ahmet Haşim gibi kendisini çirkin bulanlardanmış.
Bir gün Ada vapurunda zamanın meşhur yazarlarından bir hanıma rastlamış.
“Nasılsınız efendim, ne var ne yok” demiş.
Kadın “iyilik güzellik, sizde ne var ne yok” deyince, Ercüment Ekrem, boynunu büküp yutkunarak mahzun bir sesle cevap vermiş:
“Bizde sadece iyilik!”
Her seçim öncesinde halk CHP’ye soruyor, “Sepette ne var ne yok” diye.
Cevap hep aynı:
“Bizde sadece laiklik.”
Böyle olunca, halkta da sadece nanik tabii.
-
Keçecizade Fuat Paşa'ya sormuşlar:
“Paşam, bize gerçek dostlarının kimler olduğunu söyler misin?”
Paşa çenesini kaşıyıp şöyle bir düşünmüş:
“Şimdi iktidardayım, bilemem!”
Ee, dostu düşmanı iyi seçmek hüner işidir.
Hele de iktidardaysan!..
-
Şimdilerde o kadar kalmadı ama özellikle 12 Eylül öncesinde sağ basın, “Öztürkçe” adı altında bazı uyduruk kelimelerin kullanılmasına ambargo koyardı.
Mesela o zamanın Tercüman gazetesinde tashihçilere kesin talimat verilmiş:
“Bütün uyduruk kelimelerin yerine aslını koyacaksınız.”
Bir gün bir muhabir o zamanın Pamukbank Genel Müdürü olan Hüsnü Özyeğin’le bir röportaj yapmış. Gel gör ki muhabir, röportajın bant çözümünü yaparken, daktilosunda yanlış tuşlara basıp, “Özyeğin”i “Örneğin” diye yazmış.
Musahhih de talimat gereği “Örneğin”i silip yerine malumunu yazınca, ertesi gün gazetede şöyle bir başlık çıkmış:
“Hüsnü Mesela ile röportaj"
Düşünüyorum da, acaba o zamanın Tercüman’ı, şimdiki Cumhurbaşkanımız Sezer’in çeşitli yıldönümlerinde yayınladığı “gönençli, erekli vs” mesajları nasıl yayınlardı?
Musahhihlerin işi zor olurdu, değil mi?
-
Malum, dahil olmak için can attığımız batı dünyasında 3. cinsi doğallaştırma, kanıksatma, yaygınlaştırma çabaları bütün hızıyla sürüyor.
Televizyonda yayınlanan bir yabancı filmde sahnedeki adam, baloda eğlenenlere hitaben yaptığı özlü konuşmaya şu cümlelerle başlıyor:
-Baylar, bayanlar... İkisi de olmayanlar.. Ya da her ikisi birden olanlar...
Yakında bakarsın, kamusal alanda yapılacak konuşmalara bu tür bir giriş yapmak, bir Kopenhag kriteri olarak karşımıza çıkarılır.
Kim bilir!..
-
Ameliyatın tam ortasında doktor, panik içinde bağırmaya başlamış asistanına:
- Narkoz bitti. Koş hemen birkaç politikacı bul getir.
Asistan “Ama doktor” demiş, “Ne işe yarayacak politikacılar?”
Doktor kızmış:
“Narkoz bitti, ne yapayım; cümle alemi uyuttuklarına göre, hastayı da en iyi onlar uyuturlar kanımca.”
Ben şahsen doktorla aynı kanıda değilim.
Seçimlerde halkımız, kendisini bol keseden narkozlamaya çalışanlara itibar etmedi.
Demek ki, narkoz biterse, gene en iyisi narkozcuya gitmek!
-
Nasrettin Hocanın iki ayrı şehirde yaşayan iki oğlu varmış.
Bir gün, karısı “Git de şu çocukları bir ziyaret et. Bakalım ne haldeler” deyince yola düşmüş.
Birinci şehirdeki oğlu “Valla baba” demiş, “Bütün varımı yoğumu üzüm bağına yatırdım. Eğer yağmur yağmaz da kuraklık olursa, bil ki anam ağlayacak.”
İkinci şehire varınca da öteki oğlu anlatmaya başlamış:
“Valla baba” demiş, “Bütün altınlarımı bozdurdum. Varım yoğum ne varsa hepsini tuğla işine yatırdım. Eğer yağmur yağar da bütün tuğlalar ıslanıp bozulursa, bil ki anam ağlayacak.”
Hoca ziyareti bitirip evine dönünce karısı sormuş:
“Ee, ikisini de gittin gördün. Anlat bakalım hele, nasılmış bizim çocuklar?”
Bir süre sıkıntılı şekilde sakalını sıvazlayan Hoca, “Valla hanım” demiş, “Nasıl anlatsam bilmem ki, havalar yağmurlu da olsa, kurak da gitse, sen ağlayacaksın!”
Bu ülkede ne zaman demokratikleşme, özgürleşme falan hikayeleri anlatılsa, benim aklıma hep başörtüsü yüzünden mağduriyetlere uğratılıp hayatı karartılan kadınlar gelir.
Çünkü, iktidara kim gelirse gelsin, kim ne kadar reform paketleri açarsa açsın;
Anası ağlayan hep onlar!..
Avukatınız.”
Derken bir cümle daha:
“Ben hepinizin sağlığını koruyorum… Doktorunuz.”
Cümleleri ekleyen ekleyene:
“Ben ülkenizi koruyorum… Askeriniz.”
“Ben ilinizi yönetiyorum… Valiniz.”
“Ben size haber veriyorum… Medyanız.”
Sonunda bir cümle daha gelmiş ve artık kimse oraya bir şey yazmamış:
“İyi, hoş ama hepinizin parasını da ben ödüyorum… Vatandaşınız.”
Kıssadaki hisse çok açık.
Kimse bir ülkede yaptığı işler nedeniyle kendini imtiyazlı sanmamalı. Kimse konumuna bakarak kendinde “vatanı en çok ben severim” duygusu vehmetmemeli.
Sonuçta vatandaş yoksa hiçbiri de yok çünkü!
-
Ercüment Ekrem Talu da, Ahmet Haşim gibi kendisini çirkin bulanlardanmış.
Bir gün Ada vapurunda zamanın meşhur yazarlarından bir hanıma rastlamış.
“Nasılsınız efendim, ne var ne yok” demiş.
Kadın “iyilik güzellik, sizde ne var ne yok” deyince, Ercüment Ekrem, boynunu büküp yutkunarak mahzun bir sesle cevap vermiş:
“Bizde sadece iyilik!”
Her seçim öncesinde halk CHP’ye soruyor, “Sepette ne var ne yok” diye.
Cevap hep aynı:
“Bizde sadece laiklik.”
Böyle olunca, halkta da sadece nanik tabii.
-
Keçecizade Fuat Paşa'ya sormuşlar:
“Paşam, bize gerçek dostlarının kimler olduğunu söyler misin?”
Paşa çenesini kaşıyıp şöyle bir düşünmüş:
“Şimdi iktidardayım, bilemem!”
Ee, dostu düşmanı iyi seçmek hüner işidir.
Hele de iktidardaysan!..
-
Şimdilerde o kadar kalmadı ama özellikle 12 Eylül öncesinde sağ basın, “Öztürkçe” adı altında bazı uyduruk kelimelerin kullanılmasına ambargo koyardı.
Mesela o zamanın Tercüman gazetesinde tashihçilere kesin talimat verilmiş:
“Bütün uyduruk kelimelerin yerine aslını koyacaksınız.”
Bir gün bir muhabir o zamanın Pamukbank Genel Müdürü olan Hüsnü Özyeğin’le bir röportaj yapmış. Gel gör ki muhabir, röportajın bant çözümünü yaparken, daktilosunda yanlış tuşlara basıp, “Özyeğin”i “Örneğin” diye yazmış.
Musahhih de talimat gereği “Örneğin”i silip yerine malumunu yazınca, ertesi gün gazetede şöyle bir başlık çıkmış:
“Hüsnü Mesela ile röportaj"
Düşünüyorum da, acaba o zamanın Tercüman’ı, şimdiki Cumhurbaşkanımız Sezer’in çeşitli yıldönümlerinde yayınladığı “gönençli, erekli vs” mesajları nasıl yayınlardı?
Musahhihlerin işi zor olurdu, değil mi?
-
Malum, dahil olmak için can attığımız batı dünyasında 3. cinsi doğallaştırma, kanıksatma, yaygınlaştırma çabaları bütün hızıyla sürüyor.
Televizyonda yayınlanan bir yabancı filmde sahnedeki adam, baloda eğlenenlere hitaben yaptığı özlü konuşmaya şu cümlelerle başlıyor:
-Baylar, bayanlar... İkisi de olmayanlar.. Ya da her ikisi birden olanlar...
Yakında bakarsın, kamusal alanda yapılacak konuşmalara bu tür bir giriş yapmak, bir Kopenhag kriteri olarak karşımıza çıkarılır.
Kim bilir!..
-
Ameliyatın tam ortasında doktor, panik içinde bağırmaya başlamış asistanına:
- Narkoz bitti. Koş hemen birkaç politikacı bul getir.
Asistan “Ama doktor” demiş, “Ne işe yarayacak politikacılar?”
Doktor kızmış:
“Narkoz bitti, ne yapayım; cümle alemi uyuttuklarına göre, hastayı da en iyi onlar uyuturlar kanımca.”
Ben şahsen doktorla aynı kanıda değilim.
Seçimlerde halkımız, kendisini bol keseden narkozlamaya çalışanlara itibar etmedi.
Demek ki, narkoz biterse, gene en iyisi narkozcuya gitmek!
-
Nasrettin Hocanın iki ayrı şehirde yaşayan iki oğlu varmış.
Bir gün, karısı “Git de şu çocukları bir ziyaret et. Bakalım ne haldeler” deyince yola düşmüş.
Birinci şehirdeki oğlu “Valla baba” demiş, “Bütün varımı yoğumu üzüm bağına yatırdım. Eğer yağmur yağmaz da kuraklık olursa, bil ki anam ağlayacak.”
İkinci şehire varınca da öteki oğlu anlatmaya başlamış:
“Valla baba” demiş, “Bütün altınlarımı bozdurdum. Varım yoğum ne varsa hepsini tuğla işine yatırdım. Eğer yağmur yağar da bütün tuğlalar ıslanıp bozulursa, bil ki anam ağlayacak.”
Hoca ziyareti bitirip evine dönünce karısı sormuş:
“Ee, ikisini de gittin gördün. Anlat bakalım hele, nasılmış bizim çocuklar?”
Bir süre sıkıntılı şekilde sakalını sıvazlayan Hoca, “Valla hanım” demiş, “Nasıl anlatsam bilmem ki, havalar yağmurlu da olsa, kurak da gitse, sen ağlayacaksın!”
Bu ülkede ne zaman demokratikleşme, özgürleşme falan hikayeleri anlatılsa, benim aklıma hep başörtüsü yüzünden mağduriyetlere uğratılıp hayatı karartılan kadınlar gelir.
Çünkü, iktidara kim gelirse gelsin, kim ne kadar reform paketleri açarsa açsın;
Anası ağlayan hep onlar!..
-
Rus elçisi veda ederken Osmanlı sadrazamına sormuş:
-Efendim, bir emriniz var mı? Söyleyin hemen yerine getireyim.
Sadrazam, görev yaptığı süre içinde sürekli pürüz çıkaran elçiye “Teşekkür ederim” demiş, “Yeni meseleler getirme de ne getirirsen getir!”
Sizce bu ülkede Rus elçisine en çok benzeyip, ülkenin başına, olmayan meseleleri mesele diye getirerek ortalığı velveleye vermekte en hüner sahibi olanlar kimler?
Haklısınız.
Bence de!..
M. Emin Kazcı / Vakit