Ahmet Taşgetiren
İçeridekiler Dışarıdakiler
Bugün farklı, ilginç, belki sarsıcı bir konuyu yazmak istiyorum.
Şöyle başlayayım: Bugün, yani bu Ramazan günü, dünyada cezaevlerinde en çok Kur’an okunan, oruç tutulan, namaz kılınan ülke hangisidir, diye baksanız, Türkiye’yi görürsünüz, Mısır’ı, Suudi Arabistan’ı, Suriye’yi görürsünüz.
Bu, cezaevindeki insanlar oraya girdikten sonra ıslah olmuşlar da namaz kılmaya, oruç tutmaya, Kur’an okumaya başlamışlar anlamına gelmiyor. Şöyle ki, bu insanlar dışarda iken de namaz kılıyor, oruç tutuyor, Kur’an okuyorlardı, bir sebeple cezaevine düştüler.
Mısır’ı, Suriye’yi, Suudi Arabistan’ı tahmin edebilirsiniz.
Peki Türkiye’de ne oluyor?
Şimdi bu burada dursun. Bir başka meseleyi ele alalım.
Bir ara eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel, İslam ile laik düzen arasındaki ihtilafa kafa yormaya başlamıştı. O dönemde şöyle diyordu: Kur’an’a baktığımızda 263 “Ahkam ayeti-İçinden toplumsal hayatı düzenleyen kurallar çıkarılan ayetler” olduğunu görürsünüz. Bunlarda bile bir kısım laik düzenleme ile suç sayılan eylemler din tarafından da suç sayılıyor, belki sadece cezaları farklılaşıyor. Demirel, bunlarda, diyelim ulema tarafından bir uyum sağlanırsa İslam’la laiklik arasındaki gerilim biter, dolayısıyla Türkiye gibi bir İslam ülkesinin ana gerilim alanlarından biri sulha kavuşur, diye düşünüyordu.
Aslında sanırım Demirel’in kafasında da, laikliği özümsemiş olmasına rağmen, bir Müslümanın laik hukukla yönetilince ahiretteki sorumluluğu ne olur endişesini anlama çabası vardı.
Şu an Türkiye’yi dindar bir kadro yönetiyor. Eminim bu kadro da hem kendi hayatları açısından hem de uyguladıkları kanunların niteliği açısından bir “Ahiret kaygısı” taşıyorlardır. En azından Demirel’in dediği, Kur’an’daki ahkam ile kurulu düzenin suç saydığı-saymadığı şeyler arasında bir değerlendirme yapıyorlardır. Yapmaları beklenir. Bunu Sisi’den, Beşşar’dan bekleyebilir miyiz, ama sanırım Suud Kralı’ndan, ya da Tayyip Erdoğan’dan bekleriz. Neden böyle bir ayrım yaptığım sanırım anlaşılıyor.
***
Şimdi gelelim bizim cezaevlerine… Burada Kur’an okuyan, namaz kılan, oruç tutan insanlara…
Sayıları 31 bini mi buluyor? 511 bin kişiye de dokunulmuş, yani cezaevine girmemişlerse bile, mesela KHK ile ihraç edilmişler, ya da soruşturmaya tabi tutulmuşlar.
Malum bunlar “FETÖ ile iltisaklı” insanlar… Bunun yanında Furkan Vakfı yöneticisi Alparslan Kuytul ya da Tevhid Dergisi cenahında Halis Bayuncuk var…
Bir kere darbe ile bir şekilde ilişkili bulunan, soru çalan, yargıda, emniyette görevleri suiistimal eden, şiddet kullanan, ya da bu tür suçları organize eden, yani her düzende suç olan işleri yapanlar için “Çeksinler cezalarını” demekten başka yapılacak bir şey yok.
Ama içerdeki insanların ne kadarı darbe ile ilişkili, ya da soru çaldı?
“Örgüt var” dedik, onu “Terör örgütü” olarak niteledik ve “irtibat-iltisak” bağlantılarını suç saydık, insanları içeri aldık. Çocuğunu dersanesine gönderen, Bank Asya’ya para yatıran, ev abisi ya da ablası olan, örgütle ilintili olduğu varsayılan şu veya bu derneğe üye olan, Kimse Yok mu derneğine yardım yapan, birilerinin “FETÖ’cü” diye ihbar ettikleri, daha ötede telefonunda sadece ByLock olan insanlar, o telefonun içeriğine bakılmaksızın suçlandılar, içeri alındılar.
Halis Bayuncuk El Kaide’li, DEAŞ’lı diye suçlandı, Alparslan Kuytul DEAŞ, El Kaide, PKK, vs diye türlü-çeşitli örgüt bağlantısı ile suçlanıyor. Tevhid Dergisi mensuplarını dinledim, “Biz sadece Hanbeli mezhebine bağlıyız. El Kaide’ye operasyon yapılması gerekti, biz hedef alındık” diyorlar.
Soru şu: Dindar bir siyasi kadronun dindar topluluklara karşı suç saydığı şeylerle, laik bir kadronunki arasında fark olur mu?
Yeniden yazayım: Darbe girişimi gibi, soru çalmak gibi, bunları organize etmek gibi işleri yapanlar, çeksin cezalarını.
Ama sadece o yapının şu veya bu dini faaliyetinde rol almak hangi dini yaklaşımla suç sayılıyor?
Eskiden Risale-i Nur okuyanlar derdest edilirdi. Kitap okumak suç sayılırdı.
31 bin kişi içerde, diyorum. Hangisi, hangi reel suçtan dolayı içerde?
Dindar yöneticilere, “Bu insanların bir tekine bile haksızlık yapılmışsa Adl-i İlahinin onu soracağı” hatırlatılabilir. Bunu anlarlar diye düşünülür çünkü. Bir tek mazlumun bile. Ben, hükümet ilk elde 50 bin kişiyi ihraç ettiğinde “Bunların teker teker her birinin suçlu olduğu belirlendi mi? Sorumluluk sahipleri bundan emin mi?” diye sormuştum.
Hayreddin Hocama, Faruk Beşer Hocama, bir de Taha Bey’e sorayım istedim. “Buralarda kul hakkını hesaba katmak lazım mı?” Dindar siyasi kadroların her yaptıkları İslami açıdan ya da hukuki açıdan kabule şayan mıdır?
Cezaevlerinde en çok Kur’an okunan, namaz kılınan, oruç tutulan ülke… ülkeler… Ne garip İslam ülkeleri…