Ahmet Taşgetiren
İçişlerinde olan neden yargıda olmuyor?
Gazze gündeminin yanında içerdeki gündeme sıra gelmiyor ama içerde de nereden bakılsa çok önemli gelişmeler yaşanıyor. İçişleri ve Adalet Bakanlıklarının kapsama alanında yaşananlar, hem bu alanlardaki işleyişin kalite standardı açısından hem de devletin işleyiş biçimi açısından dikkatle tahlil edilmeyi gerektiriyor.
Normalde sistemin en tepe noktasında Cumhurbaşkanı bulunuyor. Hükümet sistemi doğrudan Cumhurbaşkanı’nın iradesiyle belirleniyor. Bakanlar Cumhurbaşkanı’nın iradesi, talimatı, görevlendirmesi ile hareket ediyor. Onun için bakanların icraatını tek başına bir hamle olarak değerlendirmek yerine, Cumhurbaşkanı iradesi ile birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Şimdi gelişmelere bakalım:
İçişleri Bakanlığına getirilen Ali Yerlikaya, göreve gelir gelmez, önce Emniyet bünyesinde görevden almalar, yeni görevlendirmeler gerçekleştirdi.
Ardından da Ayhan Bora Kaplan’dan başlamak üzere çetelere, suç örgütlerine, uyuşturucu mafyasına karşı operasyonlara başladı. Üstelik bu kararlığının devam edeceğini bildirdi.
Çetelere yönelik operasyonların bir noktasında yargı ayağı bulunduğu bilgileri de Ayhan Bora Kaplan operasyonuyla birlikte gündeme geldi.
Yerlikaya’nın açıklamasına göre “görevde bulunduğu 120 günde 80 bin 572 operasyon gerçekleşmiş, 38 “mafya tipi çete” çökertilmiş, 98 bin 198 şüpheli gözaltına alınmış, 8 bin 379’u tutuklanmıştı.”
Bu rakamlara bakan insan ister istemez şu soruyu sordu:
Cumhurbaşkanı devletin başı ise, MİT ve İçişleri Bakanlığı da onun gözetim alanında ise, bütün bu yoğunluktan devletin bilgisi olması gerekirdi. Yani MİT uyarmalıydı, İçişleri Bakanı el koymalıydı ve Cumhurbaşkanı da çeteler, uyuşturucu mafyaları, suç örgütleri ile yeterince mücadele edildiğinden, dolayısıyla nerede ise tüm ülkeyi çetelerin istila etmediğinden emin olmalıydı.
Eğer öyle ise Ali Yerlikaya’nın yaptığı operasyonlar neydi ve bütün bunlar da Cumhurbaşkanı’nın bilgisi onayı dahilinde gerçekleşiyorsa, önce neden yapılmamıştı? Önce yani, Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı yaptığı 7 yıl boyunca?
Bu soru burada dursun.
Böyle bir olayı Türkiye, ekonomi alanında yaşadı. Türkiye seçimden sonra ekonomi alanında da tam bir yönetim değişikliğine gitti. Bunu da Cumhurbaşkanı’nın iradesi belirledi. Nureddin Nebati de Cumhurbaşkanı’nın onayı ile gelmişti, Mehmet Şimşek de… Oysa politikaları “rasyonalite farkı” kadar farklıydı. Cumhurbaşkanı bu kadar farklı politikalara nasıl onay vermişti? Devlette bu tür kökten farklılıkları analiz edecek, ekonominin dibe vurmaya doğru gittiğini görecek ve doğruya yönlendirecek bir zemin yok muydu?
Bu soru da burada dursun.
Gelelim Adalet Bakanlığı’na ve Yargıya…
Bu alan da sayın Cumhurbaşkanı’nın özel ilgisine mazhar olan bir alan… Bu da tabii… Partinin adında “Adalet” var. Kaldı ki “Devletin dini Adalet” diye bilinen özdeyiş, muhafazakâr demokrat bir siyasi hareketin de temel mottolarından biri. Bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi yürüyüşünde “Yargı adaletsizliği” önemli bir safha olmuş. Kendisi cezaevine gitmiş, politika yaptığı siyasi partiler kapatılmış, kendi partisi de ipten dönmüş…
Adil olmak lazım, adil olmak lazım, adil olmak lazım….
Ama Ak Parti iktidarları, belli bir süreden sonra, “yargı siyasallaşması” gibi bir illete de dûçar olmuş durumda…. FETÖ yargısı ile el ele tutuştuğu günlerde ve sonra, sonra, bu günlere kadar…
Yargıda yaşanan çok şey biliniyor da, cüzdanla vicdan arasında kalmışlıkların itirafları medyaya çoktan yansıdı da, sipariş aflar, sipariş tahliyeler, sipariş cezalandırmalar, siyaseten yargısız infazlar…. Sonra borsalar… Emniyet – Avukat –Yargıç üçgeninde aşağıdan yukarıya işleyen mekanizmalar…
En son Birgün’den Timur Soykan’ın haberleştirmesi ile İstanbul Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın Hakimler Savcılar Kurulu (HSK)’na yazdığı mektupla ortaya çıkan ve “Çürüyoruz” diye özetlenecek acayiplikler dosyası…
İsmail Uçar, Ak Parti camiasının çok uzun zamandan beri tanıdığı bir yargı mensubu. Onun siyaseten Ak Parti camiasını ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı rahatsız edecek bir eylemin içine girmeyi düşüneceğini sanmam. Ama işte böyle bir dosya ile devletin kapısını çalmış durumda…
Devletin bu dosyada yazılanlardan çok daha ötesini bilmiyor olmasını düşünemiyorum. Bizzat sayın Cumhurbaşkanı’nın yargı ile ilgili tavırlarına yönelik eleştiriler de siyasetin ana gerilim noktalarından birisi. Kürsülerden hedef gösteren konuşmalar yargı bağımsızlığı açısından kabul edilebilir şeyler değil. “Devlet” denen şey her ne ise, bunu da not edip Cumhurbaşkanına sunan bir boyutu olmalı.
Ama mesela yargıda, İçişleri ve Ekonomi alanında yapılana benzer köklü bir irade beyanı söz konusu olmadı. Sayın Başsavcının feryadının nasıl yankı üreteceği de bilinmiyor. Herkes biraz Başsavcının kendisi açısından “tehlikeli” bir işe kalkıştığı gibi bir his taşıyor.
Ama yargı da, üzerinde böylesine gölgeler taşıyarak yol yürüyemez. Özellikle yargı böyle yürüyemez. Adalet Bakanı çıksa, Ali Yerlikaya gibi operasyonlarla Yargıdaki çürük alanları temizlemeye kalksa, sanki sürece daha uygun görüntü ortaya çıkardı. Niye olmadı acaba?