İmamlar'ın Hak Arama Davası
ABD'de basının "uçan imamlar" adını verdiği bir dava başladı. Davayı uçakta cemaatle namaz kılmak istedikleri için şüpheli bulunup sorgulamaya alınan imamlar açtı.
Zaman'dan Ahmet Kurucan'ın haberi
Geçen günlerde basının "uçan imamlar" adını verdiği bir dava başladı ABD'de. Kasım 2006'da havaalanında başlayan ve uçakta cemaatle namaz kılmaya kadar uzanan istekler ile şüpheli davranışları, yolculardan bazılarının şikayetine sebep olmuş ve 6 imam uçaktan indirilerek sorgulamaya alınmıştı. Sorgulamada suç unsuru olabilecek bir şey bulunamaması sonucu, imamlar havayolu şirketini ve ismi açıklanmayan müştekiyi mahkemeye vermişlerdi. Uçan imamlar davasının konusu kısaca bundan ibaret.
Tarafların davalarına dayanak olarak gösterdikleri iki ana unsur şu; dinî özgürlükler ve provokatif davranışlar. Tahmin edeceğiniz gibi imamlar, vakti gelmiş namazı kılmalarının dini bir hak olduğunu, bunu engellemenin dini özgürlükle bağdaşmadığını, dini inanışları yerine getirmenin anayasal hakları olduğunu iddia ediyor. Davalı taraf ise bu iddiaya söyle karşılık veriyor: "İmamlar bir plan dahilinde hareket ediyorlar. Amaçları, 'ABD'de Müslümanların dini ibadetlerini yerine getirmesine izin verilmiyor' manzarasını ortaya çıkartmak, açacakları bir dava ile bunu ABD gündemine oturtmak. Kamuoyuna mal olmuş bu dava ile de Müslümanların bu ülkede mağdur ve mazlum olduğu imajı vermek."
İmamların, savunma makamının iddia ettiği türden şeyler planlayıp planlamadığını ancak Allah bilir. Mahkemenin kararının ne olacağını ise ilerleyen günlerde öğreneceğiz. Bu yazıda olayın görünen bu yüzünden ziyade görünmeyen taraflarına çift taraflı olarak temas etmeyi düşünüyoruz.
Amerikan medyasının görmediği...
Önce ABD cephesi; Medya perspektifinden baktığınızda, 11 Eylül sonrası Müslümanların terörizmle özdeşleştirildiği bir dünyanın merkezi olarak görürsünüz ABD'yi. Irak savaşı başta, Müslüman ülkelere karşı takip edilen politikalardan siyasi demeçlere, gazete köşelerinde yapılan yorumlardan Müslümanlara yönelik haberlerin veriliş keyfiyetine kadar birçok şey bu kanaate hak verdirir cinsten.
Halbuki medyanın görmediği (görmek istemediği demeliyiz belki de) istatistiklere yansımayan ama resmi kayıtlara bakıldığında çok rahatlıkla görülebilecek; mağdurların hep Müslüman olduğu ferdi hak ihlalleri oldukça fazla. 11 Eylül sonrası "dini ve etnik ayırımcılık" temeline oturtulabilecek o kadar çok ihlal var ki, bunlar son tahlilde Müslüman sinesinde bir gerilim meydana getiriyor. Bu tespiti, davacı imamların savunma makamının iddia ettiği türden dahi olsa yapageldikleri şüpheli davranışları haklı çıkartmaya yönelik seslendiriyor değilim. Ama bir sonuca ulaşmadan önce resmin bütün karelerini birden mütalaa etmenin şart olduğu da muhakkak.
Hiç kimse Müslüman olmak, İslam'ı bir din olarak kabullenmek mecburiyetinde değil. Ama 15 asırlık maziye sahip, bugün yeryüzünde 1,5 milyar tabisi bulunan bir dini karalama hakkına da sahip değil. Her dinin mensupları içinde çıkabilecek radikal görüş ve uygulamalardan hareketle, İslam'ı ve bütün Müslümanları tek blok halinde değerlendirip 'terörist' deme, yanlış kelimesinin izahında yetersiz kalacağı kadar büyük bir yanlıştır. Kendi ülkesine, ülküsüne, dini ve kültürel değerlerine saygı bekleyenler, önce başkalarının aynı çizgideki değerlerine saygı göstermek zorundadır.
Bu sebeple resmi ve sivil tüm kuruluşları, toplulukları ile ABD insanının önceliği, İslam dinini tehdit algılamasının dışına çıkarmak olmalıdır. Bu tutum onu hem kendi evinin içindeki Müslümanlara yönelik ayırımcılık iddia ve uygulamalarından uzaklaştıracak hem de bu dünya genelinde ve özellikle Müslüman ülkelerde yaygın olan Amerikan karşıtlığı imajını düzeltmeye yönelik bir adım olacaktır. Artık bu ülkenin yetkili ağızları 19. ve 20. asrın sömürgeci lisanını terk etmelidirler. Bizzat kurdukları veya kuruluşuna öncülük ettikleri dünya çapında faaliyet gösteren siyasi, askeri, hukuki, dini ve kültürel kurumlarla verdikleri demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü mesajlarını evinin içinde de, dışında da Müslümanlara da uygulamalı ve onlara yönelik aksamaları bertaraf etmelidirler.
Amerika, imamların davasını tartışıyor
Müslüman cephesine; bu ülkede yaşayan Müslümanlar meşhur Türk atasözünde ifade edildiği gibi "iğneyi başkasına çuvaldızı kendine batırma"lı, kendi yanlışlarını da nazara almalıdırlar. Bunun için öncelikle gerçeklerin görülmesi lazım. 11 Eylül sonrası ABD insanı medyanın yalan-yanlış bilgilerle aktardığı taraflı yayınları, genellemeci tavrı, korku pompalanması, siyasilerin heptenci ve toptancı demeçleri gibi sebeplerle genelde Müslümanlara karşı menfi bir bakış açısına sahiptir.
Bu aşamada doğru veya yanlış, kabul edilebilir veya edilemez tartışması yapmaya hiç gerek yok; gerçek budur. "Aksi ispatlanıncaya kadar her insan masumdur" evrensel hukuk kaidesi burada Müslümanlar için maalesef: "aksi ispatlanıncaya kadar her Müslüman teröristtir" şeklinde algılanmaktadır. Öyleyse bu akıntıyı tersine çevirmek gerek. Bu da muhataba zaman tanımak, onunla ikili temaslara geçip yanlışlığını ispatlamakla olur. Strateji belirlenirken muhatabın bilgisi, önyargısı, hissiyatı hesaba katılmak zorunda değil midir? Rüzgara savaş açmanın bize kazandıracağı bir şey var mıdır?
Diğer taraftan turist, çalışma vizesi veya green kart hangi statü ile olursa olsun yabancı bir ülkede bulunan Müslüman, o statü ile kendine tanınan kanuni hakların dışına çıkmama, onları su-i istimal etmeme mecburiyetindedir. Bu alınan statü ile altına imza atılan dünyevi bir yükümlülük olduğu gibi, aynı zamanda dünya ve ukba mesuliyeti mucip İslami bir vecibedir.
Mazlumiyet ve mağduriyet söz konusu ise bunu sonlandırmanın yolu meşru bir dairede olmak zorundadır. Eğer iddialar doğru ise Müslüman olarak seslerini duyurma, haklılıklarını anlatmak için, başkalarını yetkili makamlara şikayet etmelerine sebebiyet verecek ölçüde şüpheli davranışlarda bulunmanın İslami bir mantıkla bağdaştığını söylemek imkansız denecek ölçüde zor. Efendimiz (sas) tarihin bu bağlamda gösterebileceği en büyük inanç mağdurlarından biridir. Tam 13 yıl Mekke'de görmediği eza ve cefa kalmamıştır. Ama o haklı davasını anlatmak, haklılığını ispat etmek, insani haklarını aramak için gayri meşru yollara hiç başvurmamış, bu konuda izin isteyenlere izin vermemiştir.
Çok açık ve net; gerilim politikası ile bir şey edilemez, bir yere varılamaz. Maalesef "I want to be Usama; Ben Üsame olmak istiyorum" şarkıları bu gerilim siyasetinin uzantılarıdır. Bu ve bu gibi şeyler, taraflar arasında düşmanlığı körüklemekten, dostları düşman canibine itmekten başka işe yaramaz. İki menfi katiyen bir müsbet etmez. Olumsuz bir şeyden olumlu doğmaz.
Nitekim imamların bu davası ABD'de iki şeyi tetiklemiştir. Ve bu her iki şey de son tahlilde Müslümanların aleyhine olmuştur. Bir; şüpheli hareketlerde bulunan insanları ihbar etmekte çekingen davrananlara yönelik ülke genelinde telkinlerde bulunulmaya başlanmıştır. "İf you see something, say something: bir şey görürsen söyle" şeklinde sloganla adeta bir propagandaya dönüştürülen uygulamaya hız verilmiştir.
1 800'lü telefon hatları, yollarda ışıklı levhalar, şehirlerde bilboardlar, bu cümlenin yer aldığı reklam afişleri ile dolu. İki; eğer imamlar haklı çıkarsa bu hadisede olduğu gibi yanlış ihbarlar karşısında açılacak davaları bizzat devletin üstlenmesi ve muhtemel tazminatı yüklenmesi için kanun hazırlıklarına hız verildi. Yarın bu kanun da çıktıktan sonra 1 800'lü şikayet hatları 911 acil yardım hattı gibi çalışırsa hiç şaşmamak lazım.
(Zaman)