Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

İtiraf ediyorum, ben bir “enayi”yim

 

 

 

 

Radikal’de 05.03.2006’da böyle demişti: “Evet, ben bir enayiyim.” O “Enayi” “Biz zalimlerden olduk” diyen adam öldü! İnnalillah ve inna ileyhi raciun. Allah rahmet eylesin o güzel adama. “Yol arkadaşıma”, “dava arkadaşıma”. Aynı yollarda yürüdük, aynı mahkemelerde birlikte sanık olduk.

1978’de tanıdım onu yakından. Ve bir daha yolumuz ayrılmadı.

Onun cenaze namazı kılınırken, ben İzmir’deydim. O’nun mevlidi okunurken, ben Aydın’da olacağım inşallah. Onun arkasından Fatihalar okuyup, dualar edeceğiz.

“Yeni Türkiye”nin aydınlık yüzü artık aramızda değil. Şehidlerin gittiği yerde, Allah’ın takdir ettiği zaman buluşmayı ümit ediyoruz. Aşağıda okuyacağınız yazı ona ait. Onun “Biyografi”sini, CV’sini her yerde bulacaksınız. Aşağıdaki satırlar, kendi kaleminden kendini anlatıyor.

Onu dar-ı bekaya uğurlarken, onu “enayi”, kendilerini “akıllı” sananların şerrinden Allah’a sığınıyorum. Dilerim bu ironik yazı birilerinin akıllarını başına getirmesi için bir uyarı olur.

Selam sana güzel adam! Uğurlar ola. Söz Hasan Celal Güzel’in:

“Sevgili okuyucularım, artık vakti geldi; 60 senelik bir ömrü geride bıraktıktan sonra, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir ‘enayi’ olduğumu itiraf ediyorum.

Yediden yetmişe enayilik / Efendim, bendeniz doğuştan biraz salakmışım. Sonradan politikacı ve işadamı hâline gelen bazı kâzib şöhretler dünyaya geldiğinde ebesinin yüzüğünü yürütürken, ben evden verilen harçlıkları arkadaşlarımla paylaşır; onların kirlettiği okul duvarlarını ve sıralarını temizlemeye çalışırdım. Zira bana, ‹Devlet malı deniz, yemeyen domuz› diye öğretmemişlerdi, bilakis ‹Devlet malının kutsallığı’nı ezberletmişlerdi. Sonradan ‘enayilik’ olarak telakki edilen dürüstlük anlayışım, rahmetli babacığımdan, dürüstlüğüyle iftihar ettiğim dayım Ali İhsan Göğüş›ten ve inancımdan geliyordu. Mülkiye’deki yıllarım da bu avanaklığımın devamından ibarettir. Evden gelen paranın en az yarısını başkanı olduğum ‘Hür Düşünce Kulübü’ne sarf eder, geri kalanıyla yarı aç yarı tok çırpınır dururdum.

Eşşek gibi çalışırdım / Abiler, ben enayiliğin kitabını yazdım. Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle ‘eşşek gibi’ çalışarak geçti. DPT Uzman Yardımcılığı’ndan tutunuz da Başbakanlık Müsteşarlığı’na ve bakanlığa kadar bütün devlet görevlerimde gece-gündüz çalışıp durdum. Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Eskiden bilgisayarlar yoktu; kocaman elektrikli hesap makinalarının başına oturur, yatırım dengelerini tutturmak için sabahlara kadar uğraşırdım. Doyasıya bir gece dahi uyumadım. Devlet, millet ve vatan için birkaç saatlik uykudan fazlasının haram olduğunu düşünürdüm. Yakın arkadaşlarıma, ‘Ölürsem mezarımın üstüne uykuya doyamadı yazarsınız’ diye takılırdım.

Başbakanlık Müsteşarlığım sırasında, Başbakanlık’ta 24 saat mesai yapardık. Yorulanları eve gönderir, ben çalışmaya devam ederdim. Masanın üstündeki dosyalara başımı koyarak yarım saat şekerleme yapar, daha sonra yüzümü yıkayıp benzersiz budalalığımı sürdürürdüm. Çocuklarımı doya doya sevemedim. Oğlum Mustafa doğduğunda 1970 programının ve bütçesinin hazırlık çalışmalarını yapıyorduk. Daire Başkanım Doç. Dr. Nevzat Yalçıntaş, beni toplantıdan çıkararak zorla hastaneye göndermişti. Millî Eğitim Bakanı›yken kızım Elif ilkokul öğrencisiydi. Bana mektup yazarak çok özlediğini ve randevu istediğini söylemişti.

Bürokrasi ve siyasetin akılsız adamı / Kimileri bana ‘uykusuz müsteşar’ adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama “Ne akılsız adam yahu!” şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi. Üzerinde ‹T.C. Hükümeti› yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım, devlet malına ellerini bile süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Hilmi Özkök Paşa›nın, generallerin makam arabalarına sivil plaka takıp tatile gitmelerini yasaklayan emrini hem takdirle hem de gülümseyerek okudum. Sonra kendi çocuklarımı düşündüm. 

Daha çok küçük yaşlardayken bir saat daha az uyuyup belediye otobüslerine ve okul servislerine binerek okula gittikleri zaman, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum.

Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda -birkaç aylık süre haricinde- lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.

Enayiliğin haddi hesabı yok ki / Dedim ya, ben Türk bürokrasi ve siyaset tarihinin kaydettiği en ebleh kişiyim. Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur. Hangisini itiraf etsem bilmem ki. Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim. Çünkü burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden subvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim hâlde, aynı gerekçelerle TBMM sigarası da içmedim. Ceplerimde şıkır şıkır metal jetonlar dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım.Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde bu dönemlere ait -bronz plaketler dışında- bir tek hatıra eşya göremezsiniz. 

Bürokraside ve siyasette bulunduğum dönemde, makam odalarıma tek bir mobilya, halı ya da sandalye alınmamıştır. Muhatabının bıyık altından gülerek dinlediği, aptallık timsali bir lafım vardı: “Bu fukara millete ben hiç bu masrafı yaptırır mıyım?”

Siyasete zengin girilir, fakir çıkılır / Bu başlığı yanlış okumadınız. Biz enayiler, devlet hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz. Siyasî hayatımda önüme çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedim. Aksine, eşimin SSK kredisiyle aldığı Oran’daki daireyi satarak ANAP’taki Genel Başkanlık mücadelesinde; babamdan kalan Malatya’daki ev ile dedemden kalan Gaziantep’teki evin bana düşen hisselerini de YDP’nin kuruluşunda harcamak hamakatini gösterdim.

Bu arada, eşimin uzmanlığı ve alın teriyle hak ettiği ‘Vakıflar Genel Müdürü’ olarak tayin kararnamesini, yakın akrabamdır diye nasıl engellediğimi de unutmayayım. Sadece bununla kalsa neyse... ANAP döneminde çıkarılan ‘kıyak emekliliği’, rahmetli Adnan Kahveci ile birlikte (Onun yaş durumu zaten uygun değildi) reddedip tek maaşa devam ettim. Başbakanlık Müsteşarı’yken merhum Özal’ın beni ‘enayilik’ ile itham etmesine aldırmayıp, milletvekili maaşlarının da buna göre ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç sene müddetle emrimdeki daire başkanlarından daha az maaş aldım. Hâlen de, aleyhimdeki tazminat dâvâlarının sebep olduğu hacizler yüzünden yıllardır emekli maaşımın dörtte biri kesiliyor. Bazı Yargıtay üyelerinden YÖK başkanlarına, rektörlere kadar birçok zevat, benim kırk yıllık emeğim karşılığında aldığım aylığımı paylaşıyorlar. Şimdi söyleyiniz bakalım, benden daha enayisini gördünüz mü?!..

‘Bu kapıdan hırsızlar giremez’ / YDP’yi kurdum ve Genel Merkez ile il binalarının kapısına, üzerinde ‘Bu kapıdan hırsızlar giremez’ yazılı tabelalar astırdım. Ne mi oldu? Kapılardan kimsecikler girmedi. Partinin ana sloganı ‘Dürüstlük ve Fazilet Mücadelesi’ idi. Lâkin bir şeye yaramadı. Dağıtılan döner ekmekle arabesk türkücülere rağbet eden ‘necip milletimiz’, foyası artık iyice ortaya çıkan Uzan’ın Genç Partisi’ne verdiği yüzde 7,3’lük oya karşılık, çok sevdiğini söylediği ben fakîre yüzde 0,3 oranında oyu reva gördü.Son girdiğim 1999 Genel Seçimleri’nde bana, “Anladık, iyisin, hoşsun, dürüstsün ama kendine faydan olmamış, bize ne verebilirsin ki?” dediler ve enayiliğimi tescil ettiler.

Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık duyduğumu sanmayınız. Enayilik o kadar içime işlemiş ki, geriye dönüş mümkün olabilse, gene aynısını yapardım.

Üstelik enayilik bulaşıcıymış da... Yazdıktan sonra yazımı eşim Ülker’e okudum. “Geriye dönüş mümkün olabilse, ben de gene aynısını yapardım” demez mi?!.”

Bu konuya yarın da devam edeceğim. Selam ve dua ile. 

 

Bu yazı toplam 995 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar