Abdurrahman Dilipak
İsrail'le ticaret mi dediniz?
Derin Gerçekler
Ülkem yine zor günlerin eşiğinde.
Aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinden kendilerine iktidar ve servet üretmek isteyenler işbaşında.
Bu arada önceki gün İsrail de yüzbinden fazla insan Netenyahu'ya karşı sokaklardaydı. Gazze ile savaşın bitirilmesini ve Netenyahu'nun istifasını istiyorlardı. Dün de zorla askere alınmak isteyen hahamlar ayaklandı ve Siyonist İsrail’e ve Gazzede işlenen cinayetlere karşı hükümetlerin harekete geçmeleri çağrısı yaptılar. İsrail'e yaptırım uygulanmasını ve Siyonistlerin boykot edilmesini istiyorlar.
Şimdi yapılması gereken Rabbi’lerin Beştepe’ye çağrılması ve Habat’la olan ilişkilerin kesilmesi ve İsrail'e yaptırım ugulanması gerekiyor. AK Parti ekonomiden adalete, ihale işlerine, kayıt dışılığa, Aile’den DSÖ’ye, İklim cinayetine, 5G den, Toplumsal cinsiyet savunucuları ile ilişkilerine varana kadar en az iki düzine sorun hakkında bir karar vermek zorunda. Son açıklama önemli, günah keçisi bulmak yetmez, köklü kararlar alınıp, uygulamaya geçilmesi gerekir. Tabanın rahatsız olduğu herkesin malumu bir takım isimlerle nereye kadar gidilebilir?
Seçim öncesi utanç verici bir tartışma yaşadık. İnsanlar gerçeği aramıyor. Gerçekten çok hangi iddia işine yarıyor ona bakıyor. Bir de “sadakat”dan, “Vefa” dan söz etmiyorlar mı, dinlerine sadakatı kaybedenlerin bir başkasına vefasından söz edilebilir mi? Allah’a verdikleri sözü tutmayanların başkasına verdikleri bir sözün değeri olur mu? Hani adil şahidler olacaktık. Değil anne-babanız, kardeşleriniz, çocuklarınız da söz konusu olsa Hak’tan, Hakikatten vazgeçmeyecektiniz. Hani yüzümüzü Hakka dönecektik.
Türkiye’nin İsrail’e ticareti artarak devam ediyor.
Hani İsrail Türkiye’den mal almayacak ya da biz onlara satmayacak olsa, aç kalacak, çaresiz kalacak da değil. Zaten Mısır ve Ürdün kapısı onlar için açık. İsrail’in Afrika’da çok geniş tarım üretim çiftlikleri filan de değil. Yani bir Hocaefendinin zannettiği gibi, bir şey göndermezsek İsrail’deki çocuklar aç filan da kalmayacaklar. Her yerden daha ucuza da bu ürünleri temin edebilirler.
Hani %30 azalma oldu filan diyorlar ya, Türkiye limanların rotası doğrudan İstanbul’a değil, mesela Egedeki bir liman üzerinden, hatta KKTC üzerinden bu mal gönderilebilir. Ama bazı ürünler İsrail’den gelip, İsrail’e gitmeden tüm işlemler İsrail hesabına da yapılabiliyor.
Altın, Elmas ve değerli taşlar Afrika’dan gelir, İstanbul’da işlenir, daha sonra da Londra, Berlin, Paris, Zürih, Newyorka gider. Bu konu ciddi bir para aklama ve transfer konusudur aslında. Tek gerçek bu değil. Türkiye’den İsrail’e Petrol gidiyor. Evet, Bakü’den geliyor, Ceyhan’dan çıkıyor. Bizim bu işte payımız sondan bir önceki. İngilizlerin, Amerikalıların payı, Azebaycan’dan fazla. Bizim payımız, toprak kirası. Yoksa o petrol, Bakü’den çıktıktan sonra onların malı.
Türkiye’de İsrail’in binlerce dönüm hibrit tohum üretim merkezi olduğunu, çiftlikleri olduğunu, sanayilere ortak, hatta tamamen birilerinin üzerinden sahibi olduğunu bilmiyor musunuz?
Artık İsrail’den tohum almıyoruz, büyük ölçüde bu tohumlar Türkiye’de üretiliyor ve İsrail’in Türkiye’de ürettiği tohumları kullanıyoruz.
Yani İsrail derenin taşı ile derenin kuşunu avlıyor. Kendi içinde buradan alım yapıyor, yoksa sizin Avrupa’ya ihraç ettiğiniz domates salçalarının tohumu da İsrail’den. Kendi yediğiniz “yerli ve milli” zannettiğiniz salçanın domatesinin tohumu da İsrail’den. Oltayı yutmuşuz. “Oltayı yutan balık yem istemez”! Yahu adamlar toprak da alıyor, toprak da kiralıyor, sizin tarlanızda siz taşeron oluyorsunuz, tohumu veren ürünü de alıp gidiyor. İsrail burada ürettiği ürünü kendi ülkesine de gönderiyor.
Bu kadar da değil daha, yediğiniz patates kızartmaları var ya, onlar da İsrail tohumu. İhracat için sertifikalı tohum kullanmak zorundasınız. O tohumların, diğer tohumlardan etkilenmemesi için, “tozlaşma olmasın” diye, onların ekim yaptıkları yerin 5 Km çevresine “yerli ve milli ata tohumu” bile ektirmezler size. Para cezası da var, tarlanıza da el koyarlar.
Mesela, Yahudi markalarına Türkiye’den markalı tekstil ürünleri üretiyorsunuz. Kumaşını o veriyor, model de onlara ait, siz onların fasoncususunuz. Bir teahhüdünüz varsa o malı vermek zorundasınız. Yoksa o mallar elinizde kalır, satamazsınız da. Ve çok ağır bir tazminat ödemek zorunda kalırsınız. Bu da bir başka handikab. Mesela, İsrail’den gelen hahamlar, kendi standartlarına göre üretim yapmak için özellikle Türkiye’deki bazı Gıda üretim fabrikalarının bazılarını satın almışlar, bazılarına ortak olmuşlar, bazılarını kiralamışlar. Bazılarında da fason üretim yapıyorlar. Kendi Kosher standartlarına uygun olması için bazı katkı maddeleri de getirmişler ve hahamlar fabrikanın başında üretim süresince denetim yapıyor ve ürünleri takdis ediyor. Bu ürünleri de ayrıca değerlendirmek gerek tabi.
Bakıyorum sokakta, Tarikat-ı Duhaiye’nin yani sigara tüketicilerinin bir çoğunun bu boykotla ilgili sorunu yok. Cola, yine bu Ramazan’da bile sofralardaydı. Yarım yamalak bir boykot yapalım diyoruz, onu da bin bir engelleme ile yapmaya çalışıyoruz. Bazan da yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz, hem siyaset, hem media’nın yalan yanlış haberleri, manipülasyonları ile.
Niye gerçeği apaçık söylemiyoruz. Neyi doğru yapıyoruz ki, ne mRNA ölümleri ile ilgili gerçeklerden bir haberimiz var, ne depremde ölenlerden. Enflasyon rakamları ya da döviz kurları ne kadar gerçek ki. Deveye “neren eğri” demişler, “nerem doğru ki” demiş ya, işte o hesap.
İsrail’e giden malların bir kısmı aslında İsrail’e gitmiyor!?
Bir de işin bu yönü var. Amerika'da mağazanız varsa, Türkiye’den ABD’deki kendi mağazanıza kendi ürününüzü gönderecek olsanız, bunun için İsrail kapısını kullanmazsanız, daha fazla gümrük vergisi, daha fazla navlun parası öderseniz ve kotaya takılabilirsiniz. Kota almak için yine onların kapısını çalmak zorunda kalırsınız. Onun için ABD ile ticareti olan bir çok iş adamının İsrail’de şirketi var ya da orada bir Yahudi ile ortaklıkları var.
Yani bu kapıdan geçersen 3 kuruş, geçmezsen 5 kuruş fazla vereceksin.
Bu yıkılası düzen böyle kurulmuş. “Uluslararası sistem” böyle çalışıyor, bizimkiler de “Uluslararası sistemle uyum” konusunda ne lazımsa yapıyorlar.
Erdoğan, diğer bakanlar, TBMM Başkanı bile bu konuda “üzerilerine düşen herşeyi yapma” teahhüdünde bulunuyor. Muhalefet denilen partiler de büyük ölçüde, CHP’sinden, İYİ Partisine, DEM’e aynı yolun yolcusu.
Bütün zamanların en büyük para oyunu, soygun büyüsü, illizyonu olan DOLAR’dan yakamızı kurtarabiliyor muyuz. Bir basılı kağıt değerinden öte değeri olmayan bir kağıt üzerinden birileri nasıl dünyaya hükmediyor, buna bir çözüm bulabiliyor muyuz?
Bu işin en neşeli kısmından biri de, İsrail’e giden malların bir kısmı Filistinlilere gidiyormuş. Bir defa Gazze’ye gitmiyor. Resmi yollardan giden insani yardımın belki %5’i o da Mısır üzerinden binbir zahmetle, Mısır ve İsrail’in kontrolünden geçtikten sonra Filistin Kızılay’ına teslim ediliyor.
Gazze'ye çatışma başladığı günden Ramazan'ın ortasına kadar 17.442 Kamyon yardım ve ticari malzemesi gönderilmiş.. Kaynak: Gazze Devlet Ofisi.
Bunların %41'i gıda malzemesi, %40'ı diğer insani yardımlar, %6'sı battaniye ve kışlıklar.
Kamyonların 9198 tanesi yakıt tankı, 82’si ambulans, 6256 tanesi genel gıda, 1931 tanesi un, 409 tanesi çadır ve 16 tanesi kefen yüklüydü..
Gazze'ye günlük en az 800 kamyon girmesi gerekiyor ki asgari talepler karşılanabilsin.. Mısır bu yardımları Mısır Kızılay’ı eliyle, Filistin Kızılay’ı üzerinden Gazze Şeridi'ne sokuyor. Mısır Kızılay’ı İsrail’in “Magen David Adom / Kızılkalkan”ı ile yakın temas için bu işi yönetiyor. Mısır Kızılay’ı rehberlik, aracılık, danışmanlık yaptığı için ve Mısır ordusu, konvoya koruma yaptığı için ayrıca dolar olarak para alıyorlar.. Ramazan’la birlikte kamyon sayısı günde 150 kamyondan 50 kamyona indi. Bu arada TÜRKİYE Çatışma başladığı ilk günden ramazan ortasına kadar Toplam 365 kamyon gönderdi. Bölgeye gönderilen yardımlar konusunda ilk 3 sırada Kızılay, Diyanet, İHH var..
6 ayda 365 kamyon malzeme!. Çünkü günde ortalama 8 gemi malzeme gönderdiğimiz İsrail'e giden gemilerin her birine 500 TIR'a kadar yükleme yapabiliyor. Dolayısı ile biz İsrail'e "günde" 4000-5000 kamyon malzeme gönderirken "6 ayda" Gazze'ye gönderdiğimiz toplam kamyon sayısı 365..
Bir Filistinli şöyle diyordu: “Türkiye’den çok büyük bir beklentimiz vardı, ama bu olmadı.”, İslam ülkeleri büyük bir sessizliğe gömüldü. Gönüllerinin bizim yanımızda olduğunu söylüyorlar ama, onların çoğu İsrail'in yanında saf tutmuş gibi maalesef”.
Türkiye’den İsrail limanlarından Filistin’e giden ürünlere gelince, bunlar büyük ölçüde gıda ürünü.
Filistin’lilerin içinde Arap Yahudi’si de var, Hristiyan Arab da.
Çoğu Laikçi, LGBT’lisi de var, Muhammed Dahlan tipi, Müslüman görünümlü Siyonistleri de var. Çoğu sol-sosyalist, bir kısmı Arap milliyetçisi. Bunlardan İslami hassasiyeti nisbeten öne çıkanlar, İsrail makamları tarafından engellendikleri için, ticaret çok büyük ölçüde, İsrail’le uyum içinde çalışanların kontrolünde. Onlar da bu işi zaten, bir takım engellemelere karşı Yahudi ortakları ile yapıyorlar. Bu çerçevede Yahudilerin ithal ettikleri, diğer ülkelerdeki yatırımlarından getirilen ürünleri Filistinli ortaklarına da satıyorlar. “Filistin’e ihracatımız İsrail’e ihracat olarak gözüküyor” bahanesinin artasına saklanmak yapılan yanlışı ört-bas etmeye yetmez.
Ha bu bizim yaşadıklarımız bize ders olsun. Bundan sonrası için dikkatli olalım.
ABD nasıl Ambargolu ülkeleri denetlemek için Ambargo izleme, inceleme, denetleme birimlerine sahipse, bizim de belki TOBB bünyesinde bir boykot komitesi oluşturmamız gerek. Bu işin ciddi bir dini, ahlaki, hukuki açıdan ele alınması gerekiyor. Gerçeği bir bütün olarak görmemiz gerekiyor.
Mesela “…SİAD”lar da kendi üyeleri ile ilgili şikayetler konusunu inceleyen bir “Boykot Komistesi” oluşturabilir. Konuyu sadece politik ve iş adamları üzerinden değil de aynı zamanda tekil kişilerin tüketici olarak bu konularda bütün zamanlar için daha yüksek bir hassasiyet sahibi olması gerekli. Cemaat denilen yapılar bu süreçte sınıfta kaldı, Siyaset de öyle, bürokrasi de, Akademi de, Media da, STK’lar da. Siyaset erbabı bu işin üzerine tüy dikti. CHP zaten Siyonistleri kınamak şöyle dursun, HAMAS’ı terör örgütü ilan etti. İktidar kanadı “Resmi ihracatımız yok” dan başlayarak, diğer gerçekleri te’vil ederek sıyrılmaya çalıştı. Bu ticaretlerde kullanılan gemiler, devletin değildi ama devletin üst düzeyinde görev yapan kişilerin yakınlarının gemileriydi bunlar. Petrol ve liman konusu ayrıca devletle ilgili bir konu. Kaldı ki, devlet, isterse bu ambargoya açık destek vererek özel ticareti de durdurabilirdi. Hele Kurum zaten, bu işlerin yoluna girmesi için kendinin seçimi kazanması gerektiğini söyledi. Keşke Gazze ve Filistin konusu siyasetin bu şekli ile konusu olmasaydı, ama oldu işte. Öte yandan özel şirketlere yönelik Ticareti kesmeleri yönünde çağrı ve protesto gösterileri de polisiye tedbirlerle engellenmedi mi?
Eğer İzzeddin Kassam harekete geçmeseydi, birilerinin planına göre, Gazze halkı büyük ölçüde tehcir edilecek, Başkenti Doğu Kudüs(!?) olan silah’dan arındırılmış, Laik, kukla bir Filistin kurulacaktı. Türkiye’ninde aralarında olduğu bir takım ülkelerde İsrail tarım ve sanayi üretim tesisleri kurulacak ve burada üretilen mallar da asıl patron olan İsrail’e sevkedilmeyecek mi idi. Türkiye’de, Gazze’de İsrail’in projesinde Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve BAE ile birlikte bir alışveriş üssü kurmayacaklar mı idi. İpek yolu da oradan geçmeyecek mi idi! HABAT ve Epstein’in de içinde olduğu AGARTHA çetesinden yakasını kurtaramayan bir ülke olarak kaldığımız sürece, bu problemin çözülmesi mümkün değil.
Bu tartışma burada bitmeyecek. Ve görünen o ki, bu tartışma daha da artarak devam edecek. Nisan Mart’tan, Mayıs Nisan’dan, Haziran Mayıs’tan daha da şiddetli tartışmalar yaşayacağız gibi. Görünen köyün hikayesi böyle. Bu cinayet ve bu işler bu şekilde devam ettiği sürece. İnşallah Allah’ın gazabı bizi de vurmadan aklımızı başımıza toplarız.
Selam ve dua ile.