İbrahim Karagül
Humus, Kandahar, sıkılan yumruklar..
Yemen'de 9-11 Mart tarihlerine arasında, yani sadece üç günde 64 kişi hayatını kaybetti. Ölümler çatışmalardan değildi. ABD'ye ait insansız hava araçlarının "terörist" avının sonuçlarıydı bu. Ölenler ABD'ye göre terörist bölge halkına göre sivillerdi. Beyda bölgesinde sadece Cuma ve Cumartesi günü 58 sivil bu şekilde hayatını kaybetti.
Suriye'den ölüm haberleri geliyor her gün. Rejim ile muhalefet arasındaki çatışmalar bazı bölgelerde yoğunlaşırken İdlib'de 58 kişinin hayatını kaybettiği söyleniyor. Ölenlerin sivil olduğu aralarında çocukların da bulunduğu belirtiliyor. Tabii Şam yönetimi bu iddiaları reddediyor.
Ölümler, BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Suriye, Katar ve Türkiye temaslarıyla aynı anda gerçekleşiyor. Bu aşamada siyasi arayışlar, stratejik değerlendirmeler anlamsızlaşıyor. Bu ölümler karşısında haklı haksız ayırımının, siyasi ve ideolojik taraf tutmaların ne anlamı olur?
Haber merkezlerine ulaşan görüntüler ürpertici. Kadınlar ve çocuklara ait cesetlere bakmak mümkün değil. Kim, bu görüntülerin varlığını inkar edebilir? Yok saymanın ne anlamı olabilir? Çatışmalarda seken kurşunlarla ölümler başka sistematik, intikam duygularıyla öldürmeler başka. Bunları yok saymak ve bir takım analizlere sığınmak, hepimiz için, bir vicdan muhasebesini zorunlu kılıyor.
İsrail, günlerdir Gazze'yi bombalıyor. Ölenlerin sayısı yirmiye ulaştı. Belki daha da artacak. "Bize havan topu attılar" gerekçesine sığınıp, önceden planlanmış hedeflere saldırı kimi ikna edebilir? Gazze katliamından sonra, Basra Körfezi'nden Akdeniz'e kadar bütün bölgenin hareketlendiği bir dönemde bu saldırılar hiç de iyiye işaret değil. Gazze'de de biz ölüyoruz.
Afganistan'da bir ABD askeri eve girip içeridekileri kurşuna dizdi. İster çıldırmış olsun ister bilerek, dokuz çocuğun cesedi bize ne anlatır? Bir eve girilip insanların teker teker öldürülmesi nasıl hazmedilir? Kur'an'ı Kerim nüshalarının yakılması ile ayağa kalkan Afganistan halkının, bu ölümlerle ABD askerlerine, askeri üslerine saldırmasından daha doğal daha meşru ne olabilir?
Yemen, Suriye, Filistin, Afganistan... Liste uzar gider. Listeye ekleyeceğimiz her ülke ile ilgili bir çırpıda onlarca acı hikayeyi buraya yazabiliriz. İster katliam diyelim ister çatışma.. Sonuç hep aynıdır. Biz ölürüz. Hangi taraf olursak olalım, hep biz ölürüz. Bu bize biçilen kader değildir.
Hatırlayın; Afganistan'da yine ABD askerleri, öldürdükleri Taliban mensuplarının üzerine uyguladıkları muameleyi. Ve bu görüntüleri paylaşmalarını.. İnsan ırkı için utanç verici görüntüler işgalin nasıl iğrençleşebileceğini gösteriyordu. Üzerine pislenen ölü bedenler Afgan insanlarına aitti. Ama Afgan olması hiçbir şeyi değiştirmiyor. Yarın aynı görüntüler Somali'de, Suriye'de, Pakistan'da, Yemen'de de ve aklınıza getirmek istemediğiniz ülkelerde de olur. Oldu da.. İşgal böyle bir şeydir. İşgal için gelenlere yüklenen öfke ve aşağılama duygusu böyle bir şeydir. Irak'ta gördüklerimizi ne çabuk unuttuk? Daha önce Alman askerleri ellerinde kafataslarıyla resim çektiriyordu.
Siyasi açıklamalar ne olursa olsun, ne tür soruşturma açılırsa açılsın, nasıl özür dilenirse dilensin, bu askerler Müslüman topraklarına gönderilmeden önce bu ruh haline hazır hale getiriliyor. İnsanları, ülkelerini, kimliklerini, değerlerini, dinlerini, kitaplarını aşağılayacak şekilde motive ediliyor.
İşte burada; ülkelerin çıkarları, jeopolitik hesaplar, günübirlik siyasi şovlar, kitlelerin dostluk ve düşmanlıklara göre formatlanması, demokrasi çığlıkları, içi boş siyasi söylemler, bize dayatılan tehdit algılamaları... Bunların hepsi yalan oluyor.
Bizim payımızı sadece ölüm düşüyor. İster Afganistan'da ister Filistin'de isterse Suriye'de. Dışarıdan gelenlerle içerideki işgalciler aynı yöntemleri uyguluyor. Dışarıdaki nasıl değerler üzerinden aşağılıyorsa, nasıl insanları yok edilmesi gereken unsurlar gibi görüyorsa, içeride efendiliğe alışkın kadrolar da insanlara o gözle bakıyor.
Öyleyse sorun bu iki kötüden birine sığınmakta değil. Biz, kim olursa olsun, insan onurunun yanında olmalıyız. Ölüm nerden gelirse gelsin karşı durmalıyız. Dışarıdaki tehdidi göstererek içerideki zorbalıkları masum gösteremeyeceğimiz gibi, içerideki zorbalardan kurtulmak için de dışarıdan gelen kötülüklere sığınamayız. Bir kötüyü diğer kötüyle dengeleme, yok etme felsefesi, yüz yıldır bu topraklara ölümden başka hiçbir şey getirmedi.
Topyekun isyandan, ayağa kalkmaktan, ortak ve özgür bir dil geliştirmekten, birbirimize sığınmaktan başka biç bir yol yok önümüzde...
yenişafak