Abdurrahman Dilipak
İttihad-ı İslam ve Tefrika
Ümmet-cemaat, tevhid deyip duruyoruz da halimiz ortada. Evet “Tefrika girmeden bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” Evet, “Fikri kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber.” “Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın! / Ne Araplık, ne de Türklük kalacak, aç gözünü! / Dinle Peygamber-i Zîşân’ın İlâhî sözünü. Ne Hilâfet kalıyor ortada billâhi, ne din!” Akif devam eder gider, ama kim dinler!.
“Cem olmak”! Cami ya da cemevi dediğinizde “toplantı mekanı, cem olunan yer” demiş oluyorsunuz. Hane-i saatiniz de aslında ŞAHSİYET sahibi bir KİŞİ’nin, KİŞİLİĞİ’nin şekillendiği ve FERD’iyet kazandığı en küçük sosyolojik topluluk, AİLE’dir.
“İstanbul Sözleşmesi” ve “Lanzorette” ile FERD’iyet akıl, irade ve gelenek, din, ahlak gibi değerlerden soyutlanarak BİREY’in yüceltilmesi aslında Cemaat’e, cem olmaya, kadını erkeği, anne-baba, dede-nine, kardeş, hala-teyze, amca ve dayıya açılmış bir savaştır. Bugün yaşanan CEMAAT düşmanlığının arkasında aslında bu ŞEYTANİ AKIL(SIZLIK) var gibi!
CAMİ’de CEM olan CEMAAT alameti farikaları olan, ayrı bir tüzel KİŞİ’lik ve ŞAHS’iyet kazanır. FERD olarak bu yapı içinde bir sorumluluk ve KİM’lik kazanır. İnsanın KİMLİK’i AİLE içinde şekillenir. AİLE, FERD ile TOPLUM arasındaki en önemli halkadır. Bu koparsa, FERD de TOPLUM da zarar görür. Tabi AİLE’nin bozulması neslin tereddisidir. O zaman FERD, BİREY’e dönüşür ve toplumu ifsad eder. Bu BİREY’lerden oluşan TOPLUM, cemaat görüntüsüne sahip, KUDUZ BİR SÜRÜ’ye dönüşür. İnsan insanın kurdu olur.
CEMAAT hem kavram ve hem de müessese olarak dejenere oldu. Cami, dergah gibi KİŞİLİK ve ŞAHSİYET mektebi olması gereken mekanlar bozulunca CEMAAT’ın oluşma mekanları TEVHİD’den uzaklaşınca TEFRİKA’nın, FİTNE’nin merkezi oldu. KİŞİ’lerin yaratılıştan kabiliyetlerinin TERAKKİ ve TEKAMÜLÜ için bir mektep-medrese olması gereken mekanlar, ŞAHSİYET’in baskılandığı, ferdi menfaat hesaplarının öne geçtiği TEREDDİ mekanlarına dönüştürüldü. Bu gibi mekanlarda “RAİNA demeyin, UNZURNA deyin” emri ihlal edildi. DİN ve DEVLET büyükleri ya da kanaat önderleri İLAH ve RAB edinildi, onlar PUTLAŞTIRILDI! İnsan denilen mahluk, bedenin dünyevi, (hatta uzaylı da diyebilirsiniz) olarak, Zübde-i Kainat olsa da, ruhaniyeti, geldiği ve geri döndürüleceği yer itibarı ile dünya ötesi/öteki dünyaya aittir. Bu dünyadan aldığı her şey dünyada kalacaktır. FERD olarak yaratılan insan geldiği yere FERD olarak dönecektir. Bu dünyadaki KEMALAT yolculuğunda insanoğlu hakikate, akıl, ilim ve gerçeklik merdiveninin basamaklarına basarak ulaşacaktır. Bu yolculukta KEM ALAT ile KEMALAT’a ulaşmak mümkün olmaz. Bu dünyada ne kadar mal, makam ve unvan biriktirdi iseniz, eğer onun hakkını, zekatını, sorumluluğunu ödemezseniz, o şey her ne ise, “dua ile istenen bela”ya dönüşecektir.
Bizim için cemaat; geçmişin bilgi birikimi ve geleceğin umudu, hayali, beklentileri ile bu günü Allah’ın rızası istikametinde şekillendiren bir iradeye, sorumluluk şuuruna dönüştürecektir.
Her şey Allah’ın iradesine bağlıdır. Biz O’nun rızasına talib olmalıyız. İman bunu gerektirir.
Aslında insan FERD olarak da “tek başına bir ümmettir”. Bir insan, 7 ayrı kişilikten CEM olmuştur. Bunların 4’ü aslı, 3’ü arızidir. Ruh, Can, Nefs, Akıl asli varlığımızdır. Melek, Cin ve Şeytan ise damarlarımızda dolaşan diğer varlıklardır. Bunlardan sadece biz aklımızı yönetiyoruz. Akıl, ruhla iş birliği yaparsa ekmeli mahlukat, eşrefi mahlukat olur. Meleklerle dost olur. Onlar onu korurlar. Ona Hakkı ve hayrı tavsiye ederler. Nefsin emrine girerse “Belhum adal” olur. Şeytanın onun dostu olur. Bir adım sonrası da “İns’in Şeytanı”na dönüşür. Akıl canla uyumlu giderse, fıtratı ile barışır ve sağlıklı yaşar. Cinler kişinin özelliğine göre, iyi ya da kötü kişilikler şeklinde insan bedenine hulul eder.
Akıl aslında akıl, kalb ve mide ile birlikte düşünülmelidir. Ne düşündüğünüz, ne hissettiğiniz neyle beslendiğiniz, maddi ve manevi gıdanızın ne olduğu sizin kişiliğinizi oluşturan temel unsurlardır. Kalb ve akıl bu kişiliklerin cem olduğu mekanlardır. Onun için kalp, camiyle tesmiye edilmiştir. Kalp kırmak, Kabe’den taş koparmak ile kıyaslanmıştır. Cami de yüzünü Kabe’ye dönen onu temsil eden mekandır. İslam dünyasında en büyük cami, cem olunan mekan, Kabe’dir. Bugün ferdin camiden uzaklaşması sonucu, caminin bu müfsitlerin elinde bir Dırar mescidine dönüşmesi ile ifsad gerçekleşmiş oluyor. Bugünkü cemaat denilen yapılarda bu camideki cemaat, ümmetin vahdetine çağıran yapılar değil, oradan kopartılan ve herkesin kendini işin merkezinde gördüğü yapılar haline geldi. Zaten eğitim kurumlarında maarif yok. Devlet bir yandan, partiler, menfaat kurumları bir yandan, İslam karşıtları öte yandan, tefrikaya düşmüş, ahlakı zaaf ve menfaat topluluklarının elinde oyuncak olmuş bir cemaatten kim ne hayır bekler ki. Herkes aynı bütünün parçaları olarak insanları hakka ve hayra çağıracaktı hani. Herkes kendine çağırıyor. Allah’ın emrine uymazsan haram, Resul’ün sünnetine uymazsan mekruh, onlar gibi düşünmezsen dinden çıkarsın. Bunlar ittihada değil tefrikaya hizmet ediyorlar bu halleri ile. Kimi zaten uluslararası sistemin Truva atı olmuş kimi gırtlağına kadar akçeli işlere karıştırmış. Siyasetle al gülüm-ver gülüm. Sünni’si, Alevi’si fark etmiyor. Kimi zaten uluslararası sistemin taşeronu olmuş. Böyle bir cemaatten kim ne hayır bekler. Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde ki gayrıya himmet ede. Bir kısmı zaten seremoni, ritüel, kostüm ve ikonografyaya indirgemiş dini, kimi mabetlere, dergaha hapsetmiş, kimi için din kültürel bir aidiyet, onların vicdanlarına hapsetmiş olmalı, dinlerini.
Parti diyorsunuz, İngilizce’den alınan “Part” parça demek. Bir bütünün parçası demek. Arapçası “Hizb”. Kısım ve aksam kelimeleriyle eş anlamlı olan hizb aynı zamanda parti anlamına da gelir. Kur’an-ı Kerim’deki 5 sayfalık bölüme “bir hizb” denir. Yani bir bütünün ondan ayrılmaz bir parçasına, cüz’üne, hizb/parti denir. Bizde öyle mi, herkes birbirinin gözünü oymak için fırsat kolluyor. Memleketi herkes, diğerinin elinde kurtarmaya çalışıyor. Kimse kendi içindeki ötekinden beter ahlaksızlardan kurtulmak için kılını kıpırdatmıyor. Bu anlamda “hizipçilik” ya da “partizanlık” tefrikanın dinamiğini oluşturur. Bu da toplumun asli dokularının, hücrelerinin kanserleşmesi anlamına gelir.
Cem olmak, herkesin her konuda aynı olması anlamına gelmez. Allah (c.c.) bizi kabileler halinde farklı yarattı ki, bilişelim diye. Burada olmazsa olmazlarımızda farklılaşma değil, mütemmim/tamamlayıcı unsurlarda farklılık o toplumun zenginliğidir. Herkesin akıllı, dürüst olması gibi herkes için erdem ve zenginlik kabul edilen değerlerin ayrı bir kategoride değerlendirilmesi gerekir. Cemaat; içe çöken yapılar değil, dışa doğru genişleyen, değişen şartlara uyum sağlama becerisi gösterirken özünden ayrılmayan yapılardır. Bu tür yapılar yatay ve dikey olarak gelişmeye uygun yapılardır. Ve temel hak ve hürriyetler açısından sadece kendine dönük faaliyet göstermezler. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olarak için bütün insanlığın ayrıca olmayan bir çözüm önerisi onların önerisi olmayacaktır. Hak, hukuk ve adalet konusunda cemaat denilen yapı, mensubiyete göre karar vermemeli. İşi, ehline vermeli. Hatta “Müslümancı”lık onun için bir taraftarlık konusu olmamalı. O Hak’tan yana tavır olmalı. Aklını kimseye kiraya vermemeli. Benden söylemesi. Selam ve dua ile..