İngilizler yol Gösterdi Yahudiler İşgal Etti
Siyonist işgal devletinin diplomatik altyapısı olarak nitelendirilen Balfour Deklarasyonu’nun üzerinden 105 yıl geçti.
Filistin toprakları üzerinde İsrail işgal devletinin kurulmasına zemin hazırlayan Balfour Deklarasyonu’nun yayınlanmasının üzerinden 105 yıl geçti. Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, Siyonist hareketin öne çıkan isimlerinden Baron Walter Rothschild’e 2 Kasım 1917 tarihinde yazdığı mektupta Filistin topraklarında Yahudilere bir ‘vatan’ kurulmasını vaat ediyordu. “Halksız vatana, vatansız halkı yerleştirme” söylemiyle yapılan kampanyalar çerçevesinde yazılan mektubun ardından tarihi Filistin topraklarına büyük bir Yahudi işgal göçü başlatıldı. Çeşitli fitne projeleriyle Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında öncü rol oynayan İngiltere, işgal altında tuttuğu tarihi Filistin topraklarında bir İsrail devletinin kurulmasına uzanan yolu Balfour Deklarasyonu ile açmış oldu.
İngilizler yol gösterdi Yahudiler gasp etti
Filistinlilerin bütün haklarını yok sayarak Filistin topraklarını Yahudilerin gaspına açan İngiltere’nin bu tarihi ihaneti 1948 yılında İsrail işgal devletinin kurulmasına yol açtı. İsrail devletinin kurulmasına giden süreçte en önemli kilometre taşı olarak görülen deklarasyon, Rothschild ve Balfour arasında karşılıklı yazışmalar sonunda hazırlanmıştı. “Saygıdeğer Lord Rotschild, Majestelerinin hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım” sözleriyle başlayan Balfour’un mektubu şöyle devam ediyordu: “Majestelerinin hükümeti, Filistin’de Museviler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin’deki mevcut Musevi olmayan toplumların sivil ve dini hakları ile başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır.” Balfour’un, “Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonu’nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım” sözleriyle son verdiği mektup, daha sonra İtalya, Fransa ve ABD’nin de desteğini almıştı.
Filistinliler Trump ile ikinci Balfour’u yaşadı
Filistinlilerin, 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu’ndan bu yana yaşadıkları felaketler silsilesi ABD Başkanı Donald Trump döneminde arttı. ABD Başkanı Trump’ın attığı adımlar, Filistinlilere Balfour Deklarasyonu’nu ikinci kez yaşattı.
İsrail’in Birleşmiş Milletler kararlarına göre kendisinde kalan Batı Kudüs’ün dışında 1967’de Doğu Kudüs’ü de işgal ederek zaman içerisinde ilhak etmesi, ayrıca Kudüs’ün bir bütün halinde İsrail’in sözde başkenti olarak ilan edilmesi ve Trump döneminde ABD’nin bunu tanımasına giden süreç, 1917 Balfour Deklarasyonu ile başlayan sürecin devamı olarak görülüyor.
Tıpkı dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour gibi, ABD Başkanı Trump da, Filistinlileri yok sayarak, sahip olmadıkları toprakları, hakkı olmayan kişilere vaat ettiler. Trump’ın ardından rakibi Joe Biden’ın ABD yönetimine gelmesiyle de Washington’un Trump döneminde uyguladığı İsrail yanlısı politikalarda değişikliğe gidilmedi.
Tarihi utancı, İngiltere gurur olarak görüyor
2017’de, dönemin İngiltere Başbakanı Theresa May, deklarasyonun 100. yılı dolayısıyla yaptığı bir açıklamada, “İsrail devletinin kurulmasında sahip olduğumuz rolden dolayı gurur duyuyoruz ve kesinlikle deklarasyonun 100. yılını gururla kutlayacağız” demişti. Siyonist işgal rejimine sınırsız desteğiyle bilinen İngiltere, 2012’deki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Filistin’in devlet olarak tanınmasına ilişkin oylamada da çekimser oy kullanmıştı.
Balfour sonrası Filistin topraklarındaki Yahudi işgali zirve yaptı
Mektubun yazıldığı 2 Kasım 1917 tarihinden bir hafta sonra basınla paylaşılan Balfour Deklarasyonu’na savaş sonunda Osmanlı Devleti’nin imzaladığı Sevr Anlaşması’nda yer verildi. Milletler Cemiyeti’nde 1922 yılında kabul edilen Filistin topraklarındaki İngiliz manda yönetiminin temelini de bu deklarasyon oluşturdu. Balfour Deklarasyonu sonrasında İngiliz mandası altındaki Filistin’e 1920-1940 arası dönemde Yahudi işgal göçü hız kazandı ve son olarak Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yönelik Nazilerin gerçekleştirdiği soykırım sebebiyle göç oranı giderek arttı. Bu süreçte Filistinliler, topraklarındaki Yahudi nüfusun artışına karşı çıkmaya çalıştı. Ancak İngilizlerin manda yönetimini sonlandırarak Filistin’den çekilmesinin ardından, 1948 yılında Filistinlilerin Nekbe (Büyük Felaket) diye andığı İsrail devletinin kuruluşu gerçekleşti. İngiltere Filistin’den çekildikten sonra İsrail devletinin kurulmasıyla işgal süreci daha da yoğunlaştı, yüz binlerce Filistinli yurtlarından sürüldü, büyük can ve mal kayıpları yaşandı. Balfour’un öncülük ettiği süreçte tarihi Filistin toprakları üzerinde kurulan İsrail işgal devleti, yarısından fazlasını zorunlu göçe maruz bıraktığı Filistinlilerin hâlihazırda yaşadığı bölgelere hâlâ “halksız vatan” muamelesi yapıyor.
Filistinliler, Trump’la ikinci Balfour’u yaşadı
ABD Başkanı Trump’ın attığı adımlar, Filistinlilere Balfour Deklarasyonu’nu ikinci kez yaşattı. İsrail’in Birleşmiş Milletler kararlarına göre kendisinde kalan Batı Kudüs’ün dışında 1967’de Doğu Kudüs’ü de işgal ederek zaman içerisinde ilhak etmesi, ayrıca Kudüs’ün bir bütün halinde İsrail’in sözde başkenti olarak ilan edilmesi ve Trump döneminde ABD’nin bunu tanımasına giden süreç, 1917 Balfour Deklarasyonu ile başlayan sürecin devamı olarak görülüyor.
Tarihi utancı, İngiltere gurur olarak görüyor
2017’de dönemin İngiltere Başbakanı Theresa May, deklarasyonun 100. yılı dolayısıyla yaptığı bir açıklamada, “İsrail devletinin kurulmasında sahip olduğumuz rolden dolayı gurur duyuyoruz ve kesinlikle deklarasyonun 100. yılını gururla kutlayacağız” demişti.
“Filistin halkını desteklemeye devam edeceğiz”
İslam İşbirliği Teşkilatı, İngiltere imzalı Balfour Deklarasyonu’nun 105. yılı münasebetiyle yazılı açıklama yaptı.
Açıklamada, söz konusu deklarasyonun yansımalarının, 1948’de Nekbe’nin (Büyük Felaket) başlangıcı, Filistin halkının yerinden edilmesi ve meşru ulusal haklarının reddedilmesi, sömürge yerleşim politikalarına dayalı İsrail işgal devletinin kurulması, saldırılar, tehcir, etnik temizlik, istimlâk, mülklere zarar verilmesi, Kudüs şehrinin Yahudileştirilme çabalarıyla somutlaştığı aktarıldı.(Milli Gazete)