Hizbullâh'ı Hizbullâh Yapan Sadece Silâh Değil / İbrahim Sédiyanî

Hizbullâh'ı Hizbullâh Yapan Sadece Silâh Değil / İbrahim Sédiyanî

Hizbullâh'ı Hizbullâh Yapan Sadece Silâh Değil, Aynı Zamanda Kazma – Kürek, Şırınga ve Tebeşirdir

İki aydan fazla bir zamandır tüm dünya Lübnan'daki savaşı ve Hizbullâh'ı konuşmakta. Genel kanı, savaşta İsrâil'in salt askerî değil, moral değerler açısından da zarara uğradığı ve zaten temelde "etik" olmayan bu "orantısız güç kullanımlı" savaştan Hizbullâh'ın kazançlı çıktığı yönünde. Bu noktada İslâm âleminin "münevverleri" ile Batı dünyasının "aydınları" aynı fikirde.

Batılı siyasîler, aydınlar, otyantalistler ve medya kuruluşları, bundan sonraki süreç için, "Hizbullâh'ın, diğer coğrafyalardaki İslâmcı hareketlere ilhâm kaynağı ve örnek olabileceğini" söyleyip muhtemel "tehlikeye" işaret ederken, farklı coğrafyalardaki bu "İslâmcı" hareketler, Hizbullâh'ı şimdiden kendilerine örnek aldılar bile.

Magnetik çekim alanı "Küçük Venedik'ten" ( Venezuela ) "Hindistan Adaları'na" ( Endonezya, Indonesia ) dek tüm yerküresini kapsayan Hizbullâh, diğer ülkelerdeki İslâmî hareketler, basın – yayın organları ve cemaatler tarafından incelenmeye, araştırılmaya, tanınmaya çalışılıyor.

Süreç, siyasî mücâdele ve halk hareketlerinin, devrimci ve direnişçi örgütlenmelerin lügâtlarına "Hizbullâh Modeli" diye bir kavram katacak kadar ciddîdir.

HİZBULLÂH'TAN ALDIĞIMIZ TEK DERS "DİRENİŞ VE MÜCÂDELE" İSE EĞER, YİNE YANILDIK DEMEKTİR

Türkiyeli müslümanlar 80'li ve 90'lı yıllarda genel olarak "aylık dergi" ekseninde faaliyet gösteriyorlardı. "İstiklâl, Vahdet, Şehâdet, Davet, Tevhid, Yeryüzü, Yeni Yeryüzü, İmza, Haksöz, Hira, İktibas, Mektup, Sebat, Evrensel Mesaj, Diyarbakır Söylem", o dönemlerden kalma "tatlı anılar" olarak hâlen belleğimizdedir. Sonradan "Selam" ile bir "haftalık gazete" sıçraması yapılmıştı ama benzerleri zuhur etmediğinden, o da "türünün ilk ve son örneği" olarak kaldı.

Bu dönemlerde çıkardığımız dergilerdeki haber – yorumların ve düşünce yazılarının okuyucular üzerindeki yansımalarını, okuyucuların haberleri veya köşe yazılarını, makaleleri nasıl karşıladıklarını rahat bir şekilde öğrenemiyorduk. Dergilere gönderilen "okuyucu mektupları" bu konuda küçük bir ipucu veriyordu ama, yaptığınız yayının müslümanlar nezdinde nasıl bir aksülamele yolaçtığını öğrenebilmek için, Türkiye'yi gerçekten il il dolaşmanız gerekiyordu.

"Niyet ettim Allâh rızâsı için internet yayını yapmaya – uydum hazır olan Google'a" deyip "sanal yayına" geçtikten sonra, bu sıkıntımızın büyük ölçüde ortadan kalktığını söyleyebilirim.

Zira internet sitesinde yapılan yayınlarda, haber – yorumlara ve köşe yazılarına okuyucular yazıyı okur okumaz oturduğu yerden aynı dakika içinde yorum yazdığı için, yayınınızın insanlar tarafından nasıl karşılandığını iyi biliyorsunuz. Bunu öğrenmek için, ülkeyi karış karış dolaşmaya gerek yok.

Bu cümleden olarak, Lübnan savaşı ve Hizbullâh direnişi üzerine gerek bizim sitemizde, gerekse kardeş sitelerde yüzlerce haber veya makale yazıldıysa, bunun yanında binlerce de yorum yapıldığı için, Lübnan Hizbullâh hareketinin Türkiye'deki müslümanlar üzerinde nasıl bir etkileşime yol açtığını, Türkiyeli müslümanların Hizbullâh'ın hangi yönlerini kendilerine örnek aldığını bilebilmek / anlayabilmek için ayrıca "toplum psikolojisi" bilmeye gerek yok.

Benim gözlemim, "Hizbullâh saflarında savaşmak için Lübnan'a 10 bin mücâhid göndermeye hazırız" diyen Mısırlı müslümanlar gibi, Türkiyeli müslümanların da Hizbullâh'ın yalnızca "direniş ve silâhlı mücâdele" özelliğini görebildiği yönünde.

HİZBULLÂH SADECE "SİLÂH" DEĞİL

Oysa Hizbullâh, sadece "silâh" demek değildir. Hizbullâh, yalnızca silâhlı mücâdeleden ibaret bir örgüt değildir. "Silâhlı mücâdele", çok yönlü faaliyet gösteren Hizbullâh'ın yalnızca bir yönüdür. Zira Hizbullâh, askerî, siyasî, sosyal, kültürel, ekonomik, akademik, ilmî birçok alanda "var olan", hayatın her alanında Lübnan ülkesine ve halkına hizmet eden geniş ve organizeli bir yapılanmadır.

Hizbullâh araştırma, sağlık, sosyal yardımlaşma ve medya alanlarında birçok hizmet sağlıyor. Bu faaliyetleri, Hizbullâh'ın beğenilmesini ( teveccüh ), güvenilirliğini ( emânet ) ve Lübnan halkının verdiği desteği ( kitleselleşme ) arttırıyor. Bizzat Birleşmiş Milletler ( BM ) 'in de belirttiği üzere, Hizbullâh çok yoğun bir eğitim ve sosyal yardım programı düzenlemiştir ve başarısının önemli bir kısmı, bu faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Halihazırda Lübnan'da Hizbullâh'a ait 5 hastahane, 14 klinik, 12 okul ve 2 tane de ziraat amaçlı "tarım yardım derneği" bulunuyor.

Hizbullâh'ın sivil faaliyetleri bunlarla sınırlı değil elbette. Bu saydıklarımız dışında, Hizbullâh'a ait 6 ayrı kurum daha vardır:

- "El- Menar" Televizyonu: Hizbullâh tarafından uydu yayını yapan bir TV kanalıdır. Sadece Lübnan'da değil, tüm dünyada izlenebilmektedir.

- "En- Nur" Radyosu: Yine Hizbullâh tarafından yayın yapan ve geniş halk kitlesine hitâb eden bir radyodur.

- "Yardımlaşma İçin İmdat Komitesi": Güney Lübnan'da yasadışı İsrâil terör örgütünün saldırılarından etkilenen halkın karşılaştığı sosyal zorlukları ve âîlelerin sıkıntılarını hafifletmek için kurulmuştur.

- "Şehîdler Sosyal Organizasyonu": Direnişte şehîd olanların âîlelerine maddî ve manevî yardımda bulunan bir kurumdur.

- "Yaralılar Kurumu": Yaralanmış direniş savaşçılarının kendilerine yeni bir sosyal hayat kurmalarına yardımcı olmak amacıyla kurulmuştur.

- "Cihâd'el- Bina" ( İnşaat Cihâdı ): İsrâil saldırılarında yıkılan binaların yeniden inşâsıyla su ve çöp toplama hizmetleri veriyor.

Hizbullâh, "tarım merkezleri" yoluyla köylülere ekim teknikleri öğretmekte, kaliteli tohum vermektedir. Hizbullâh "çevre" ( ekoloji ) konularıyla da ilgilenmekte ve bunun için görevliler atamaktadır. Hastahanelerinde ucuz tedâvi imkânı sunmaktadır. Özellikle maddî durumu kötü olanlar için ücretsiz doktor hizmeti sunmaktadır. Sadece sağlık hizmetleri için Hizbullâh'ın yüz milyonlarca Dolar ayırdığı tahmin edilmektedir.

İsrâil saldırısı Lübnan'da susuzluğa yol açtığı günlerde dahi, ihtiyaç duyulan âcîl suyu Hizbullâh'ın ekipleri temin ediyordu. Özellikle Güney Beyrut'ta Hizbullâh her türlü sosyal hizmetin içindedir. Fâkirleri kolluyor, gelir dağılımındaki adaletsizliği düşük ücretli veya ücretsiz hizmetleriyle kapatmaya çalışıyor.

Geçmişte de Hizbullâh seçimlere girerken, sadece silâhlı mücâdeleyi söylemine almadı. Eğitim ve sağlık sisteminin düzeltilmesi Hizbullâh'ın seçim manifestolarında hep önemli bir yer tuttu ve bilhassa son dönemlerde önemi daha da arttı.

Hizbullâh sosyal hizmetlere büyük önem veriyor ve bir kolu "sivil toplum örgütü" gibi çalışıyor. Lübnan'da hastahaneleri, okulları ve yardım kuruluşları var.

Türkiye kamuoyuna yanlışlıkla ( belki de kasıtlı olarak ) "Yeniden İnşâ Programı" adıyla lanse edilen, ancak gerçek ismi "Cihâd'el- Bina" ( İnşaat Cihâdı ) olan kuruluş çerçevesinde Hizbullâh, Lübnan'daki birçok yeniden yapılanma programını yürütüyor ve İsrâil saldırılarıyla başlayan son savaştan sonra bu faaliyetlerine daha güçlü bir şekilde tekrar devam edecektir. Geçmişte olduğu gibi, okul ve hastahanelerin birçoğu ve halkın yaşadığı evler, Lübnan hükûmeti tarafından değil, Hizbullâh ve ona bağlı kuruluşlar tarafından tamir edilecek veya yeniden inşâ edilecektir.

Hizbullâh'ın hayır kurumları arasında yoksul ve sakatlar için tıbbî yardım ve eğitim hizmeti veren "İmdad" ve İsrâil'e karşı savaşta şehîd olanların âîlelerine yardım sağlayan "Şehîdler Müessesesi" bulunuyor.

"Cihâd'el- Bina" adındaki kurum ise İsrâil saldırılarında yıkılan binaların yeniden inşâsı ile su ve çöp toplama hizmetleri veriyor.

Hizbullâh yalnızca cephede sıcak savaş yapan ( silâh ) bir örgüt değildir. Hizbullâh, yıkılan binaları yeniden inşâ eden ( kazma – kürek ), hastahane ve kliniklerinde yüzlerce doktor ve binlerce hemşiresiyle Lübnan halkına sağlık hizmeti sunan ( şırınga ) ve okullarında eğitim – öğretim veren onlarca öğretmeni olan ( tebeşir ) bir büyük yapılanmadır.

Dünyanın birçok ülkesinde devletlerin bile halkına, vatandaşlarına vermediği veya vermekten âcîz hizmetleri sunan bir harekettir.

ATEŞKES'E DEK HİZBULLÂH SADECE SİLÂHLI CİHÂD YAPTI - HİZBULLÂH'IN ASIL BÜYÜK CİHÂDI ATEŞKES'TEN SONRA BAŞLADI

33 gün süren savaşta, İsrâil ordusu tarafından verilen rakamlara göre, İsrâil uçakları Lübnan'da 7 bin "hedef" vurdu. Donanmaya bağlı savaş gemilerinden de Lübnan'a 2 bin 500 mermi atıldı.

Güney Lübnan'da ( Lûbnan-ı Cenub ), bu mermi, füze ve bombaların hedefi olan evler, yollar, köprüler, havaalanları, elektrik santralleri ve fabrikalar kısmen ya da tamamen yıkılmış durumdadır.

Lübnan hisse senetleri borsası kapatıldı. Ülkede turizm sektörü ise 2006 için tamamen bitti.

İsrâil bombardımanında vurulan sadece bir tane elektrik santralinden Akdeniz'e yayılan petrolün temizlenmesinin 150 milyon Dolar'a mal olacağı, Lübnan'daki yıkımın toplam faturasının ise milyarlarca Dolar'a ulaştığı söyleniyor.

Güney Lübnan'dan hîcret eden 750 bin kişi, ateşkes olur olmaz evlerine ve köylerine geri döndü. Ancak evler ve köyler tamamen yerle bir olmuş durumda.

Saldırılarda hasar gören evlerin onarımına öncülük edeceğini açıklayan Hizbullâh, ateşkes gerçekleşir gerçekleşmez, bir gün bile olsun "zaferlerini kutlamadan", hemen kolları sıvadı, hasar tesbitinde bulundu ve işbaşı yaptı.

Yaklaşık 3 milyar 700 milyon Dolar'lık maddî hasarın meydana geldiği ve 200 bin kişinin evsiz kaldığı ülkede, yeniden inşâ sürecinde ana rolü üstlenen Hizbullâh, daha ateşkesin ilk gününde, hasar tesbiti için başkent Beyrut'taki bir okulda "kayıt merkezi" oluşturdu. Felâketzedeler hasar bildirimi için bu merkezin önünde kuyruğa girerken, Hizbullâh üyeleri, gelenlerin adlarını, adreslerini ve telefon numaralarını alarak en kısa zamanda kendileriyle temasa geçileceğini söyledi. Hizbullâh, evleri tamamen yıkılanlara kira ve yeni eşya için bir yıl boyunca para yardımı yapılacağını, evleri hasar görenlerin de nakdî yardım alacağını, evleri tamir yardımının yanısıra, örgüt üyelerinin de inşaatlarda işçi olarak çalışacağını belirtti.

Hizbullâh üyeleri, bombalanan köyleri ve mültecilerin sığındığı okulları kapı kapı dolaşarak, insanların ihtiyaçlarını tesbît etti. Beyrut'ta Hizbullâh'ın kurduğu mutfakta pişirilen yemekler, savaştan kaçan binlerce kişinin sığındığı okullara dağıtılıyor. Mutfakta günde 8 bin porsiyon yemek pişiriliyor.

Hizbullâh'ın ayrıca ilaç dağıtım merkezleri de bulunuyor. Hizbullâh'ın gönüllü doktorları bombalanan kent ve kasabalarda insanlara sağlık hizmeti veriyor. Ülke halkının Hizbullâh'ı bu derece sevmesinin asıl nedeni sadece silâhlı direnişi ve kahramanca savaşması değil, siyaset bilimi profesörü Emel Sâîd Ğureyb'in de dediği gibi "işte bu faaliyetlerdir."

Dünyaca ünlü ve tüm dünyaya canlı yayın yapan haber kanalı BBC, 16 Ağustos Çarşamba günü, ateşkesten sadece iki gün sonra, "Washington Post" gazetesinin Lübnan'da bulunan hristiyan – Arap muhâbiri Anthony Şedîd ile canlı telefon bağlantısı yapmıştı ve bu telefon bağlantısında BBC televizyonu ile Washington Post muhâbiri Anthony Şedîd arasında, tüm dünyanın gözü ve kulağı önünde şu diyalog geçmişti: ( Sevgili okuyucularımdan özellikle ricâ ediyorum, bu diyaloğu büyük bir dikkatle okusunlar lütfen )

- Sayın Anthony Şedîd, iyi günler!

- İyi günler, efendim!

- Ateşkesin üzerinden iki gün geçtikten sonra durumu bize anlatır mısınız, efendim? Lübnan'da durumlar nasıl?

- Ateşkesin ilan edilmesinden sonraki 48 saatte burada yaşanan değişim inanılmaz. Bulunduğum Kiyam'da silâhlar susar susmaz Hizbullâh savaşçıları sokakları doldurdu. Derhal tek tek her evde zarar tesbit çalışması yapmak üzere örgütlenip çalışmalar başlattılar. Kamyonlarla içme suyu ve yiyecek sevkiyatı başladı. Kiyam halkı Şeyh Nasrullâh'ın, evleri tamir olana kadar, bir yıl boyunca kira masraflarının ödeneceği vaadinden haberdar. Ve çok büyük boyutta bir yeniden yapım çalışması yürütülüyor. Hizbullâh, binlerce konutun tamirinden söz ediyor.

- Peki, sayın Şedîd, bu arada Lübnan hükûmeti ne yapıyor? Lübnan hükûmetinin herhangi bir çalışması yok mu?

- Lübnan hükûmeti, yeniden inşâ için açıkça elinde kaynak olmadığını söylüyor. Zaten Nasrullâh da Pazartesi günü ( ateşkes günü, 14. 08. – İ. S. ) yaptığı konuşmada, Hizbullâh'ın, yardım çalışmalarını başlatacağını söylemiş, Lübnan hükûmetiyle koordinasyondan bahsetmemişti. Önümüzdeki haftalarda Hizbullâh'ın bölgede DEVLET İÇİNDE DEVLET konumunu pekiştireceğini söyleyebiliriz.

- Evet, anlıyoruz! Peki bölgedeki halk? Halk yürütülen bu çalışmalar hakkında ne düşünüyor?

- İnsanlarla konuşurken, bu yıkım karşısında öyle fazla bir öfke, fazla bir çaresizlik içinde görünmemeleri beni oldukça şaşırttı doğrusu. Daha ziyade, 'herşey yoluna girecek, yakında bütün yaralar sarılacak' gibi gayet emin bir hava içindeler. Tabiî bunu örgütleyen de Hizbullâh! İsrâil saldırılarında yanıp yıkılan bütün kent ve kasabaların sokakları 24 SAAT İÇİNDE YÜZLERCE HİZBULLÂH MİLİTANIYLA DOLDU. BULUNDUĞUM KİYAM'DA BİR ARA KASABA SAKİNLERİNDEN ÇOK HİZBULLÂH MİLİTANLARI VARDI SOKAKLARDA. BAZILARIYLA KONUŞTUM. BUNLAR BİR AYDIR İSRÂİL'E KARŞI CEPHEDE SAVAŞAN SAVAŞÇILAR. ŞİMDİ İSE YARDIM ÇALIŞMASI YAPIYORLAR. Halkla selâmlaşıp sohbet ediyor, buldozerlerle yolları açıyor, zarar tesbiti yapıyorlar. Hizbullâh sür'atle örgütlenip duruma göre şekillenebilen bir örgüt ve bölgedeki halk desteğini de buna borçlu biraz da.

Evet!... İşte Hizbullâh bu! "Hizbullâhî" olmak bu, "direnişçi" olmak, "halkçı" olmak, "devrimci" olmak, "Hatt-ı İmâm" olmak, "hareket" olmak bu! "İnsan" olmak, "müslüman" olmak, "Allâh'ın askeri" olmak işte budur!

Düşünebiliyor musunuz? 33 gün boyunca elinde silâhla düşmana karşı silâhla savaşan bu insanlar, ateşkes olur olmaz, silâhları bırakıp aynı saat içinde bu kez ellerine kazma – kürek alıyorlar, inşaat işçiliği yapıyorlar, amelelik yapıyorlar. Hem de tek kuruş bile ücret almadan, hiçbir maddî çıkar veya menfaat gözetmeden. Sadece "Allâh rızasını kazanmak" ve "ülkesine ve halkına hizmet etmek" için.

33 gün boyunca tankların üzerinde olan bu insanlar, silâhlar susar susmaz tanklardan inip hemen buldozerlerin üzerine çıkıyorlar ve yolları açma çalışması yapıyorlar.

Hizbullâh lideri Seyyîd Hasan Nasrullâh, cephedeki savaşçılarına gönderdiği mektupta, emri altındaki savaşçılara şöyle diyordu: "Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı öpüyorum."

Siz hiç bütün bir insanlık tarihinde, kendi emri altındaki askerlere "ellerinizi ve ayaklarınızı öpüyorum" diyen bir komutan duydunuz mu? Ben duymadım.

Mısır'ın başkenti Qahire'de yayınlanan "El- Ahram" ( Piramit ) gazetesinde, ateşkesten sonra, bir Hizbullâh savaşçısının "cephe hatırâları" yayınlanmıştı. Bu hatırâlarında Hizbullâh savaşçısı şöyle diyordu: "Seyyîd Nasrullâh'ın mektubu ve mektuptaki 'ellerinizi ve ayaklarınızı öpüyorum' sözleri cephede bizlere okununca, günlerce gözyaşı döktük. Geceleri uykumuz gelmiyordu, bu sözün etkisinden nerdeyse psikolojimiz bozulacaktı. Seyyîd Nasrullâh'ın o sözlerinden sonra zaten savaş 10 yıl daha sürseydi, İsrâil'ın bizi yenebilmesi artık mümkün değildi."

İSRÂİL TARAFI "HİZBULLÂH'A AĞIR DARBELER VURDUK" DERKEN ASLINDA DOĞRU SÖYLÜYORDU

Savaş boyunca İsrâil'in hedef ayırtmaksızın sivil insanları öldürmesini, evleri, köprüleri, yolları, okulları ve hastahaneleri bombalamasını tüm dünya gibi biz müslümanlar da "İsrâil'in zâlimliğine ve vâhşîliğine" yorduk. Mes'eleye sadece bu yönüyle baktık.

Bir devlet veya güç ne kadar zâlim ve gaddar olursa olsun, tüm dünyanın itirazına ve muhâlefetine aldırmadan okulları, köprüleri, hastahaneleri bombalar mı?

Ama İsrâil yaptı. Niye yaptı, biliyor musunuz? Çünkü Lübnan'daki bütün evleri, köprüleri, hastahaneleri, okulları Hizbullâh yapıyor da ondan. Lübnan'ın her binası, her toprağı, her insanı ve hatta her taşı Hizbullâh'tır, Hizbullâh'ın eseridir ve Lübnan'da yediden yetmişe, hristiyandan müslümana herkes "hepimiz Hizbullâh'ız" demiyor mu?

İsrâil'in niçin hedef gözetmeksizin Lübnan'da önüne gelen her insanı ve her yapıyı bombaladığına, bombaladıkları her okul, hastahane, ev ve köprüden sonra "Hizbullâh'a ağır darbe vurduk" demelerine bir de "bu gözlüklerle bakmanızı" tavsiye ederim.

Doğru söylüyorlardı. İsrâil, Hizbullâh'a ağır darbe vurmuştu. Ama askerî yapısına değil, sivil ve sosyal eserlerine. Doğruydu, Lübnan'ın her paralel – meridyen dâiresi, her enlem – boylam noktası, her karış toprağı, hatta Lübnan'ın denizi ve üzerindeki gökyüzü bile "Hizbullâh" olduğuna göre, Lübnan'a düşen her bomba, Hizbullâh'a vurulan bir darbeydi.

Bakın, savaş başladığından beri İsrâil, Hizbullâh'ın salt askerî yapısını hedef almakla kalmayacağını, örgütün sosyal ve ekonomik ağını da hedef alacağını ilan etmişti zaten. İsrâil'in saldırılarında Sur ve Nebatiye'deki hayır kurumları ve okullar yıkıldı. Baalbek'teki "Dar'el- Hikmet Hastahanesi" hedef alındı. Bunların hepsi Hizbullâh'ın kurduğu hizmetlerdi.

Hizbullâh'ın halk nezdindeki desteğinin farkında olan İsrâil ordu sözcüsü Yakob Dallal, Hizbullâh'ın sadece askerî altyapısının değil, diğer kurumlarının da "felce uğratılması gerektiğini" açıkça söylemişti.

Lübnan Komünist Partisi'nin genç üyesi Eywan Mullîh, "ideolojik olarak Hizbullâh ile %100 ters düşüyoruz ama onları destekleyip desteklemediğimi sorarsanız %100 destekliyorum" diyordu ve sebebini de şöyle açıklıyordu: "Direnişi üstlendikleri ve yolsuzluğun bu denli yoğun olduğu bu ülkede, yolsuzluğa batmamış güçlü tek parti oldukları için."

BM adına 20 yıldan fazla bir süredir Lübnan'da görev yapan Timur Göksel ise, Hizbullâh'a duyulan güveni şöyle anlatıyor: "Bazen câmiî önlerinde para toplarlar. Halkın para attığı kutuların kapağı yoktur. Yani Hizbullâh görevlilerinin, paranın bir kuruşuna bile dokunmayacağına inanırlar. Lübnan'da hemen her insanın, kendi hayatında, Hizbullâh'tan aldığı yardımlar sayesinde elde ettiği bir kazanım ya da sahip olduğu bir şey iilgili bir hikâyesi vardır."

Çocuklarının okul masrafları Hizbullâh tarafından karşılanan eski savaşçı Hûseyn Eyyûb, Lübnan'daki durumu çok kısa ve öz bir şekilde özetliyor: "Hizbullâh halktır, halk Hizbullâh'tır."

33 gün süren savaş boyunca Lübnan ve Hizbullâh ile ilgili makalelerini büyük bir keyif ve hayranlıkla takib ettiğim sevgili kardeşim, "Millî Gazete" yazarı Hakan Albayrak, BM güçlerinin Hizbullâh'ı silâhsızlandırabilmesinin mümkün olmadığı hususunu işlediği "Şimdi Nasr Sûresi'ni Okumanın Tam Zamanı" adlı yazısında aynen şu ifâdeleri kullanıyordu: "Hizbullâh dediğimiz, kendilerine ihtiyaç duyuldukça cepheye çağrılan mühendisler, doktorlar, öğretmenler, marangozlar, manavlar, bakkallar, şâirler, müzisyenler, sarraflar, aşçılar, inşaat ustaları, çiftçiler, avukatlar vs, vs, vs'dir. Güney Lübnan halkının içindedir Hizbullâh. Kışlalarda toplanmış düzenli bir ordu değildir ki dağıtılabilsin. Hizbullâh dağılmaz; ama istediği zaman gözden kaybolur ve istediği zaman da yeniden ortaya çıkar. Silâhlarını gömebilir, ama yerlerini unutmaz; gerektiği zaman 'peygamberleri öldürene ateş etmek' üzere gömdüğü yerden çıkarır."

"HİZBULLÂHÎ" OLMAK "HİZBULLÂH GİBİ" OLMAKTIR

Ülkemizdeki İslâmî düşünce ve bilinçlenmeye büyük emekleri geçtiğine ve birçoğumuzun fikrî ufuklarına katkıları bulunduğuna inandığım sevgili Mustafa İslâmoğlu, "Yürek Devleti" adlı güzel kitabında, Türkiyeli müslümanları "silâh kurbanları", "kitap kurbanları" ve "tesbîh kurbanları" olmak üzere üç ayrı gruba ayırmaktadır.

Gerçi Tewhîdî müslümanlar arasında "tesbîh kurbanları" yok debecek kadar az olsa da ( çok şükür! ), "kitap kurbanları" büyük bir çoğunluğu oluşturmaktadır. Bunun yanında "silâh kurbanları" olan insanların sayısının da görmezliklten gelinemez derecede fazla olduğunu, internet ortamındaki "orantısız güç kullanımlı" yorum ve forumlarda müşâhede edebiliyoruz.

Tewhîdî müslümanlar ol(duğuna inan)an bizler, kendimize "Hizbullâhî" denilmesinden büyük bir keyif alırız. Oysa Hizbullâh hareketini incelerken, bu yapılanmanın sadece "silâh", "kitap" ve "tesbîh"ten ibaret olmadığını, Hizbullâh'ın aynı zamanda "kazma - kürek", "şırınga" ve "tebeşir" demek olduğunu gördük.

Mısırlı müslümanlar, "Hizbullâh saflarında savaşmak üzere Lübnan'a 10 bin mücâhidle gitmeye hazırız" demiştirler. Eğer kendilerine gerçekten "kapılar açılsaydı", dedikleri gibi 10 bin mücâhidle Lübnan'a giderler miydi, yoksa gitmezler miydi, bilmiyorum. Ama "aynı kapılar" Türkiye'de müslümanlara açılmış olsaydı, bu sayının çok üstünde insanın gideceğini iyi biliyorum.

Mısırlı müslümanlara şöyle bir çağrı yapılsa ve denilse ki: "Savaş sırasında Hizbullâh saflarında savaşmak için size kapıları açmadık, bunun için gerçekten pişmanız, vicdan azabı çekiyoruz. Ama Hizbullâh şimdi Lübnan'da yeniden inşâ cihâdı yapıyor. Eğer Lübnan'a gidip Hizbullâh'ın yaptığı inşaatlarda işçi olarak çalışmak isterseniz, size kapıları açıyoruz."

Sizce kaç Mısırlı gider? Ya da Türkiye'den kaç kişi gider? Gidip inşaatlarda amele olarak çalışacaksınız, sabahtan akşama kadar tuğla taşıyacaksınız, harç karıştıracak, kürek sallayacak, ince sıva yapacak ve taş taşıyacaksınız. Üstelik tek kuruş bile para almadan, yani "beleşe" çalışacaksınız. ( ne de olsa "cihâd-ı bina", yani "inşaat cihâdı"; İslâm tarihinde cihâd etti diye ücret ödendiğine şahid oldunuz mu hiç? )

Gider misiniz?

Savaşın sıcak günlerinde, çeşitli internet sitelerimizde "yorum" yazıp "ben de gidip savaşmak istiyorum, Allâh rızası için bana yol gösterin, nasıl yapmam lazım, nereye başvurmam lazım?" şeklinde onlarca "yorum" okudum, bizzat kendi gözlerimle şahid oldum. Ancak ateşkesten sonra, "ben de gidip yeniden inşâ çalışmalarında yer almak ve inşaatlarda işçi olarak çalışmak istiyorum, Allâh rızası için bana yol gösterin, nereye başvurmam lazım?" ya da "ben aşçıyım, gidip Hizbullâh'ın kurduğu mutfaklarda yemek pişirmek istiyorum" veya "hasta bakıcıyım, gidip Hizbullâh'ın hastahanelerinde hasta bakıcılık veya hemşirelik yapmak istiyorum" türünden bugüne dek bir tane bile "yoruma" rastlamadım.

Amacım kırıcı olmak değil elbette. İslâm'a ve Qûr'ân'a göre bir yaşam süren tüm Türkiyeli müslümanların ellerinden ve ayaklarından öperim, ancak bizzat bizimle ilgili olan gerçekleri dile getirmenin de zararlarının değil, faydalarının olacağına inanıyorum.

Bütün bu konuşmalarımın ve yazmalarımın amacı, sizlere şunu söyleyebilecek cesareti bulabilmek içindir: Biz Türkiyeli müslümanlar, Lübnan'daki Hizbullâh'ı ve yaptıklarını kendimize "ayna" olarak alıp, onlara bakarak üstümüze – başımıza, kendimize çeki düzen verelim. Silâh – kitap – tesbîh üçgenine beynimizi ve rûhumuzu hapsetmeyelim. Cihâdın sadece "silâhla" değil, "kazma - kürekle", "şırıngayla", "tebeşirle", "cüzdanla", "kalemle", "mikrofonla", "bilgisayarla", "televizyonla", "radyoyla", "resimle", "sözle" ve hatta "sazla" bile yapılabildiğini idrak edelim.

Lübnan Hizbullâh, savaş zamanında eline silâh alıp cephede kahramanca savaşıyor; savaş olmadığı zaman da eline kazma – kürek alıp inşaat çalışmaları yapıyor. Biz ise savaş olsa aynı şekilde elimize silâh alıp kahramanca savaşırız, ama savaş olmadığı zaman da elimize silâh alacağımız günlerin hayâlleriyle yaşarız...

Lübnan Hizbullâh üyeleri biraraya geldikleri zaman ülkelerine ve milletlerine nasıl faydalı olabileceklerini konuşurlar. Biz ise biraraya geldiğimizde ülkemizin nasıl bir "Dar'ul- Harb" olduğunu, milletimizin nasıl şirk içinde yüzdüğünü ve Mekke müşrikleriyle aralarında ne tür benzerlikler olduğunu konuşuruz...

Lübnan Hizbullâh, ülkede bir felâket olduğu zaman hemen kolları sıvar ve milletin acılarını dindirmek için varıyla – yoğuyla çabalar. Biz ise ülkemizde bir felâket olduğunda ( deprem, sel vb. ) bunu, müslümanlara yapılan zûlümden dolayı Allâh-û Teâlâ'nın devleti "cezâlandırması" olarak görürüz ve hiç ilgisi olmayan "başörtü yasağını protesto" gösterisinde – hangi akla ve vicdana hizmetse! - "7, 6 Yetmedi mi?" şeklinde hayret verici pankartlar taşırız...

Lübnan Hizbullâh, "Cihâd-ı Bina" kurumu altında çöp toplama işi yapar ve sokaktaki çöpleri toplamayı bile "cihâd" olarak görür. Biz ise çöplerimizi yere atarız ve hatta çöpünü özellikle çöp kutusuna atmaya özen gösterenleri "sisteme entegre olmuş tipler" olarak görür ve alaya alırız...

Lübnan Hizbullâh, çevre konularıyla yakından ilgilenmekte, fidan dikmekte, tohum ekmekte ve hareket olarak "çevre dostu" diyebileceğimiz bir hüviyettedir. Biz ise ülkemizin çölleşmeye doğru gittiğinden, Konya - Karaman'dan başlayarak ülkemizin büyük bir kısmının 50 yıl içinde çölleşeceğinden, "göller bölgesi" olarak nitelediğimiz Isparta ve çevresindeki göllerin hızla kurumaya doğru gittiğinden, özellikle bir doğa harikası olan Meke Gölü'nün yakında tamamen kuruyacağından haberimiz bile yoktur. Öyle ki bizde Tewhîdî bir müslümanın "çevreci" olması, "çevre bilincinin" gelişmiş olması ve bu konularda hassas olması "racona ters" kabul edilir ve o kişi ayıplanır...

Lübnan Hizbullâh, ülkede sadece sadece müslümanları değil, hristiyan, Dürzî ve her dînden, her mezhebden, her etnik kökenden halkı kucaklayan, ülkedeki bütün insanları "kardeş" olarak gören ve aralarında birlik ve beraberlik kurabilen bir harekettir. Biz ise bırakın "öteki" insanları, müslümanlar olarak kendi aramızda bile birlik ve beraberlik kuramıyoruz. Her ikisi de müslüman olan Türk – Kürt kardeşliğini bile tesis edemiyoruz. Resûl-i Ekrem'in ( anam, babam ve çocuklarım O'ne fedâ olsun ) "kim ki kendisi için istediği bir şeyi müslüman kardeşi için de istemedikçe gerçek anlamda imân etmiş sayılmaz" hâdis-i şerîfini hemen her alanda güzelce tatbik edebiliyoruz ama, sıra Kürtler'e veya Kürdistan'a gelince bu hâdis nedense hiç aklımıza gelmiyor...

Lübnan Hizbullâh, ülkedeki yetimlerin ve kimsesizlerin bütün ihtiyaçlarını karşılayıp bakımlarını üstleniyor. Bizler ise hayatımız boyunca bir kez olsun Türkiye'deki bir yetimhaneyi ziyaret edip, "bu çocukların, anne – babaları olmayan bu günâhsız sabîlerin acaba durumları nasıldır? Sıkıntıları ve dertleri nedir?" diye hiç mi hiç merak etmeyiz. Hatta Malatya Çocuk Yuvası'ndaki görüntüler ortaya çıktıktan sonra bile, dergilerimizin veya sitelerimizin sayfalarında ( çok yoğun olan politik gündemimizden dolayı ) bu habere yer bile verilmez...

Lübnan Hizbullâh hareketinde kadının çok önemli bir yeri vardır ve kadınlar bu hareketin her alanında aktif olarak rol alıyorlar. Biz ise "kadının kestiği hayvanın eti yenir mi, yenmez mi?", onu tartışıyoruz. Aramızda "yeşillik olsun diye" yer verip "yazar" seviyesine yükselttiğimiz bazı hânım kardeşlerimizin ise önlerinde sadece bir konu vardır ve mutlaka yalnızca o konuda yazı yazarlar: "Başörtüsü"...

Lübnan Hizbullâh ne yaparsa yapsın, hangi kahramanlıkları gösterirse göstersin, ülkesine ve halkına, İslâm'a ve Qûr'ân'a hangi hizmetleri yaparsa yapsın, bu yaptıklarını hep "yetersiz" olarak görür ve daha iyisini başarmak için çabalar. Bizler ise İslâmî olarak her alanda "dört dörtlük" müslümanlarız: Dört kutsal kitab, dört büyük melek, dört halife dönemi, dört hak mezheb, dört mübarek kandil gecesi, dört minâreli câmiîlerimiz, İslâm adına neyimiz varsa dört, dört, dört...

Lübnan Hizbullâh, İSLÂM İNQLÂBI'na ve REHBERİYET'e tam bir bağlılıkla bağlı olan bir harekettir. Biz ise Tehran'ın zengin kuzey semtlerindeki kadınların saçlarının perçemlerinin görünmesinden, gençlerin Türkçe müzik dinlemesinden ( sanki bu müzikleri biz kendimiz dinlemiyoruz da! ) ya da İran millî takımının futbolcularının giydiği şortlardan yola çıkarak "devrim bitti" şeklinde oldukça akademik (!) ve stratejik (!) tesbitlerde bulunup, entellektüel bir havayla Çevremizdeki bilgisiz yığınları bu konuda aydınlatmaya çalışırız. Öyle ki, İslâm Cumhuriyeti'nin resmî dilinin neden Farsça olduğunu, İslâmî hukuk sisteminin niye Caferî olduğunu bile sorgularız. Zira bizim mantığımıza göre İslâm devleti Japonya topraklarında bile kurulsa resmî dili Arapça olmalıdır, bu devlet Grönland adasında bile kurulsa hukuku Hanefî veya Şâfiî fıkhına dayanmalıdır...

Lübnan Hizbullâhı'na mensub müslümanlar "okur, araştırır ve öğrenirler." Biz Türkiyeli müslümanlar ise "okur, araştırır ve eleştiririz"...

Lübnan Hizbullâh öyle bir harekettir ki, bu hareketin en başında bulunan lideri, kendi emri altındaki erlerin ellerini öper. Bizde ise her cemaat veya fraksiyonun içinde önde gelen "abiler" vardır ve cemaatteki, fraksiyondaki kişiler bu "abilerin" hep ellerinden öpmek zorundadırlar...

Lübnan Hizbullâh, sadece müslümanların değil, ülkedeki hristiyan, sosyalist, laik ve hatta ateist herkesin insan hakkını korur ve zûlme karşı savunur. Bizde ise İslâmî herhangi bir "insan hakları derneği", farklı veya karşıt ideolojideki mağdurların haklarını savunduğu zaman, müslümanlar olarak bizzat kendimiz bu derneği çeşitli karalama ve iftiralarla yıpratmaya çalışır, onları "belli odakların hesâbına çalışan hâinler" olarak karalarız...

Lübnan Hizbullâh, Akdeniz kıyılarını okul, hastahane ve medreselerle donatır. Türkiyeli müslümanlar ise Akdeniz kıyılarını dindar âîlelerin rahatça tatil yapabilecekleri, kadınların ve erkeklerin ayrı ayrı havuzlarda yüzebileceği beş yıldızlı otellerle...

Lübnan Hizbullâh, ilim öğrenmeyi, kitap okumayı, müslümanlar arasında sohbetler ve etkinlikler düzenlemeyi, programlar ve konferanslar tertip etmeyi, güncel haberleri takib etmeyi, müslüman kardeşleriyle telefonlaşıp hal – hatır sormayı veya bizzat yanına gidip onu ziyaret etmeyi "asıl iş" olarak görür ve bu faaliyetlerden zaman buldukça günlük rutin işleri yapar. Biz ise tam tersi, günlük rutin işlerimizden zaman buldukça yukarıda saydığım şeyleri yaparız...

Şimdi soruyorum, elinizi vicdânınıza koyarak cevap verin: Sizce bizler "Hizbullâhî" miyiz?