Ilımlı Laiklere 2. Cumhuriyet Dönemi

Ilımlı Laiklere 2. Cumhuriyet Dönemi

Ilımlı Laiklere 2. Cumhuriyet Dönemi

Mısır gazetesi Ehram: Türkiye, katı laikler ve ordunun muhalefetine rağmen bir 'ikinci cumhuriyet' dönemine giriyor. AKP ve ılımlı laiklerin daha demokratik bir rejim projesi kapsamında, sivil bir anayasanın temel alındığı, askerin siyasete karışmadığı ve ifade özgürlüğünün korunduğu bir sistem yolda. Türk gelişmesi tasavvur ettiğimizden daha büyük ve derin. Şu günlerde Türk basınını takip edenler, ülkenin yaşadığı büyük dönüşümlerin ortasında kamuoyunun Hayrünnisa hanımın başörtüsüyle meşgul olması karşısında dehşete düşmeli. Hayrünnisa Gül, geçen hafta seçilen cumhurbaşkanının eşi. 'Sorun'uysa sadece beş vakit namaz kılması değil, aynı zamanda başörtülü olması.

Radikal - Laik aşırılıkçılara göre ilki affedilebilir ancak ikincisine izin verilemez, affedilemez. Başındaki örtü nedeniyle Hayrünnisa Gül'ün eğitimini tamamlamasına izin verilmedi; Gül başörtüsüne tutundu ve evde oturmaya razı oldu. Kızının yaptığını yapmayı düşünmedi; kızı üniversiteye girdiği zaman başörtüsünü çıkarmayıp eğitimini sürdürmek için türbanının üzerine peruk takmıştı.
Laikler şekilciliğe hapsoldu

Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olması sonrası eşi adeta bir bombaya dönüştü. Aşırılıkçı laikler başörtülü bir bayanın Çankaya Köşkü'ne girmesini laik rejimin ortadan kaldırılması olarak gördü. Atatürk'ün koltuğunda Gül gibi beş vakit namaz kılan birinin oturacağını düşünmeye tahammül etmelerine rağmen, Köşk'e başörtülü bir bayanın girmesini sindiremediler, herhangi bir resmi münasebete katılmasını da laikliğin kabul edilemez inkârı olarak gördüler.
Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü bu nedenle Türkiye gündeminin en önemli konularından biri haline geldi. Laikliği temsil eden askerin Abdullah Gül'ün yemin törenini boykot ettiği ve Genelkurmay Başkanı General Yaşar Büyükanıt'ın yeni cumhurbaşkanıyla tokalaşmayı reddettiği doğru. Ancak asker, Gül'ün eşinin cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası ilk resmi ulusal münasebet olan Zafer Bayramı kutlamalarına katılmasını tam bir kırmızı çizgi olarak gördü ve Hayrünnisa hanımı kutlamalara davet etmedi. Gül ise eşinin resmi kutlamalara katılmayacağını açıklayarak onları rahatlattı. Ardından Abdullah Gül, eşinin değil kendisinin cumhurbaşkanı olduğunu ve kendisi başörtüsü takmadığı için kutlamalara katılmasının bir sıkıntı yaratmayacağını ifade ederek şakalaştı.
Gül'ün bu sözleri konuyla ilgili tartışmayı durdurmadı. Bazıları eşiyle birlikte yurtdışına çıktığında Hayrünnisa hanımın karşılama törenlerine katılıp katılmayacağını sordu. Bazılarıysa askeri öfkelendirmeyecek bir başörtüsü takmasından dem vurdu.

20 yıldır Viyana'da yaşayan Türk asıllı modacı Atıl Kutoğlu'nu yeni bir tasarımla başörtüsü sorununu çözmekle görevlendirdiğini ifade ettiler. Bu çabanın neticesi henüz bilinmiyor.
Bu açıdan Türk siyaset sahnesi him abes hem de epey anlamlı görülüyor. Abeslik, kendilerini laikliğin bekçileri olarak gören askerlerin en büyük uğraşlarının, başörtüsünden resmi kutlamalara kadar sembolleri korumak olmasında. Yani içerikten çok şekille ilgileniyorlar. AKP liderleriyse zekice davrandı. Öze yoğunlaşıp sembolleri askere bıraktılar. Görünen o ki, İslamcıları şekillerle ilgilendikleri gerekçesiyle ayıplayan ve laikleri toplumsal değişime önem verme eğilimleri nedeniyle öven birçok kimse açısından roller değişti. Türkiye'de şu an bu durumun tam tersi yaşanıyor. Askerin sembollere yoğunlaşmasıysa, rolünün azalması sonrası elinde kalan alanı temsil ediyor. AKP liderlerinin büyük halk desteği elde etmekte başarılı olması askerin gücünü zayıflattı. Ordu geçmişte üç darbe yaptı. Fakat bu kez, yeni cumhurbaşkanıyla inatlaşmaktan ve seçilmesi öncesinde genelkurmay başkanından gelen 'laik rejime zarar vermeye çalışan şer odakları'na yönelik uyarısından daha fazlasını yapamazlar.
Genelkurmay başkanının 'laik rejimi tehdit eden şer odakları'na dahil ettiği yeni dönemle mücadelede askerin yapabileceğinin sadece bu kadar olmasının anlamı, 80 yıl önce cumhuriyetin kurulmasından bu yana yaşanan her dönemden farklılık arz eden yeni bir dönemin varlığı. Bu sadece bir çıkarım değil, aynı zamanda Türk sahnesinin, azımsanmayacak sayıda araştırmacı ve yorumcu tarafından bilinen önemli gerçeklerinden birini temsil ediyor: Bu kişiler halihazırdaki şartları, 'ikinci Türkiye Cumhuriyeti'nin doğumunun başlangıcı' diye nitelemekte tereddüt etmiyor. Başbakan Tayyip Erdoğan bu durumu başka bir ifadeyle dile getirmişti. Türkiye'nin havalanan bir uçak gibi olduğunu ve önünde hiçbir şeyin duramayacağını söylemişti Erdoğan. Bu ifadenin, Türkiye'nin asker tarafından durduralamayacak yeni bir ateşlenme yaşadığının ilanı olarak anlaşılması mümkün.

'İkinci cumhuriyet' hakkında konuşmak ilk kez bugün akla gelmedi.
Bu konu hakkındaki tartışma, Mehmet Altan 1991'de yazdığı bir makalede, Atatürk'ün 1920'lerde inşa ettiği cumhuriyetin tarihinin eleştirilmesi çağrısı yaptığında başlamıştı. Altan bu cumhuriyeti askeri vesayet devleti ve halkın egemenliğinin kaybolması olarak nitelemişti. Bu durum askeri ve sivil bürokratların hükmettiği bir rejimin kurulmasıyla sonuçlandı. Altan, ordunun kışlasına dönmesi ve askeri darbelerden dolayı yargılanması çağrısı yaptığı için mahkemeye çıkarıldı, ihanet, Batı uşaklığı ve ülkeyi bölmek için komplo kurmakla suçlandı. Fakat fikirleri boşa gitmedi; durgun siyasi seçkinlerin denizine atılan büyük bir taş gibiydi. Altan, hâlâ süren bir tartışma başlattı. Eleştirildiği gibi kabul de gördü.
Toplum efendiye dönüşecek

İkinci cumhuriyet teorisyenleri, aralarında demokrasinin bulunmadığı altı hedef belirleyen Kemalizm'in kutsallaştırıldığını, askerin formüle ettiği anayasanın eleştirilmesinin yasaklandığını, farklı düşüncelere karşı yargı ve yasaklarla savaş açıldığını, bu durumun siyasetin felce uğramasına, kültürün yüzeyselleşmesine ve kalkınmanın engellenmesine yol açtığını ifade ederek yüksek sesle konuşuyorlar. Ayrıca, uyanışın halihazırdaki otoriter rejimden demokratik rejime geçmeyi gerektirdiğini, bunun da askerin siyaset üzerindeki vesayetinin kalkmasını, anayasanın evrensel demokrasi kriterlerine ve insan haklarına uyacak biçimde değiştirilmesini ve vatandaşların, hükümetin kendilerinden aldığı vergiyi nasıl harcadığını kontrol etmesini gerektirdiğini söylüyorlar. Bu çağrı toplumla iktidar arasındaki ilişkiyi alaşağı etmeyi hedefliyor; zira, böyle bir durumda toplum efendiye dönüşüyor ve devlet onun hizmetine girmiş oluyor.

Aşırı laikler başörtüsüne karşı savaşa girişirken ve zamanın silmeye başladığı Kemalist mirasa tutunurken Türk rejimini yenileme amaçlı ortaya atılan ikinci cumhuriyet fikri daha fazla taraftar topluyordu. Bu durum aynı bilinçteki projesiyle AKP'nin ortaya çıkmasıyla aynı zamana denk geldi. İki projenin buluşması ve ikinci cumhuriyetinin koyu savunucularının, AKP'yi hedeflerini gerçekleştirmek için destek alınacak bir siyasi güç olarak görmesi gayet doğaldı. Bu iki proje arasında şu üç temel sebepten ötürü başarıyla uyum sağlandı: Birincisi, iki proje de Türkiye'de değişim isteyen şartlara yanıt vermek istiyordu. İkincisi, taraflar aralarında bir anlaşma olmasa da işbirliği yaptı. İkinci cumhuriyet çağrısını yapanlar (ılımlı laikler), İslamcı geçmişe sahip ılımlı bir partiyle uzlaşmada bir sıkıntı görmedi. En büyük ortak payda ülke çıkarıydı. Üçüncü nedense şu: İki taraf da, yolsuzluklarla kirlenmiş profesyonel siyasetçi halkasının dışından geliyordu.
Köşk-meclis uyumu döndü

Bu uyum Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda açıkça görüldü. Erdoğan askerle çatışmamak için Gül'ü aday göstermekte tereddüt edip başka bir ismi düşündüğünde, basın açıklamalarında Gül'ü destek kampanyasını başlatan ikinci cumhuriyet projesinin manevi babası Mehmet Altan, eski dışişleri bakanının aday olmamasının askeri güçlendireceğini ve onları darbe yapmaya teşvik edeceğini açıkça dile getirdi.
Gül'ün seçilmesi sonrasındaysa, cumhurbaşkanıyla hükümet arasında kaybolan uyum döndü. Askerse Köşk'teki geleneksel müttefikini kaybetti. Bu durum ikinci cumhuriyet hayalini gerçekleştirme yolunda ilerlemek için kapıyı ardına kadar açtı. Hükümet bu konuda kendini sınırlamıyor. Anayasada düzeltmelere gitmeyi vaat eden hükümet, istenen değişimin gerçekleşmesini istiyor. AKP önemli hukuk uzmanlarından oluşturduğu komisyon, değişikliklerin ekim sonlarında referanduma sunulabilmesi için görevini tamamlamak üzere.

Ortaya çıkan şu iki durumdan dolayı Türkiye'den alınacak birçok ders var.
İlki, seçim sandıklarının vereceği kararı kabul edecek gerçek bir demokrasi. İkincisiyse, siyasi akımların kendi klasik çıkmazlarından çıkacağı ulusal bir uyum. Biz Arapların deneyimindeyse, bu iki durumun ortaya çıkması zor.

(Mısır gazetesi Ehram, 4 Eylül 2007)