Hasan Karakaya
Hizbullah"a sorular... Hz. İbrahim"in örgütle ilişkisi ne?
Öncelikle, çok net olarak söyleyeyim;
Bir "Hizbullah avukatı" değilim!..
CHP"nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal "Ergenekon avukatlığı"na, şimdiki Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu "Ergenekon üyeliği"ne soyunsa da; altını kalın çizgilerle çizip, ifade ediyorum ki, ben "Hizbullah"ın avukatı" da değilim, "üye"si de!.. Olmaya da hiç niyetim yok!..
Ama, herkesin;
"Hukuk"tan, "anayasa"dan ve "adil yargılama"dan söz ettiği şu günlerde, ben de bir "çifte standart"a, bir "ikiyüzlülüğe" dikkat çekmek istiyorum.
VARSA-YOKSA BALYOZ!
Bazı meslektaşlarımız;
"Ergenekon ve Balyoz tutuklamaları"nı gündeme getirip, "vicdanları rahatsız edecek uygulamalar"dan söz ediyorlar ama, her ne hikmetse, kapsama alanına kesinlikle Hizbullah"ı almıyorlar.
Meselâ, diyorlar ki;
"Türk hukuku tutuklama kuralı üzerine kurulu ve bu durum çok sık haksızlığa yol açabiliyor.
Bunun bir örneğine Balyoz davasında yine tanık olduk.
Mahkeme, duruşmalara düzenli gelip giden, birkaç kez tutuklanıp salıverilmiş olmalarına rağmen kaçma teşebbüsünde bulunmayan, adresleri belli 163 muvazzaf ve emekli general hakkında tutuklama kararı verdi.
Evet, Balyoz"a konu olan davada taraf olabiliriz, bu davada gündeme gelen iddialar vicdanımızı çok rahatsız edebilir ancak bu davanın hukukiliği, tutuklamaların keyfiliği konusunda görüş bildirmemize engel olmaz, olmamalı."
Bu "görüş"lere elbette katılıyor ve "tutuklamaların keyfiliği" yönündeki iddiaları saygıyla karşılıyorum.
Ne var ki;
Balyoz tutuklamalarında "keyfilik"ten dem vuran "entel" arkadaşların, yazılarını "dantel" gibi örerlerken, "Hizbullah sanıkları"nı unutmalarını anlayamıyorum..
HACI İNAN DA İMZA ATIYORDU
Ne yani; Balyoz"culara "keyfî tutuklama" yapıldı da, "Hizbullah"çılara adil mi davranıldı?..
İşte, Hacı İnan örneği ortada!..
Bu adam, "10 yıldır hapiste" miydi?..
"Yargıtay"ın gevşekliği" yüzünden, hakkında "karar" verilmediği için "tahliye" edilmiş miydi?.. Edilmişti!..
Aynı dâvâ kapsamında "tahliye" edilenlerden bazıları "firar" etmiş olabilir...
Ama Hacı İnan, onlardan değildi...
"Düzenli" şekilde "imza atmaya" gitti ve açıkça gösterdi ki; "Ben buradayım!"
Onun, "adresi" de belliydi!..
O adresten "düzenli" olarak Emniyet"e geliyor, "imza"sını atıp gidiyordu!..
Peki, ne oldu sonra?..
"Medya baskısı" altında kalan yargı, onun "yeniden tutuklanmasına" karar verdi... "Adresi zaten belli" olduğu için, polis, "bir gece yarısı" evini bastı ve o anda "evinde misafirleriyle birlikte oturmakta" olan Hacı İnan"ı derdest edip, götürdü!..
Ve, Hacı İnan, yeniden tutuklandı!..
Bu tutuklama, elbette tartışılır!..
Öyle ya;
"Zaten tutuklu" olan bir adamın "yeniden tutuklanması" hukukî midir, yoksa "keyfî" mi?..
Ama ben, işin orasında değilim!..
ASKERE SELÂM MI ÇAKIYORLAR?
Benim derdim, "entel-dantel" arkadaşlarla... "Balyoz tutukluları" için "vicdanları sızlayan" bu arkadaşlar, acaba "geleceğe yatırım" mı yapıyorlar?..
İleride ne olacağı belli olmaz!..
Hani, maazallah, AK Parti iktidardan düşer de, siyaset, yeniden "askerî vesayet"in eline geçerse; "Ben sizi savunmuştum" mesajı vermek için mi yazıyorlar bu yazıları?..
Kim bilir, belki de şöyle düşünüyorlardır:
"Bunları yazayım ki, yarın bir gün asker geldiğinde paçamı kurtarayım!.. Yoksa, oturma organıma süngü geçirirler de, cephe cephe dolaştırırlar...
Balyoz tutuklamalarına karşı çıkayım ki;
Kızılay Meydanı"nda yağlı kazığa oturtulmaktan kurtarayım kendimi!"
Eğer, yazıları "askere selâm" çakmak değilse ve ortada bir "keyfilik" bulunduğuna samimi olarak inanıyorlar ise, sormak lâzım kendilerine;
"Adresleri belli, imzalarını düzenli olarak atan, kaçma şüpheleri de bulunmayan Hizbullah sanıklarının, bir gece yarısı evlerinden alınıp, tutuklanmalarını niye görmezden geldiniz?..
Vicdanınız mı ağır bastı,
Cüzdanlarınız mı?.."
Yoksa;
"Hizbullah"a sahip çıkma"nın hiçbir "getiri"si olmadığını mı düşündünüz?..
Öyle olmalı!..
İşte burada, "insan" faktörü öne çıkıyor!.. Gerçekten zor iştir "insan" olmak!..
Tıpkı, bir babanın, evlâdına dediği gibi; "Vali olmuşsun ama adam olamamışsın!"
Bunlar "yazar" olmuşlar, "entel"liğe soyunmuşlar, yazılarını bir "dantel" titizliği ile işliyorlar ve de "demokrat" görünüyorlar ama, maalesef "adam" olamamışlar!..
Çünkü "adam" olmak demek;
Gerekirse "kaybetmeyi göze almak" demektir!..
Oysa, bazıları için;
"Patron"ları, "egemen"leri, "derin"leri ve "mahalle"yi kaybetmek, çok zor iştir!..
Öyle ya;
"Gerçek kimlikleri" ile ortaya çıkıp da, "gerçek"leri haykırsalar; kendilerine bahşedilen imkânlar, "rant"lar ve "saltanat"lar, ellerinin altından kayıverir de, sudan çıkmış balığa dönüverirler!..
Onlar da; "oynuyorlar" işte!..
"Rol"lerini oynuyorlar!..
"Kaypak demokrat"ı oynuyorlar!..
TBB"NİN BAŞI BUNU YAPARSA!
Mes"ele, sadece "entel-dantel yazarlar"la sınırlı kalsa, bu yazıyı yazmaya gerek bile duymazdım.
Ama, önceki gün;
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Vedat Ahsen Coşar"ın da; "aynı koro"ya katılıp, "aynı telden" çalmaya başladığını görünce, yazmadan edemedim.
Efendim;
TBB Başkanı Vedat Ahsen Coşar, bir "yazılı açıklama" yapıp, demiş ki;
"Kamuoyunun yakından ilgilendiği Ergenekon, Balyoz ve KCK dâvâları bağlamında bazı konuları kamuoyuyla paylaşmayı görev biliyorum."
Ve devam etmiş açıklamasına:
"Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 100/3. maddesinde sıralanan katalog suçlarla ilgili tutuklamalarda; şüphelilerin-sanıkların serbest bırakıldıkları takdirde kaçacakları veya kanıtları karartacakları varsayımına dayalı olarak tutuklama kararı verilmesi, ceza hukukunun temel ilkelerine ve Avrupa İnsan Mahkemesi"nin (AİHM) bu konudaki kararlarına da aykırıdır.
Tutukluluk; makûl bir süreyi aşmamalı, koruma tedbiri olmaktan çıkarılıp cezaya ya da infaza dönüşmemelidir."
Eyvallah...
Buna da bir itirazım yok.
Ama sormak gerekmez mi, Türkiye Barolar Birliği"nin pek sayın Başkanı Vedat Ahsen Bey"e;
"Hizbullah sanıklarının tam 10 yıldır tutuklu kalmaları makûl bir süre midir?.. Bu adamların 10 yıl içerde kalmaları bir ceza veya infaz değil midir?"
Peki; en fazla 4 yıldır tutuklu bulunan Ergenekon ve Balyoz sanıkları hakkındaki görüşlerinizi kamuoyu ile paylaşırken, 10 yıldır tutuklu bulunan Hizbullah sanıklarını niye hiç hatırlamadınız, onların durumlarını niye kamuoyuyla paylaşmadınız?.."
Vedat Ahsen Coşar Bey"in gözünde "at gözlüğü" mü vardı, yoksa o da mı "çifte standart okyanusu"nda kulaç atıyordu?..
Hiç kuşkunuz olmasın ki;
Bu ülkenin başına ne geldiyse, bu "çifte standartçılar"dan gelmiştir!..
Kendilerini, "darbecinin de hukukunu savunmak zorunda" görenler; "Dâvânın adı Balyoz da olsa, bakış açısı değişmemeli" objektif(!)liğine sarılanlar, acaba, "Hizbullah da olsa değişmemeli" diye niye yazamıyorlar!..
Yoksa, bilgisayar tuşlarında "E" ve "B" harfleri var da, "H" harfi mi yok?!?..
TRAJİK VE KOMİK SORULAR
Söyledim, yine söyleyeyim;
"Hizbullah"ın avukatı değilim... Hiçbir örgütle bağım olmadığı gibi, bu örgütle de uzaktan-yakından hiçbir bağım, hiçbir bağlantım yok!.. Dahası; bir çok görüşlerine de katılmıyorum."
Ama, "namuslu" olmaya, "dürüst" olmaya, gündemdeki olaylara "objektif" bakmaya çalışıyorum...
Hizbullah"ın "illegal bir terör örgütü" olduğunu iddia edenlere de diyorum ki; "Peki, Ergenekon ne, PKK ne, KCK ne?.. Ne yani, onlar legal örgütler midir?.. Onları legal görenler, Hizbullah"ı niye illegaliteye itiyorlar?"
Ergenekon ve Balyoz dâvâlarını "sulandırmak" ve de "Oda TV baskını" ve "Soner Yalçın"ın tutuklanması" olayında "kafaları bulandırmak" için kalem oynatıp; "bahane üstüne bahane" üretenler; meselâ "Doğruhaber gazetesine yapılan baskın"ı, meselâ "Hizbullah"la ilişkili" olduğu iddiasıyla "Dost-Der derneğine düzenlenen operasyon"da "gözaltına" alınan "dernek üyeleri"ne yönelik "sorgulama"ları niye "görmezden geldiler" acaba?..
Ergenekon, Balyoz ve Oda TV baskınlarında ele geçen "delil"ler konusunda, "Gülünç!.. Hiç de inandırıcı değil" diyenler, Kocaeli"de bulunan "Dost-Der üyeleri"ne sorulan sorulardan haberdar mıdır acaba?..
Buyrun, birkaç anekdot aktarayım:
Dost-Der üyelerinden biri, bir arkadaşıyla "telefon görüşmesi" yapıyor ve bu görüşme elbette "dinleme"ye takılıyor.
"Teknik takip"e takılan o görüşme, savcı tarafından zanlının önüne konuluyor...
Görüşmenin özü şu:
"Hazreti İbrahim"i anma etkinliği ne alemde?.. Hazırlıklar hangi aşamada?"
Savcının sorusu ise şu:
"Hazreti İbrahim"i nereden tanıyorsun?.. Hazreti İbrahim"in örgütle ilişkisi ne?!?.."
Çok "komik" değil mi?..
O halde, buyrun bir örnek daha:
Dernek üyelerinden Ünal Karakuşlu"nun önüne, "kendisinin" ve "bir arkadaşının" fotoğrafı konuluyor.
Savcı, parmağını Ünal Karakuşlu"nun fotoğrafının üzerine koyup, soruyor:
"Fotoğraftaki şahsı tanıyor musun?"
Ünal Karakuşlu ne desin şimdi?..
"O kişi benim!" mi desin?..
Buyrun bir başka trajedi, bir başka komedi örneği... Bu defa, savcının karşısındaki zanlı Selâmi Açıkgöz"dür...
Şahit olduğu olayı anlatıyor.
"Bir arkadaşım" diyor; diğer arkadaşıyla konuşurken, "Ne yapıyorsun?" diye soruyor... O da, "Uyuyorum" diye cevap veriyor.
Arkadaşım da, şakayla karışık diyor ki;
"Hiç öğleye kadar uyunur mu?.. Ancak camışlar bu kadar uyur!.. Sen camış mısın ki, hâlâ uyuyorsun?"
Savcı, "dinleme tutanakları"na bakıp, soruyor:
"Camış kimdir?..
Örgütle bir bağlantısı var mıdır?!?"
Demek istiyorum ki;
Ergenekon ve Balyoz dâvâlarında "komedi üretim merkezi" gibi çalışanlar, bu "komedi"leri niye görmezler?..
"At gözlüğü" taktıkları için mi?..
Yoksa, hep yaptıkları gibi;
"Benim teröristim iyidir" mantığı mı?
================
Devlet Adamı... Devlet Memuru!
İşte "zihniyet" ve "devlet adamlığı" farkı... Bir yanda Tayyip Erdoğan, bir yanda Kemal Kılıçdaroğlu... Bu iki ismi "kıyaslamak" bile Erdoğan"a hakarettir ama, bir "zihniyet"i deşifre etmek için, bu kıyaslamayı yapmaya mecbur kaldım.
Erdoğan"ın, Mübarek"e yaptığı "çağrı"yı Kaddafi"ye niye yapmadığını soran Bay Kılıçdaroğlu, "tek tipçi" olduğunu yine gösterdi... Sayın Hüseyin Çelik"in dediği gibi; "hastane"de yatan herkes "hasta"dır ama; hepsine "aynı tedavi" uygulanmaz, "aynı ilaç" verilmez!.. Çünkü o ilaç "ters" tepebilir, "yan etki" yapabilir...
Tamam; Mübarek de "hastalıklı bir ruh hali"ne sahiptir, Kaddafi de... Ama, "hastalık"ları farklıdır... Dolayısıyla; Mübarek"e yapılan "çağrı"nın zamanlaması farklıdır, Kaddafi"ye yapılacak çağrının farklı!..
Senin orada 25 bin vatandaşın varken, bir "çağrı" yapmaya kalkarsan, onların canlarını "tehlikeye" atmış olursun...
Ki, Libya"dan dönen işçilerimiz; "Kılıçdaroğlu"nun açıklaması"ndan sonra; "Kaddafi yanlılarının, kendilerine karşı sertleştiğini, zor anlar yaşadıklarını" söylüyorlar.
İşte bu, "devlet adamlığı" farkıdır... Bir insan, Kılıçdaroğlu gibi "devlet memurluğu" yapmış olabilir...
Ama, "devlet adamlığı" bambaşka bir şeydir!..
Devlet adamı "canları kurtarmaya" çalışır, "devlet memuru" ise, mesaisini doldurmaya!.. Bu, bir "zihniyet farkı"dır!
akit