
Abdurrahman Dilipak
Kader, rızık, ecel..
Ve yarın “bağışlanma umudu ile” Ramazanın 3. 10 gününe giriyoruz. Allah bilir 26 Mart Kadir gecesidir. O gece için şimdiden hazırlık yapalım Allaha ve ahiret gününe inanmak, imanının özüdür. Bir de öbür dünya var. Bu dünyada yaptıklarımızın ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın hesabını vereceğimiz bir gün. Aynı şekilde söylediklerimizin ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizin de hesabının verileceği bir gün. Kim, neyi, kime göre yaptı. Tercihini hangi yönde kullandı. İster oyunuzu kullanırken ya da herhangi bir şeyi tercih ederken yüzünüzü nereye döndünüz.
Her işe Besmele çekerek başlamak, sadece bir kelimeyi telaffuz etmiş olmaktan ibaret değildir. O şeyin Allaha ait olduğunu bildiğini ve o şeyi Onun o şey hakkındaki hükmünü bildiğini ve o şeyi Onun rızasına uygun şekilde kullanma iradesinin beyanıdır.
Günlük hayatınızda Onun meleklerinin varlığını hissedebiliyor musunuz? O okuyup durduğumuz kitabı/kitabı bize Cebrail getirdi. Canımızı almaya gelecek olan da Azrail. Suru üfleyecek olan İsrafil, Hava olaylarını Tabiattaki genel düzen Mikail’in sorumluluğu altında. Ve bizim omuzlarımızda her şeyi kayıt altına alınan Kiramen Katibin meleklerimiz var. Koruyucu meleklerimiz var.. İklimciler, hava olaylarını manipüle etmeye çalışırken aslında Hz. Mikail'in alanına müdahale etmeye çalışıyorlar. Allah bizi kabileler halinde TEK olarak yarattı. Tek başımıza ve topluca gelin onun ipine sarılalım.
Suhuf’lar, Hz. Musa’ya gelen Tevrat, Hz Davud’a gelen Zebur, Hz. İsa’ya gelen İncil, Hz. Muhammed’e gelen Kur’an-ı Kerim, hepsi bize aynı hakikati anlatır ve birbirini doğrulayan kitablardır bunlar. Hepsine salat ve selam olsun. “İslam” dediğimiz din, sadece Hz. Muhammed’in dini, ona gelen din değil, İslam “Allah’ın bizim için seçtiği din”dir. Hz. Ademe de aynı din geldi, Hz. İbrahim’e de, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’e gelen din aynı dindi, İslam’dı. Onun için biz Musevi, İsevi ya da Muhammedi değil, Müslümanız elhamdülilah.
Biz Hayır’ın da, Şer’rin de, Allah’ın iradesi içinde olduğuna iman ettik. Şeytan da Allah’ın iradesi içindedir ve Ondan başka kainatta başka bir güç ve kuvvet sahibi yoktur. O Allah (cc) ki, o kadir-i mutlaktır. Doğmamış, doğurmamış, doğrulmamıştır. O “Ehad”dır ve “Samed”dir.
Evet, Kaderimiz, Rızkımız ve Ecelimiz Allah’ın elindedir. Rızkımızdan az ya da çok yemeyeceğiz. Allah yarattığı canlıların rızgının kefilidir. Ecelimizden önce ya da sonra ölmeyeceğiz. Kaderimizden başka bir kaderimiz de yok. Allah insanların hepsini, TEK olarak yarattı. Parmak uçlarına kadar tek. Kimsenin kaderi başkasının kaderine bağlı değil. Ancak herkesin kaderi başkalarının kaderi ile ilişkilidir.
Allah (cc) zaman’dan ve mekan’dan münezzehtir. O her şeyin evvelini, ahirini, zahirini ve batınını bilir. İlmiyle bütün zaman ve mekanları kuşatmıştır. O bu bilgiye sahip olmadan o şeyi nasıl yaratacaktı ki. O zaman kimse başkalarını ve başka bir şeyleri değiştirerek kendi kaderini değiştireceğini zannetmesin. Eğer onun halinde bir iyileşme ya da kötüleşme olacaksa Allah onu ezeli bilgisi ile bilmektedir ve hüküm ona göre bina edilmiştir.
Allah (cc) kullarını, onların mallarını, canlarını ve sevdiklerini kimi zaman artırarak kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. “Sakın şu şöyle olmasaydı bu böyle olmazdı” demeyin. Geriye dönük kader sorgulanmaz. Şüphesiz ki, Allah her şeyi bir hesab ve sebeble yaratmaktadır. Allah (cc) ol deyince oldurur, öl deyince öldürür ve o şeyle birlikte sebebler de halkedilir. Evet, geriye dönük ihtimal hesabı batıldır, fasittir. Bu, babam kız olsaydı ben kim olurdum gibi bir şey olurdu. Binlerce yıl önce, dünyanın bir başka yerine bir kelebek, kanadını bir kez eksik çırpsa diye bir akıl yürütme bile mümkün değildir. Bütün zamanlar ve bütün mekanlar bu anlamda “Kün” emri içinde tam bir uyum içinde mündemiçtir.
Biz sebebler dünyasında bir imtihan gereği olarak aklen ve ahlaken, esbaba tevessülle mükellefiz. Allah’ın ezeli ve ebedi bilgisi ile yarattığı akıbet, hayat içinde FERD’in iradesi ile bütünleşince sorumluluk yükleniyoruz. Allah’ın bilgisi, Ferdin akıl ve iradesi ile bir eyleme dönüşmüş oluyor.
O zaman bu nereye gittiği belli olmayan hadiselere bakıp ye’se kapılmayalım. Bizi gören duyan, bilen, hüküm sahibi, kadir-i mutlak bir Allah var. Ruz-i Mahşer’de, kimsenin kimseye hiçbir konuda faydasının olmadığı, annesinin çocuğundan, Şeyhlerin müridlerinden kaçtığı bir zamanda, o pişmanlığın fayda etmediği günde, iyilik ya da kötülük olsun, herkes yaptığının ve yapması gerekirken yapmadığının karşılığını eksiksiz görecek. Ogün herkes için ancak yaptığının karşılığı vardır. Kendi yaptıklarının şahidleri sadece insanlar değil, kiramen katibin melekleri ve bizzat insanın kendi uzuvları, kendi lehinin ve aleyhlerinin şahidi olacağı bir gün var. Vay o kapalı kapılar arkasında fısıldaşarak konuşanların, şifreli haberleşenlerin insanların aleyhine planlar yapanların, tuzak kuranların haline. Gerçekten iman edenler için korku yok. Onlar mahzun da olmayacaklar.
Bizim bugünkü halimize bakınca, insanlarım vurdum duymazlığı sanki biraz da kalplerinin kararmış olmasından gibi. Gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar. Biliyoruz ki, Allah (cc) zalimlere, cahillere, fasıklara, kafirlere, müstekbirlere, mütrefinlere yardım etmeyecek. O zaman sonuç belli. Zaten “Vel Asr…” insanların hüsranda olduğu haber verilmedi mi. Onların pek azı kurtuluşa erecektir denmedi mi. Kurtuluşa erecek olanlar “istisna” olarak sıralanmadı mı? Kafirlerin ayak izinden giderek, onları veli edinerek, onların normlarına göre, kurallarına göre, mevzuatlarına göre dünyalarını tanzim edenler, onlarla birlikte haşrolacaklar.
“Çözüm nedir”, derseniz, yeniden, Allah (cc), kitap ve resulü (sav) esas alan bir çerçevede imanımızı ve hayatımızı yeniden tanzim etmek. Yani yeniden iman etmek. Atalarımızın dininden yüz çevirmek, din ve devlet büyüklerini, kanaat önderlerini İlah ve Rab edinmemek.
Dünya hayatı bize “Galu bela” zamanında verdiğimiz sözü unutturdu. “Elestü bezmi”nden ne demiştik?. Dünya malı, metaı, şehveti aklımızı başımızdan aldı. Şeytanı lanetliyoruz da, insanların çoğu, Allah’ı unutup, Şeytan’ın (LA) sözüne kanıp onun peşinden gitmedi mi, gitmiyorlar mı? Bu gün şu İklim yasası, Chemtrail, Trans Humanizm neyin nesi.. Bizimkilerin sürekli “birlikte hareket etme” sözü verdikleri, Satanist, Pedefolik Siyonistlerin kurguladıkları “Uluslararası sistem”in rotasını izlemeye devam edecek olursak, varacağımız yer belli değil mi?
Bugün insin şeytanları Hakkı perdelemek, artırılmış sanal gerçeklikle, Hak yerine batılı ikame etmek, Şeytanları melek göstermek için kafamıza Chip takmak istiyor. 5G, starlink, Nesnelerarası iletişim, akıllı şehirler, evler, otomobiller, ev aletleri, her şey elektrikli olacak. Ulaşım, iletişim, bankacılık, enerji, ev ısıtma, bilgileriniz, düşünceleriniz, politikanız vb. hayatınızın her yönünü kontrol edecekler. Evet “Tost makinenizin ya da akıllı süpürgenizin resminizi çekip, ses kaydınızı alıp, evdeki misafirlerinin resimleri ve telefonlarının kayıtlarını alıp, evinizde nefret söylemi yaptığınız gerekçesiyle ihbar etmesi” o kadar da çılgınca bir şey değil. Artık Siber Güvenlik yasası dedikleri, bir Takriri Sukun yasamız var!
(Tevbe 24)’de ne deniyordu: “De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler sizlere Allah'tan, O'nun resulünden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli geliyorsa, artık Allah'ın (azap) emri gelinceye kadar bekleyin. Şüphe yok ki Allah, günaha batmış bir topluluğu asla doğru yola erdirmez.” Dünyevi anlamdaki bütün siyasi kazanımlarınızın hepsi aslında içine fesat karıştırılmamış bile olsa dünya mal, makam, metaından ibaretse onların ahirette karşılığı yoktur. Kuşkusuz “ameller niyetlere göredir” ama akılsızca ve cahilane işlerde tek başına “iyi niyet” kişiyi kurtarmaya yetmez. Çünkü “Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir”. Hem Allah ne buyurmuştu: “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” demedi mi? Allah bağışlayıcıdır, ama Şeytan sizi onun Affediciliği ile de aldatmasın. Çünkü o cahilleri, zalimleri, kul hakkına girenleri, yetimlerin hakkını gözetmeyenleri affetmeyeceği gibi, onların namazlarını, dualarını da kabul etmeyecek. Dahası, onların işlerini sarp dağlara sardıracak ve üstlerine pislik yağdıracak!
Unutmayalım ki, ihtirasla istediğimiz her şey bizim imtihanımız olacaktır. Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir. İnsanoğlu genelde, kaçtığını sandığı şeye doğru koşar. Onun için dikkat edelim dua ile belamızı istemeyelim.
Namazlarından sonra tesbih çeken bir Müslüman, günde yaklaşık 200 kez “Sünhanallah, Elhamdülillah, Allahu ekber” der. Peki nasıl oluyor da, eşsiz, yaratılmış hiçbir şeye benzemeyen hepsinden üstün olan bir Allaha iman eden bir Müslüman Allah’ın rızasını bırakıp, başka şeylerin peşine düşebilir. Madem “Elhamdülillah” diyorsunuz, neden bu kadar şikayetçi olur insan. Oysa olan ne varsa, hayır ve şer, onun iradesi içindedir ve Allah bizleri nimetlerini artırarak ve eksilterek imtihan etmektedir. Elbette haksızlığa zulme boyun eğmeyeceğiz, ancak olan hadisat karşısında halimizden şikayet etmek yerine, eğer Onun rızasının tecellisinin vesilesi olma yönünde ilerliyorsak şükredeceğiz. “Nedir bu başımıza gelenler” demeyeceğiz. Direneceğiz, sabredeceğiz. O olanlar bir imtihan, bir zalim bir mazluma zulmetmeyecekse neden, nasıl, niçin cehenneme gidecek ki. Öyle olmayacaksa Cihad nasıl olacak. Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. Her gün yüzlerce kez Allahu ekber diyen bir Müslüman nasıl Allah’tan korkmaz da kafirlerden, zalimlerden, müstekbirlerden korkar. Bunun bir açıklaması var mı?
Bunlar cevabını arayan sorular.. Bu soruların muhatabı biziz. Bilelim ki “iman ettik demekle yakamız bırakılıvermeyecek”. Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu ekber. Selam ve dua ile.