İsrail'in gözünü kör eden zafer

İsrail'in gözünü kör eden zafer

1967 zaferi İsrail'in gözünü kör etti, öyleki Filistin'i ele geçirmek bile işe yaramadı.

Altı Gün Savaşı öncesinde Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ü almanın ülke yararına olmayacağına karar veren İsrailli yetkililer, savaş sonunda akıllarına değil, duygularına güvendi. Fakat İsrail, Filistin topraklarını ele geçirmekten hiçbir şey kazanmadı, ihtilaf iyice çözülemez hale geldi

40 yıl önce bugün, bir 5 Haziran sabahı Ürdün, Kudüs'ün İsrail tarafına topçu saldırısı başlattı. İsrail bunun karşılığında kentin Arap kesimlerinin yanı sıra Batı Şeria'yı da işgal etti. Tarih 'ya şöyle olsaydı' sorusuyla dolu ve sorumluluk sahibi tarihçiler bu tür spekülasyonlara girmemeli. Fakat gazeteciler bunu yapabilir. İsrail 1967'deki Altı Gün Savaşı'nda Doğu Kudüs'ü ve Batı Şeria'yı almasaydı ne olurdu? Filistin'deki duruma bir şekilde çözüm bulunur muydu ve İsrail'in nihayet komşularıyla barış içinde yaşaması mümkün olur muydu? Bölgede İslami köktencilikten ve terörizmen kaçınılabilir miydi?

Bakanlar işgali sorgulamadı

Belki. Fakat alternatif tarih, sanıldığı kadar vahim veya anlaşılmaz değil. Önde gelen İsrailli siyaset planlayıcıları, Altı Gün Savaşı'ndan altı ay önce, Batı Şeria'yı almanın ülke için kötü olacağını tespit etmişti. Geçenlerde kamuoyuna açılan İsrail hükümet belgeleri de şunu gösteriyordu: Söz konusu planlayıcılara göre Batı Şeria'yı almak İsrail'in Yahudi çoğunluğunun sahip olduğu görece gücü zayıflatacak, Filistin milliyetçiliğini teşvik edecek ve nihayetinde de İsrail karşıtı şiddetli bir direnişe yol açacaktı.

Bu kapsamlı siyasi ve stratejik tartışmalar Kasım 1966'da başladı ve Ocak 1967'de sonuçlandırıldı. Katılımcılar Mossad, İsrail ordusunun istihbarat kolu ve Dışişleri Bakanlığı'nın temsilcileriydi. Hazırladıkları

belgeler Başbakan Levi Eşkol ve Genelkurmay Başkanı İzak Rabin tarafından tasdiklendi ve böylece Altı Gün Savaşı'ndan altı ay önce İsrail'in stratejik düşüncesi belirlenmiş oldu.

Batı Şeria'yı kontrol altında tutan Ürdün'ün Kralı Hüseyin'in iktidarda kalmasının İsrail lehine olacağına dair de genel bir uzlaşma vardı: Kral Hüseyin İsrail'in varlığını fiilen kabul etmişti, yani onun rejimini güçlendirmek doğal olarak İsrail'in çıkarınaydı.

Kral Hüseyin ayrıca Batı Şeria'yı Doğu'yla birleştirmeye çabalıyor ve

Batı Şeria'daki Filistinlileri Doğu Şeria'ya göçe teşvik ediyordu. O güne dek geçen 15 yılda Batı Şeria'yı terk edip doğuya giden Filistinlilerin sayısı 200 bine varmıştı. Dahası yaklaşık 100 bin Filistinli de Ürdün topraklarını tümüyle terk etmişti.

Kral Hüseyin'in Filistinlileri entegre etme çabası, 'İsrail'in gözünde olumlu bir fenomendi'; o kış yürütülen tartışmaların vardığı sonuç tam da buydu. Hüseyin, Filistin sorununu ortadan kaldırmak için hareket ediyordu ve bu da Batı Şeria'yı onun elinden almamak için kusursuz bir nedendi.

Fakat savaşın ilk gününde Ürdün, Kudüs'ün İsrail kesimine saldırınca bütün mantık unutuldu. Ürdün'ün saldırısının bir tür misillemeyle karşılaşacağı açıktı; fakat Ürdün Ordusu'na karşı saldırı, Batı Şeria veya Doğu Kudüs'ün fethini gerektirmiyordu.

Misillemenin ölçeğinin nasıl belirlendiğini bugün İsrail kabine toplantısı tutanaklarında bulmak mümkün. Bu tutanakların şaşırtıcı tarafı, İsrailli bakanların Kudüs'ün Arap kesimini kontrol etmenin İsrail'in çıkarına olup olmayacağına dair tek bir soru bile sormamış olması. İsrail Hıristiyan ve Müslüman dünyanın en kutsal yerlerinden bazılarını ele geçirmek üzereydi, fakat kabineye alternatif fikirler sunması için bir tek analizci bile çağrılmamıştı. Bakanları böyle bir kararın hukuki etkilerine dair bilgilendirecek tek bir uluslararası hukuk uzmanı da yoktu ortada.

Bakanlar belli ki bu soruları sormaya gerek duymuyordu: Cevap, ancak fantezinin olabileceği kadar açıktı. Siyon'a dönüş hayallerinin ve İsrail'in Mısır karşısında muazzam bir zafer kazandığına dair yeni gelen haberin etkisindeki bakanlar, Doğu Kudüs'ü alma kararını akılları değil duygularıyla verdi.

Bu heyecanları İsraillileri ulusal çıkarlarının aleyhinde hareket

etmeye yöneltti. Sebep Mısır'dan gelen bir dizi tehdit edici adım veya zafer sarhoşluğu olabilir, fakat savaşın sonuçlarına bakıldığında, aslında

savaş öncesinde kapıldıkları paniği de sonrasında kapıldıkları sarhoşluğu da haklı çıkaracak bir şey yok ortada. İsrail'in 1967 hikâyesini anlamak çok zor. Ve elbette Doğu Kudüs bir kez alındığında geri de verilemezdi. Doğu Kudüs bugüne dek bir çözümün önündeki en büyük engellerden biri olarak kaldı.

Ben yavaş yavaş, fakat emin bir şekilde barışa inanma noktasına

gelen bir İsrailli kuşağına mensubum. Barışa inanmamız gerekiyordu.

1967 savaşından bu yana geçen yıllar bizi savaştan savaşa, hatadan hataya sürükledi. Yeni umutlar daha doğduğu an yerini düş kırıklıklarına bıraktı

ve ardından unutulup gitti. Halbuki 1967 fetihlerini geçici sayıyorduk ve İsrail'le Mısır arasındaki 1979 barış anlaşmasından da cesaretlenmiştik. Bunu Filistinlilerle barışın takip edeceğine inanıyorduk.

Fakat Filistinlilerle barış konusunda bir arpa boyu yol gidilmedi. Sonuçta bugün giderek daha fazla İsrailli şunu idrak ediyor: İsrail Filistin topraklarını ele geçirmekten kesinlikle hiçbir şey kazanmadı. 40 yıllık baskı ve Filistin terörizmi, ki her ikisi de inanılmaz ölçüde acımasızlık dolu, İsrail'in Yahudi ve demokratik kurumlarını zedeledi. Doğu Kudüs ve Batı Şeria'da 400 bin Yahudi yaşarken ve aşırı İslamcılık Filistinliler arasında yayılırken, ihtilaf iyice çözülmez hale geldi.

Çatışmayı yönetmek öncelik oldu

Bu yüzden genç İsrailliler benim kuşağıma bakıp, 'İşleri batırdınız' derken haklılar. Sanırım batırdık. Benim kuşağımın aksine bu genç insanlar

artık ihtilafın çözümü için ne yapılması gerektiğini tahmin bile edemiyor; çoğunluğu artık barışa falan da inanmıyor. Birçoğu alaycı kuşkuculuğa ve ölümcül karamsarlığa sığınıyor.

Ancak gençler bizden daha gerçekçi de olabilir. Önlerindeki acil zorluk, nihai çözümler için koca koca çerçeveler belirlemek değil, çatışmayı yönetmek. Daha az umut ve daha düşük beklentilerle onlar, en azından hayatı hem İsrailliler hem de Filistinliler için daha yaşanır kılabilir. Mevcut duruma bakıldığında bu hiç de yabana atılır bir başarı sayılmayacaktır.

(İsrail gazetesi Ha'aretz'in yazarlarından, 5 Haziran 2007)

radikal