İran'ın Emperyalizm Karşıtlığı Sadece Slogan mı?
Buhran odağı Ortadoğu’da, İran İslâm Cumhuriyeti’nin 2 bin km. menzilli yeni füzeler denemesi, savaş uçakları ve hattâ sonunda ‘denizaltı’ bile yaptığını açıklayıp...
Selehattin Çakırgil'in yazısı:
Buhran odağı Ortadoğu’da, İran İslâm Cumhuriyeti’nin 2 bin km. menzilli yeni füzeler denemesi, savaş uçakları ve hattâ sonunda ‘denizaltı’ bile yaptığını açıklayıp, bunları askerî manevralarda başarıyla sergilemesi gıpta, hased, korku gibi tepkilerle izleniyor, tabiatiyle..
Bizim toplumumuzda, açıktır ki, İran deyince, Şah zamanına aid telâkki ve ilgi ile, ‘İslâm Cumhûriyeti’ rejiminin kurulmasından sonraki telakki ve ilgi, tamamen farklı..
Türkiye’deki laiklerin nice despotluklarının da, İran’daki uygulamalardan duyulan korkularla daha bir katmerleştiğini ise, nice etkili resmî zevat da itiraf etmişlerdi.. Nitekim, ‘28 Şubat’ günlerinin Gen. Kur. Başkanı em. Org. İ. H. Karadayı, ilginç itiraflarda bulunmuş ve Şah’ın ‘Türkiye’ye kaçmak zorunda kalan’ generalleriyle konuştuklarını ve ‘elinizdeki o laik rejimin yıkılmasına nasıl oldu da seyirci kaldınız?’ diye sorduklarında, onlardan, ‘Başlangıçta, halkın itiraz ve taleblerinin mâkul olduğunu ve bunların kabul edilmesi gerektiğini düşündük. Amma, sonra durumun bu noktaya geleceğini düşünememiştik, kontrol elimizden çıktı..’ cevabını aldıklarını ve bunun kendileri için uyarıcı olduğunu açıkça belirtmişti..
Evet, bugün, kemalist/laiklerin milletin büyük ekseriyetinin hayat tarzına ve inançlarına karşı giriştikleri zorbaca tasallutların temelinde o korkuların payı büyüktür..
Halbuki, onlar başka bir coğrafyadaki gelişmelerin bizim toplumumuzu da etkileyebileceği korkusu yerine, en temel insan hakk ve özgürlüklerine saygı göstermeyi akledebilseler, kendi halkıyla mücadele eden insanlar durumuna düşmekten de kurtulabilirler..
İİC ile ilgili haberlerin Türkiye medyasındaki yansımalarına bakıyorum.. Özellikle, İİC cumhurbaşkanı Mahmûd Ahmedînejad’ın bazı söz ve tavırları çok yüksek ilgiyle izleniyor. İnternetlerde yazılan yığınla yorumlarda, onun söz ve tavırlarının insanımızı genelde mestettiği görülüyor.. Hele de, Amerikan emperyalizmine meydan okuyan tavırları.. ‘Ahh, keşke bizimkiler de Amerika’ya öyle meydan okuyabilse!..’ şeklindeki istekler bir sosyal özlem’e dönüşüyor.. Ama, bu ‘istiklal/bağımsızlık ve haysiyet tutkusu’ndan sadece siyasetçilerin değil, halkımızın da çıkarması gereken dersler vardır..
İstiklal ve haysiyet gibi ni’metler, büyük bedeller ödenmeden elde edilesi değildir..
İİC yetkililerinin ve özelde hele de Ahmedînejad’ın o noktaya, demokratik atraksiyonlarla gelmediğini; içerde Şah düzenine karşı ‘qıyâm’da yüzbinden fazla kurban vererek ‘İslâm Cumhûriyeti’ rejiminin kurulduğunu ve bu rejimin, onu bertaraf etmek için Amerikan tahrik ve tertibiyle Saddam’ın açtığı ve 8 yıl süren savaşta da yüzbinlerce kurban verilerek korunduğunu gözden ırak tutmamak gerekir.. Yani, öyle bir-iki meydan okumakla netice alınsaydı; sonunda, Saddam da meydan okudu Amerika’ya, ama, 20 günde devrildi.. Çünkü, o meydan okumanın bir temeli yoktu, içi doldurulmamıştı.. Saddam, düşmandan aldığı silahlarla düşmana karşı konulamayacağını ve sadece kitleleri coşturan propagandalarla bir yere varılamayacağını görememişti.. İİC ise, tavrını halkının inancına, aklını da o inanca göre yaşanacak bir hayat proğramına indekslemiş bulunuyor..
Senin ülken ise, ordusunu, 50 küsur yıldır NATO’nun emrine tahsis etmiş, silah sistematiğini ve hattâ yüksek dereceli nice komutanların nasb veya azlini bile Amerika’dan esen rüzgarlara göre ayarlayan bir ülke durumunda.. Ve, iç hukuk düzenlemeleriyle bertaraf edilemeyecek güçteki uluslararası andlaşmalarla da bağlamışsın kendini..
TSK’nın yaptığı bütün askerî darbelerin de Amerikan vizeli olması her şeyi izah etmiyor mu?
O halde, sosyal yapıyı halkın aslî değerlerine göre temelden ve yeniden kurmayı, istediği ağır bedellerle birlikte göze aldıracak bir ‘inkılabçı metod’u benimsemedikçe, sadece yönetici kadrolar arası diplomasi oyunlarına fazla ümid bağlanılmaması gerekir..