İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

İslam-terör söylemi bitti

Terör, güvenlik, küresel terörizm söylemi, terörle ortak mücadele için dünya genelinde yürütülen seferberlik gibi konular, yıllardır dikkatle izlemeye çalıştığım, sorgulayıcı biçimde tartıştığım konulardan biri. Her ne kadar, Soğuk Savaş'tan hemen sonra başlatılıp 11 Eylül saldırılarıyla karşı konulmaz bir "gerçek" gibi sunulsa ve kitleleri büyük oranda ikna etmeyi başarsa da, "küresel terör" söylemi etkisini hızla kaybediyor.

Bunun nedeni; geliştirilen söylemin, bir çok açıdan sorunlu olması değil. Anglo-Amerikan cephenin inşa etmeye çalıştığı dünya devleti projesinin, küresel imparatorluk hayallerinin suya düşmesi oldu. Özellikle bizler, yani Müslümanlar ya da Müslümanların yaşadığı bölgelerde yaşayanlar, bu söylemin bedelini çok ağır ödedik, ödemeye devam ediyoruz. Bizim dediğimiz, kendimize yakın gördüğümüz yeryüzü kuşağı, işte bu dönemde akıl almaz bir talana, işgale, insanlık suçlarına, devlet terörü örneklerine tanık oldu. 21. yüzyıl boyunca, bu yıkımın zihinlerden kazınması mümkün olmayacak.

Genelkurmay Başkanlığı'nın; NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi bünyesinde düzenlediği "Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumu"nu izlerken bu konuları yeniden düşündüm. Bir ideolojik söylem olarak geliştirilen "küresel terörizm" doktrininin aslında 21. yüzyıla dönük bir sömürge politikası olduğuna, merkez güçlerin iyi/kötü ayırımına göre terör ya da meşru olduğumuza, adalet duyguları istismar edilerek yüz milyonlarca insanın zihinlerinin bulandığını ve aynı güçlerin doğru ve yanlışları için hazır hale getirildiğine yönelik inancım değişmedi.

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un; terör, terörle mücadele yöntemleri, bu konuda Türkiye'nin tecrübeleri, yapılabilecek yanlışlıklar, Afganistan ve Irak örnekleri, terörle mücadelede dikkat edilecek ince ve çok önemli ayrıntılar, terör-çevre ilişkileri göz önünde bulundurularak alınacak önlemler gibi çoğu zaman dikkat edilemeyen gerçekleri içeren konuşmasına katılmamak mümkün değil. Teknik anlamda, dar anlamda terör konu olunca bunların hepsi yol gösterici doğrular olarak not edilmeli.

Ancak sorun şurada: Dar anlamda terörle küresel terörizmle mücadele söylemi birbiriyle tam anlamıyla örtüşmüyor. Terör gerekçe kullanılarak bir küresel terörizm söylemi geliştirildi. Bu söylemin hareket noktası terörle mücadeleyle sınırlı değil. 21. Yüzyıl dünya sisteminin alt yapısını oluşturacak bir ideolojik doktrin olarak geliştirildi. Temel amacı, merkez güçlerin yeni küresel denge stratejisinin önünü açmaktan başka bir şey değil.

Peki terör hiç mi yok? Elbette var. Türkiye'de var, ABD'de var, dünyanın hemen her bölgesinde var. Avrupa Birliği ve ABD istihbaratının terör istatistiklerini okursak, Soğuk Savaş döneminde bugünkünden daha çok terör saldırısı olduğunu görürüz. Yine ABD'de tutulan istatistiklerde, terör ve Müslüman ilişkisinin hiç de söylendiği gibi olmadığını, teröre bulaşanlar arasında Müslüman olanların sayısının son derece az olduğunu görürüz. Peki neden terör ve İslam birlikte anılır? Bu eşleştirmeyi kimler yaptı? "Güvenliğin küreselleşmesi"nin tek amacı, terörü yok etmek değil. İşte sorgulama, bu noktada yapılmalı. Başbuğ, terörle İslam arasındaki eşleştirmenin yanlışlığına vurgu yaparken aslında bu söylemin en zayıf tarafını açığa çıkarıyordu.

Terörü üreten çevre/kaynaklara daha sorgulayıcı biçimde bakmak zorundayız. Rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Küresel düzeyde terörü doğuran, besleyen, büyüten en büyük güç devletlerdir. Yani terörle mücadele için dünyayı harekete geçirenler, yaygın biçimde terör üretiyorlar, güvenlik politikaları doğrultusunda belli bölgelerde istikrarsızlık yaratıyorlar, aynı bölgelerde terör örgütleri kuruyorlar ya da varolanları destekliyorlar. Bunun yanlış olduğunu kimse iddia edemez. Çünkü onlarca örnek hiç düşünmeden burada sıralayabiliriz.

Bu tür sempozyumlarda Türkiye'nin kendi sözünü söylemesi, kendi perspektifini sunması, kendi bölge ve dünya algısına göre doğrular belirlemesi gerekiyor. Gerçi Başbuğ bunu, Türkiye'nin terör ve güvenlik sorunları çerçevesinde söyledi. ABD ve Irak örnekleri vererek terörle mücadelede yapılan yanlışlıklar konusunda da kısmen söyledi. Ancak daha sorgulayıcı olmak mümkün. Türkiye'nin güvenlik sorunları bile yerel sıkıntı ve anlaşmazlıklarla sınırlı değilken, daha düne kadar bir çok ülkenin eli buralardayken, enerjiden jeopolitik hesaplara uzanan küresel politikaların mimarlarının kendi çıkarlarına göre terörle mücadele edip aynı çıkarlar doğrultusunda terörü destekledikleri gerçeğini hiç unutmamalıyız.

Başbuğ'dan sonra söz alan ve "Nükleer Terör" kitabını tanıtmaktan başka bir anlam taşımayan konuşmasında Prof. Dr. Graham Allison, tipik, tek taraflı, inandırıcılığı olmayan, ABD-İngiliz güvenlik tezlerinin propaganda örneği olan ve bizim sorgulanmalı dediğimiz türden cümleler sarfetti. Nükleer konusundaki önerileri sırasında, İsrail'in Türk hava sahasını kullanıp Suriye'ye saldırmasını savunurken, Pakistan'ın nükleer silahlarını koruyamadığını iddia etti. Ona göre en güvensiz ülkelerden biri Pakistan. İsrail için bir cümle sarfetmesi elbette mümkün değildi! On yıldır ezberlediğimiz cümleleri tekrarlayan Allison, okumayı bilenler için aslında bu yazıda anlatmak istediğim şeye uygun bir örnek oluşturdu.

Ne diyelim, yirmi yıldır felaket bir ikiyüzlülüğe tanık oluyoruz ve bunun bedelini beraber ödüyoruz. Ancak terör-İslam eşleştirmesinin sonuna geldiğimizi, bu paranoyanın inandırıcılığını yitirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz...

yenişafak

Bu yazı toplam 1560 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar