Abdurrahman Dilipak
“İçgüdü” değil “şeytani dürtü”
Önce küçük bir not: İns’in, yani insan’ın da Şeytanı vardır. Yani “Şeytanlaşan insan”, “Veresetüşşeytan” olan insanlar da vardır.
Psikologların dediği gibi, “insan kendi başına bir varlık” değil. İslam, “Hümanist” bir anlayışı öğütlemez bize. “İnsan merkezli” değil, “Hak merkezli” bir anlayışı öğütler.
İnsan, “ahsen-i takvim” olarak yaratılmıştır, ama insan “ekmel-i mahlukat”, “eşref-i mahlukat” olabileceği gibi “Belhum adal” da olabilir.
Evet, insan “çok zalim” olabilir. “Çok cahil” de! “Çok merhametli” ve “çok alim ve zahid” olabileceği gibi.
İnsan çok “aceleci” de olabilir, “teenni” ile hareket eden, “sabırlı” bir kul da olabilir.
“Kibir küpü” de olabilir, “tevazu ve edep timsali de. “Menfaatçi”, “ego santirik / ben merkezci” biri de olabilir, ihsan ve ikram sahibi de..
“Nankör”, “haris/ihtiras sahibi”, “cimri” biri de olabilir, “cömert”, “vefa” sahibi biri de.
İnsanoğlu “Kıskanç”, “Hased’çi” ve birçok yönden “Zayıf” bir kişiliğe de sahip olabilir. Güçlü, kararlı, cesur biri de. “İnsan bu!”
“Gerçekten insanların çoğu yoldan çıkmıştır.” “Ne kadar istersek isteyelim halkın çoğunluğu inanmayacaktır.”, “’İnandık’ diyenlerin bazıları da, ortak koşmadan Allah’a inanmayacaktır.” “Halkın çoğunluğu inkarda direnecektir”. “Onlara ‘yeryüzünde bozgunculuk yapmayın’ dediğinizde, ‘biz ancak ıslah edicileriz’ diyeceklerdir, iyi bilin ki onlar bozguncuların tâ kendileridir”.
İnsan kaç kişilikten oluşur? Ruh, can, nefs, akıl.. Başka; nefsimize taht kurup oturan Şeytan, kulağımıza vesveselerini fısıldayan Hannas (Cin) ve bizi fıtratımıza, yaratılış gayemize uymaya çağıtan, “Galu bela zamanında”ki misakı hatırlatan, koruyan, şahidlik eden Melekler.
Ruh, hasta olmaz. Yanılmaz. O ilahi bir nefha, cevherdir.
Biz bu ruh, can, nefs ve akıldan sadece aklımızı yönetir, akıl vasıtası ile canımızı korur, nefsimizi terbiye ederiz. Bunu da ancak, aklımızı vahiyle terbiye ederek başarabiliriz.
İşte o “içgüdü” denilen şey sakın “Şeytanın dürtüsü” olmasın.
Mavi Balina, aslında, yapay zeka ile bilgisayarın sizi tanıyarak, sizin özellik, meziyet ve zaaflarınızı öğrenip, sizinle oynadığı bir oyun. Bu oyun size meziyet ve zaaflarınızı gösterip kendinizi kontrol etmenizi sağlayan bir oyuna da dönüşebilirdi. Müfsit bir akıl, makinenin insanın zaaflarını kullanarak ona karşı bir tuzağına dönüştü. Bir cinayet makinası haline geldi.
Siz onun açtığı kapıdan adımınızı attığınız anda sizi ve sizin üzerinizden çevrenizi, hayallerinizi, korkularınızı, umudunuzu anlıyor ve sizin zaafınızı kullanarak sizinle bir “rus ruleti” oynuyor. Ve sonuçta kazanan hep o oluyor.
Böylece, gelecekte, toplumun başına bela olacak “pislik”leri (onların ifadesi) yemleyip, onları tesbit edip, intihara sürükleyerek, onların kendi kendilerini yok etmesini sağlıyor.
Oyun içinde bir oyun! Şeytan, kötülüklerle savaşan bir melek maskesi ile çocuklarımızı ayartıyor.
Hem çocuklar günahsız değil mi? O zaman bu oyunu oynarken, altın vuruş, size yeni, başka, ilahi düzende mutlu bir hayatın kapısını aralayacaksa, dünya sürgününe niye son vermeyesiniz ki! Oysa intihar, kendi kendini öldürmek, şirkten sonra en büyük günahtı!
Şeytan çocuklarınıza cennet ve ebedi bir hayat vaadediyor ve Allah’ın ona verdiği ömrü, kendine sunmasını istiyor.
Askerlerimiz Afrin’de savaşırken, biz şehadeti konuşurken, bir “düşman” evimizde çocuklarımızı avlıyor. Bunun FETÖ, DAEŞ, PKK, PYD’den hiçbir farkı yok. Fuhuş, kumar ve uyuşturucu üzerinden de gelebilirler.. Geliyorlar da!
Organ mafyası değil bu gelen, çocuğunuzun beynini, kalbini çalıyor. Bazen sarık sarar gelir. Onun için denmiştir ki, “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin”, “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” diye!
İnsan Firavunun sarayında hakka ulaşabileceği gibi, Peygamberin evinde sapıtabilir de..
Birçok kız psikoloji okuyor. Ama onlar “Human”ı anlamaya çalışıyorlar. Sosyoloji de öyle. Biyoloji de, psikiyatri alanında eğitim görenler eğer bu konudaki İslami bilgi ve anlayıştan uzaksalar, onların çözüm diye dayattıkları şey, kaş yapayım derken göz çıkarmaktan öte bir çaba olmayacaktır.
Aile danışmanlıklarındaki uzmanlara bakın bakalım, evlenip, mutlu bir aile kurabiliyorlar mı? “Yaşam koçları”nın çoğu “yeryüzünde bir cennet” vaadi ile Şeytanın asistanlığını üstleniyorlar. Hedonist, rasyonalist, pragmatist, “adrenalin bağımlısı”, “çile”den, “feragat” ve fedakarlık”tan uzak bir nesil geliyor. Onların hayatlarında din, ritüeller, seremoniler ve ikonalarla bezenmiş bir gelenekten ibarettir. Kültürel bir aidiyeti ifade eder, onlar için din. Tarih desen bir “mefahir” ve “folklor”dur birileri için.
Bazı şeyleri yeniden düşünmemiz gerek. Yarın çok geç olabilir. Fulbright ya da Monteserro aklı ile NLP yaklaşımları ile kendi medeniyetimizin vaad ettiği o “asude bir bahar ülkesi”ne zor varırız. Onlar “başarıya” odaklanmış, Allah’ın o, bizi “mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edeceği” imtihandan çok uzak, “Tanrı’yı başarıya, iktidara, servete zorlayan, mecbur bırakan, Promete gibi, Tanrının elinden ekmeği ve bilgiyi çalan insan” anlayışı ile varacağımız yer, neresidir aceba!?
Sahi, bir araştırın bakalım, niye, “Mavi Balina” oynayan çocuklar, daha çok, niçin “sanat okulu”ndakiler değil de, “İmam-Hatip”te okuyanlar! İlginç ve ürkütücü değil mi? Önder, İlim-Yayma ve Ensar bunun üzerinde düşünmeli. Övünmeyi, dövünmeyi bırakıp hep birlikte sormalıyız, “biz nerede yanlış yaptık” diye. Bu gerçeğe giden yolda, o fiziki mekan olarak çok mükemmel İmam-Hatiplerde namaz kılan öğrenci ve öğretmen sayısına da bir bakalım.. Oysa bu gençler, bizim için Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacaktı. Allah onlar eliyle zalimleri cezalandıracak mazlumlara yardım edecekti. Onlar insanlığı kurtuluşa davet eden davetçiler, zamana mekana şahidlik eden, Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacaktı. İnşallah yine olacak. Tamam Şeytan bize karşı, yardımcılarını da yanına alarak, “topyekûn saldırıyor”, fazla mesai yapıyor. Ama Allah’ın yardımı ile yine kazanacağız. Yeter ki, Allah’ın ipine tutunalım. Cahillik etmeyelim, zalimlerden olmayalım, sabreden, şükreden, direnenlerden olalım.
Hasan Aksay’ın geçen gün makalesinde ifade ettiği gibi, “madem ancak kalpler Allah’ı anmakla huzur bulur. İnsani Yüceliğe maden, akıl, iman ve vicdanla ulaşılır”, o zaman haydin hep birlikte hablullah’a tutunalım. Allah’a, Resul’üne ve kitab’a yönelelim. Yaşayan Kur’an ve veresetül enbiya olalım. Sakın, İmam-Hatipli olalım, ama “İmam-Hatipçilik” yapmayalım. Müslümanız biz Müslümancı” değil! “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir! Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz!
Çocukların saf aklı, iş, bürokrasi, siyaset çevresindeki konuşulanlara ailelerinin dünyası ile inanç dünyası arasında bir paralellik kuramamanın getirdikleri bir travma sözkonusu olabilir mi? Selâm ve dua ile..
Önce küçük bir not: İns’in, yani insan’ın da Şeytanı vardır. Yani “Şeytanlaşan insan”, “Veresetüşşeytan” olan insanlar da vardır.
Psikologların dediği gibi, “insan kendi başına bir varlık” değil. İslam, “Hümanist” bir anlayışı öğütlemez bize. “İnsan merkezli” değil, “Hak merkezli” bir anlayışı öğütler.
İnsan, “ahsen-i takvim” olarak yaratılmıştır, ama insan “ekmel-i mahlukat”, “eşref-i mahlukat” olabileceği gibi “Belhum adal” da olabilir.
Evet, insan “çok zalim” olabilir. “Çok cahil” de! “Çok merhametli” ve “çok alim ve zahid” olabileceği gibi.
İnsan çok “aceleci” de olabilir, “teenni” ile hareket eden, “sabırlı” bir kul da olabilir.
“Kibir küpü” de olabilir, “tevazu ve edep timsali de. “Menfaatçi”, “ego santirik / ben merkezci” biri de olabilir, ihsan ve ikram sahibi de..
“Nankör”, “haris/ihtiras sahibi”, “cimri” biri de olabilir, “cömert”, “vefa” sahibi biri de.
İnsanoğlu “Kıskanç”, “Hased’çi” ve birçok yönden “Zayıf” bir kişiliğe de sahip olabilir. Güçlü, kararlı, cesur biri de. “İnsan bu!”
“Gerçekten insanların çoğu yoldan çıkmıştır.” “Ne kadar istersek isteyelim halkın çoğunluğu inanmayacaktır.”, “’İnandık’ diyenlerin bazıları da, ortak koşmadan Allah’a inanmayacaktır.” “Halkın çoğunluğu inkarda direnecektir”. “Onlara ‘yeryüzünde bozgunculuk yapmayın’ dediğinizde, ‘biz ancak ıslah edicileriz’ diyeceklerdir, iyi bilin ki onlar bozguncuların tâ kendileridir”.
İnsan kaç kişilikten oluşur? Ruh, can, nefs, akıl.. Başka; nefsimize taht kurup oturan Şeytan, kulağımıza vesveselerini fısıldayan Hannas (Cin) ve bizi fıtratımıza, yaratılış gayemize uymaya çağıtan, “Galu bela zamanında”ki misakı hatırlatan, koruyan, şahidlik eden Melekler.
Ruh, hasta olmaz. Yanılmaz. O ilahi bir nefha, cevherdir.
Biz bu ruh, can, nefs ve akıldan sadece aklımızı yönetir, akıl vasıtası ile canımızı korur, nefsimizi terbiye ederiz. Bunu da ancak, aklımızı vahiyle terbiye ederek başarabiliriz.
İşte o “içgüdü” denilen şey sakın “Şeytanın dürtüsü” olmasın.
Mavi Balina, aslında, yapay zeka ile bilgisayarın sizi tanıyarak, sizin özellik, meziyet ve zaaflarınızı öğrenip, sizinle oynadığı bir oyun. Bu oyun size meziyet ve zaaflarınızı gösterip kendinizi kontrol etmenizi sağlayan bir oyuna da dönüşebilirdi. Müfsit bir akıl, makinenin insanın zaaflarını kullanarak ona karşı bir tuzağına dönüştü. Bir cinayet makinası haline geldi.
Siz onun açtığı kapıdan adımınızı attığınız anda sizi ve sizin üzerinizden çevrenizi, hayallerinizi, korkularınızı, umudunuzu anlıyor ve sizin zaafınızı kullanarak sizinle bir “rus ruleti” oynuyor. Ve sonuçta kazanan hep o oluyor.
Böylece, gelecekte, toplumun başına bela olacak “pislik”leri (onların ifadesi) yemleyip, onları tesbit edip, intihara sürükleyerek, onların kendi kendilerini yok etmesini sağlıyor.
Oyun içinde bir oyun! Şeytan, kötülüklerle savaşan bir melek maskesi ile çocuklarımızı ayartıyor.
Hem çocuklar günahsız değil mi? O zaman bu oyunu oynarken, altın vuruş, size yeni, başka, ilahi düzende mutlu bir hayatın kapısını aralayacaksa, dünya sürgününe niye son vermeyesiniz ki! Oysa intihar, kendi kendini öldürmek, şirkten sonra en büyük günahtı!
Şeytan çocuklarınıza cennet ve ebedi bir hayat vaadediyor ve Allah’ın ona verdiği ömrü, kendine sunmasını istiyor.
Askerlerimiz Afrin’de savaşırken, biz şehadeti konuşurken, bir “düşman” evimizde çocuklarımızı avlıyor. Bunun FETÖ, DAEŞ, PKK, PYD’den hiçbir farkı yok. Fuhuş, kumar ve uyuşturucu üzerinden de gelebilirler.. Geliyorlar da!
Organ mafyası değil bu gelen, çocuğunuzun beynini, kalbini çalıyor. Bazen sarık sarar gelir. Onun için denmiştir ki, “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin”, “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” diye!
İnsan Firavunun sarayında hakka ulaşabileceği gibi, Peygamberin evinde sapıtabilir de..
Birçok kız psikoloji okuyor. Ama onlar “Human”ı anlamaya çalışıyorlar. Sosyoloji de öyle. Biyoloji de, psikiyatri alanında eğitim görenler eğer bu konudaki İslami bilgi ve anlayıştan uzaksalar, onların çözüm diye dayattıkları şey, kaş yapayım derken göz çıkarmaktan öte bir çaba olmayacaktır.
Aile danışmanlıklarındaki uzmanlara bakın bakalım, evlenip, mutlu bir aile kurabiliyorlar mı? “Yaşam koçları”nın çoğu “yeryüzünde bir cennet” vaadi ile Şeytanın asistanlığını üstleniyorlar. Hedonist, rasyonalist, pragmatist, “adrenalin bağımlısı”, “çile”den, “feragat” ve fedakarlık”tan uzak bir nesil geliyor. Onların hayatlarında din, ritüeller, seremoniler ve ikonalarla bezenmiş bir gelenekten ibarettir. Kültürel bir aidiyeti ifade eder, onlar için din. Tarih desen bir “mefahir” ve “folklor”dur birileri için.
Bazı şeyleri yeniden düşünmemiz gerek. Yarın çok geç olabilir. Fulbright ya da Monteserro aklı ile NLP yaklaşımları ile kendi medeniyetimizin vaad ettiği o “asude bir bahar ülkesi”ne zor varırız. Onlar “başarıya” odaklanmış, Allah’ın o, bizi “mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edeceği” imtihandan çok uzak, “Tanrı’yı başarıya, iktidara, servete zorlayan, mecbur bırakan, Promete gibi, Tanrının elinden ekmeği ve bilgiyi çalan insan” anlayışı ile varacağımız yer, neresidir aceba!?
Sahi, bir araştırın bakalım, niye, “Mavi Balina” oynayan çocuklar, daha çok, niçin “sanat okulu”ndakiler değil de, “İmam-Hatip”te okuyanlar! İlginç ve ürkütücü değil mi? Önder, İlim-Yayma ve Ensar bunun üzerinde düşünmeli. Övünmeyi, dövünmeyi bırakıp hep birlikte sormalıyız, “biz nerede yanlış yaptık” diye. Bu gerçeğe giden yolda, o fiziki mekan olarak çok mükemmel İmam-Hatiplerde namaz kılan öğrenci ve öğretmen sayısına da bir bakalım.. Oysa bu gençler, bizim için Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacaktı. Allah onlar eliyle zalimleri cezalandıracak mazlumlara yardım edecekti. Onlar insanlığı kurtuluşa davet eden davetçiler, zamana mekana şahidlik eden, Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacaktı. İnşallah yine olacak. Tamam Şeytan bize karşı, yardımcılarını da yanına alarak, “topyekûn saldırıyor”, fazla mesai yapıyor. Ama Allah’ın yardımı ile yine kazanacağız. Yeter ki, Allah’ın ipine tutunalım. Cahillik etmeyelim, zalimlerden olmayalım, sabreden, şükreden, direnenlerden olalım.
Hasan Aksay’ın geçen gün makalesinde ifade ettiği gibi, “madem ancak kalpler Allah’ı anmakla huzur bulur. İnsani Yüceliğe maden, akıl, iman ve vicdanla ulaşılır”, o zaman haydin hep birlikte hablullah’a tutunalım. Allah’a, Resul’üne ve kitab’a yönelelim. Yaşayan Kur’an ve veresetül enbiya olalım. Sakın, İmam-Hatipli olalım, ama “İmam-Hatipçilik” yapmayalım. Müslümanız biz Müslümancı” değil! “Ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir! Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz!
Çocukların saf aklı, iş, bürokrasi, siyaset çevresindeki konuşulanlara ailelerinin dünyası ile inanç dünyası arasında bir paralellik kuramamanın getirdikleri bir travma sözkonusu olabilir mi? Selâm ve dua ile..