İHH Sözün Bittiği Yerdir

İHH Sözün Bittiği Yerdir

Genel Başkan Avukat Bülent Yıldırım fakirlere sesleniyor: Biz sizin dostunuzuz. Biz sizi unutmadık.

Biz bu faaliyetleri ilk defa başlatınca Türkiye’de çok iyi algılanmadı. “Neyi amaçlıyorlar?” diye bir çok soru soruldu. Sadece bir kilo et götürmek miydi gaye? Türkiye’de o sıralar her şey konuşuluyordu. Neredeyse konuşulmadık hiçbir şey kalmamıştı. Artık bir şeylerin fiiliyata geçmesi gerekiyordu. İşte İHH tam bu noktada, sözün bittiği yerde başladı.

Sözün bittiği yerdeki bir kurumu sözle anlatmak ne kadar zor ise, tarifi imkansız hayırları kelimelere yüklemek de bir o kadar zor. Hangi kelime, başı okşanan bir yetimin duygularını ifade edebilir? Ya da uzun süredir görmeyen bir insanın ışığı hissettiği o ilk anı kim kelimelere dökebilir? Çocukları açlık ve salgın hastalıklar yüzünden gözleri önünde ölen insanlara götürülen ve karın doyurmak değil hayatta kalmak anlamına gelen bir torba yiyeceğin değerini hangi kelime tartabilir? İşte İHH böyle tarifi imkansız hayırların kurumu. Ona vücut veren ne bilmem kaç katlı binası, ne de içindeki bilgisayar teknolojisi. Onu dimdik ayakta tutan ve belki de bir hayrı bu denli bereketlendiren tek şey, hayırseverlerin samimiyeti ve buna karşılık çalışanların gayreti. Bülent Yıldırım da zaten açıkça ifade etmiyor mu; “Biz sadece hayırseverlerle mağdurlar arasında basit bir köprüyüz. Tüm hayırlar yardımseverlere aittir” diye. Hayırseverlerle tek tek konuşmak mümkün olmadığı için biz de hayırların bileşkesi olan İHH’yı temsilen, onun Genel Başkanı Avukat Bülent Yıldırım ile İHH’yı, bu yılki kurban kampanyasını ve İHH’nın köprü olma vasfını konuştuk.
-Türkiye’de kurban kampanyasını veya Ramazan kampanyalarını ilk defa İHH başlattı. Bu proje nasıl doğdu ve projeye başlarken hedefiniz neydi?
-İslâm coğrafyasına büyük saldırılar vardı ve bu saldırıları yapanlar bir araya gelerek Müslümanları yok ediyorlardı. Bunlara bir dur demek gerekiyordu. Ama bunun yolu da kendi aramızdaki sağlıklı iletişimden geçiyordu. Bu nedenle bu topraklara gitmek, buradaki insanlarla haşır neşir olmak gerekir diye düşündük. Kurban bunun için büyük bir vesile idi. İlk olarak Bosna’da, ilerleyen yıllarda 33 ülkede, bu yıl da 111 ülkede bu kampanyayı gerçekleştiriyoruz. Biz bu faaliyetleri ilk defa başlatınca Türkiye’de çok iyi algılanmadı. “Neyi amaçlıyorlar?” diye bir çok soru soruldu. Sadece bir kilo et götürmek miydi gaye? Türkiye’de o sıralar her şey konuşuluyordu. Neredeyse konuşulmadık hiçbir şey kalmamıştı. Artık bir şeylerin fiiliyata geçmesi gerekiyordu. İşte İHH tam bu noktada, sözün bittiği yerde başladı.
-Kim bu fikri ortaya attı? Üzerinde neler konuşuldu? Çünkü İHH ilk defa kurban kampanyasını başlattığında “caiz mi, değil mi?” diye uzun bir süre tartışıldı. Tüm bunları nasıl aştınız?
-Hz. Ömer’in bir sözü var: Cahiliyyeyi bilmeyen İslâm’ı anlayamaz. Biz her şeyden önce cahili tüm düzenleri masaya yatırdık. Bunlar hangi argümanlarla bize karşı mücadele ediyorlar ve bizi sömürüyorlar? Baktık ki en önemli argüman kiliselerin misyoner faaliyetleri, uluslararası şirketlerin ticari faaliyetleri ve bizden daha çok bizi tanımaları. Gittikleri yerlerde kilise açıyorlar, hastane açıyorlar. Oradaki yetimlerle ilgileniyorlar. İnsanların dinlerini ellerinden almak için onlara bir takım maddi katkılarda bulunuyorlar. Bu kaynağa nereden sahipler diye araştırdığımızda baktık ki batılı devletlerin çoğu bu teşkilatları destekliyor. İnsanlar aylık düzenli olarak bu teşkilatlara yardım yapıyorlar. Bizimse elimizde böyle bir maddi güç yoktu. Peki ne yapabilirdik, kurbanla birlikte biz bu gücü oluşturabilirdik. Kurban bizim amiral gemimizdi. Biz bu gemiye binerek dünyanın en ücra köşelerine bile gidebilirdik. İlk defa böyle başladı. Tabii bunu başlattığımız sırada, Türkiye’nin büyük kurumlarından bir tanesi “vekaleten kurban kesilmez” dedi. Daha sonra alimleri topladık. Onlar kesilebileceğine hüküm verdiler. İlk kurban kampanyasını başlattıktan sonra bugün herkes yapıyor. Hatta o gün “vekaleten kurban kesilmez” diyen kurum bile.
-Kurban kampanyasındaki mesaj ne?
-Burada önemli olan kurbanın eti değil. Kurban vasıtasıyla bayramlaşmak. İşte; “Siz yalnız değilsiniz, biz sizin dostunuzuz. Biz sizi unutmadık” demenin bir adıdır kurban. Yıllardır bu çalışmaları yaparken edindiğimiz bilgiler ışığında dünyanın bir çok yerinde hastaneler açtık, yetimhaneler açtık, doğumevleri, okullar, su kuyuları, camiler açtık. Kurbanın bize sağladığı bu açılımla bir çok güzel projenin sahibi olduk.
"BİR PLAN DAHİLİNDE ÇALIŞIYORUZ"
-Kampanyalarınızda yer alan 111 ülke tanımlaması bir hedef mi yoksa netice mi?
-Bu ülkeler Türkiye ile birlikte 111 ülke. Sadece Türkiye’de 51 şehirde dağıtım yapacağız. Tabii daha çok fakirliğin kronikleşmiş bölgeleri olan Doğu ve Güneydoğu’da dağıtım yapacağız. Bu ülkeleri belirlerken bazı kriterlerimiz var. Savaş bölgeleri, muhtemel savaş bölgeleri, tabii afetler ve fakirlikle mücadele bölgeleri, onun dışında bir de yeni tanımak istediğimiz yerler var. Mesela bu yıl Latin Amerika’da, Küba’da, Bolivya’da, Brezilya’da da kurban kesiyoruz. Buradaki Müslümanlarla da tanışıyoruz. Küba’da şu anda bir camii açılışı için uğraşıyoruz. Yani haritayı açıyor da kafamıza göre gördüğümüz yerde kurban kesiyor değiliz, bir plan dahilinde çalışıyoruz.
HEDEF 10 BİN YETİM
Mesela şu anda 30 ülkede yetim çalışmamız var. Peygamber Efendimiz (sav), yetimlere sahip çıkanlar için, "Cennette biz onlarla kardeşiz" diyor. Buradan bir müjde de vermek istiyorum. Türkiye’de 2008’in sonunda 10 bin tane yetime bakacak hale geleceğiz. Bunun bir kısmı tespit edildi ve bakımları yapılıyor. Çünkü siz yetimi iyi yetiştirirseniz bir Ömer Muhtar çıkar. Eğer iyi yetiştirmezseniz Kerimov gibi bir zalim çıkar. Savaş bölgelerinde özellikle yetim çocuklarımız kaçırılıyor. Organ mafyası, fuhuş sektörü ve misyoner teşkilatlar yetim çocuklarımızı kullanıyorlar.
DOĞU VE BATI MEDENİYETİNİN YETİMLERİ DE BİZİM
Biz bütün İslâm dünyasına şu mesajı verdik, “Biz bütün yetimlerimize bakabiliriz. Hatta biz doğu ve batı medeniyetinin yetimlerine de bakmalıyız. Birçok yardım kuruluşunu yetimlerle ilgilenmeye yönlendirdik. Geçtiğimiz gün Irak’ta bir toplantı yaptık. 150 sivil toplum kuruluşu katıldı. Irak’ta 4-5 milyon yetim çocuk var. Bizim hedefimiz ise bunların en az 1 milyonuna bakmak. Bu nedenle bu yılki kurban kampanyasına halkımızın büyük destek vermesi lazım. Bizim batılı teşkilatlar gibi büyük imkanlarımız yok. Ama yüreğimizi ortaya koyduğumuz zaman onlardan daha büyük işler yapabiliyoruz.
10 SAATTE MÜDAHALE EDEBİLİRİZ
-Yani dinler ve ırklar çok önemli değil?
-Kesinlikle önemli değil. Ama savaşların bu gün yüzde 95’i İslâm coğrafyasında oluyor, biz de tabii ki o zaman bu coğrafyalara gidiyoruz. İkinci olarak tabii afetlere müdahale ediyoruz. Hedefimiz dünyanın herhangi bir bölgesinde olabilecek bir afete ilk 10 saat içinde müdahale edebilmek. Bazıları 10 saatte uçakla bile gidilemeyeceğini savunabilir, ama bizim artık birçok bölgede partner kuruluşlarımız var. Dünyanın birçok yerinde yedeklediğimiz yardım malzemelerimiz var. Herhangi bir afette hemen oradan müdahale yapabiliyoruz. Üçüncü olarak fakirliğin kronikleştiği Afrika ülkelerine yardım yapıyoruz. Afrika büyük bir medeniyettir. Ama Afrika bu hale getirildi. Bunun bir sebebi akıl tutulmasıdır, diğeri de tabii acımasız sömürgeciliktir. Dördüncü olarak misyonerlerin el attığı bölgelere yardım ulaştırıyoruz. Afrika, Asya, Balkanlar, ya da kısaca İslâm coğrafyasının her tarafında misyonerler faaliyet gösteriyor. Afrika’da bazı yerler var. Elektrik yok ama orada radyo istasyonu kurmuşlar. Köylülere pilli radyo hediye etmişler, adamlar ister istemez saatlerce onların propagandasını dinliyorlar. Son olarak da tanışmak için gittiğimiz coğrafyalar var, oralara gidiyoruz. Şu ana kadar da gittiğimiz her yerde güzel sonuçlar aldık.
"BU ÇALIŞMALAR SIRASINDA MÜSLÜMAN OLANLARA ÇOK RASTLADIK"
-Yardım götürdüğünüz bir çok yerde insanlar İslâm’ı ya çok az biliyorlar ya da hiç bilmiyorlar. Sizi İslâmi bir ibadeti onlarla paylaşmak için karşılarında görünce ne diyorlar? Nasıl tepki gösteriyorlar?
-İslâm’ı çok iyi bilenlerde bile büyük bir sevinç oluyor. İslâm’ı az bilenler için duygusal anlar yaşanıyor. İslâm’ın başkalarının anlattığı gibi olmadığını görüyorlar. Bir özgüven geliyor. Bir de başka dinlerdendir ya da ateisttir, “Siz bunu niçin yapıyorsunuz” diye sorduklarında verdiğiniz cevap onların ruh dünyasını allak bullak ediyor. Bu çalışmalar sırasında o kadar çok Müslüman olan insanla karşılaştık ki. Hatta bir tanesi Çin’de oluyor. Arkadaşlar Çin’de Müslümanların yaşadıkları bir mahallede kurban dağıtıyorlar. Oradaki Müslüman Çinliler; “Şurada bir Çinli aile var 90 yaşındalar, acaba onlara da kurban etinden ikram edebilir miyiz?” diye soruyorlar. Arkadaşlarımızda tabii ki veriyor. Bu yaşlı insanlar soruyor; “Siz kimsiniz ve bu eti niye karşılıksız olarak bize veriyorsunuz?” Cevabı aldıktan sonra uzun uzun konuşuyor ve Müslüman oluyorlar. Arkadaşlar döndü, ikinci bir ekibimiz gitti. Onlar da bu yaşlı çifti ziyaret ettiler. Onlar arkadaşlarımıza diyorlar ki; “Biz Müslüman olduk, ama siz bir şeyleri eksik bıraktınız, bize isim vermediniz.” Arkadaşlarımız da birine Adem, birine de Havva adını veriyorlar. Sonra bunlar çocuklarını, yeğenlerini çağırıyorlar, birisine Sümeyye, birisine Ammar derken ailenin büyük bir kısmı Müslüman oluyor.
-Bir yardım teşkilatı olarak dünyayı ekonomik, soysal ve siyasal olarak resmetmeye kalksanız, nasıl bir tablo çizersiniz bize?
-Peygamberimiz (sav), bir evde bir yetimin gözyaşı varsa o evin kötü olduğunu ifade ediyor. Ülkeler eğer bir evse, her ülkede yetimin gözyaşı var. Yolda kalmışların gözyaşı var, dulların acısı var. Biz bunlara ne kadar yardım edebilirsek, dünya o kadar güzelleşir.
Zenginlerimiz ne yazık ki paralarını yastık altında ya da modern yastık altı olan bankalarda tutuyor. Birçoğu zevk ve sefa peşindeler, ya da Batı’nın köleliğini yapmaktadırlar.
"BIÇAK SIRTINDAYIZ"
-Biraz kişisel bir şey sormak istiyorum. İHH gibi bir teşkilatın başındasınız. Birçok insanın hakkı üzerinde tasarruf sahibisiniz. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz, yani fakirlere yardım etmenin getirdiği manevi bir huzur içinde misiniz, yoksa yükün ağırlığından dolayı sürekli diken üzerinde misiniz?
-Bıçak sırtındayız diyebilirim. Allah korusun cennet ile cehennem arasında gidip gelen bir yer. O sebeple kurumsallaşma kimliğimizi tamamlamış durumdayız. Bu yardımların fonların kullanımı bir heyetin huzurunda yapılır. Tek başımıza hiç karar vermedik, ortak akılla hareket ediyoruz. Bu anlamda rahatız. Vebali şu noktada görüyoruz; “Acaba ulaşabileceğimiz bir yer varken ulaşamadık mı?” kısmında bir problem yaşıyoruz.
-Başınızı yastığa koyduğunuzda bir muhasebe yapıyor musunuz?
-Aslında bir Müslüman her namazdan sonra bir muhasebe yapmak zorundadır. Bir Müslüman kendisini sadece böyle hayır işlerinde değil, her alanda hesaba çekmekle yükümlüdür. Biz hep arkadaşlarımıza kendilerini kontrol etmelerini, Allah’tan korkmalarını ve yanlış bir şey yaptıklarında çabucak geri dönmelerini tavsiye ediyoruz.
-Hayırseverlere bir çağrınız bir tavsiyeniz var mı?
-Bu güne kadar ulaştırdıkları yardımlardan dolayı Allah tüm yardımseverlerden razı olsun. Güzel hizmetlere vesile oldular. En önemlisi çocukların yardım bilinci ile yetişmesini sağlamak. Benim bütün kardeşlerime tavsiyem. Çocuklarınızı Hz. Ali’nin dediği gibi gelecek döneme göre yetiştirin. Bir de bütün dünyayı hedef alarak yetişsinler, ufukları geniş olsun. Çocukların yattığı odada bir dünya haritası olsun. Çocuklarımızın hedefi dünya olsun, dünyanın mutluluğu olsun. O zaman büyük insan yetiştiririz.
İşte katarakt kampanyası... Batılı bir kuruluş 20 yıldır yapıyor ve toplam 165 bin tane yapmış. Biz bir yılda yüz bin hedeflemişiz. O yüzden yüreğini ortaya koyan, merhametle hareket eden, karşıdaki insanı kendisi gibi düşünen insanların var olduğu kuruluşlara destek verilmesi lazım. Almanya’da 20 milyon insan yardım kuruluşlarına üye. Bize soruyorlar, üyeniz ne kadar diye, biz diyoruz ki 60 bin. Aradaki farka bakın. Ama biz 60 bin üye ile daha büyük işler yapabiliyoruz. Bir de bir milyon üyemiz olduğunu düşünün. Allah’ın izni ile bütün bu coğrafyadaki sömürü ve insan hakları ihlallerine karşı çok daha gür ses çıkarabiliriz.
“Anne, bizim de et dağıtacak bir bayramımız yok mu?”
-Yardım götürdüğünüz bölgelerde, “İşte her şey bunun içindi” dediğiniz olaylarla karşılaştınız mı?
-Böyle çok olay var. Her giden arkadaşımızın dağarcığında birçok olay var. İnşallah bunları kitaplaştıracağız. Etiyopya’da kurban dağıttığımız bir sırada bir anne kızına diyor ki; “Türkiye’den gelmişler, et dağıtıyorlarmış, git bak bakalım nedir?” Kız daha ortaokul çağlarında. Kız sıraya giriyor, gözüne İHH’nın amblemi takılıyor. İlk defa İHH’yı orada görüyor. Eti alıyor gidiyor. Merak ediyor, taaa Türkiye’den gelen beyaz adamlar buraya gelip et dağıtıyorlar, bunların amacı nedir? diye. Kız o günden beri dua ediyor, “Ya Rabbi ben bu İHH ile tanışayım” diyor. Hatta Hıristiyan komşularının çocukları annelerine, “Anne, bizim de et dağıtacak bir bayramımız yok mu?” diye soruyorlar. O kızımız diyor ki, “O zaman öyle gururlandık ki, ilk defa misyonerlere karşı gurur duyacak bir şeyimiz olmuştu.” Yıllar sonra o kızımız üniversite okumak için Türkiye’ye geldi, şu an İHH’da çalışıyor.
“Arakan’ı Türkiye’ye ilk tanıtan İHH’dır”
Arakan bölgesini ilk olarak Türkiye’ye tanıtan İHH’dır. Arakan’lı mülteciler şu an Bangladeş’te sınırda yaşıyorlar. Tek kelime ile söyleyeyim hiçbirimiz onların yaşadığı şartlarda hayatı yaşamayız. 1 km2’lik bir alanda bin 400 aile yaşıyor. Yıllardır buraya gidip geldik, başka kurumların gitmesine vesile olduk. Bugün orada bir yetimhanemiz, bir de yetim yurdumuz var. Gittiğimiz her yerde muhakkak bir eser bırakmak istiyoruz. Biz öldükten sonra da sevap hanemize yazılsın diye. Yalnız buradan kastettiğim İHH çalışanları değil. Çünkü İHH çalışanları bir aracıdır. Asıl hayrın sahibi yardımseverlerdir.