Dört ay öncesinde rejimi sarsan ve ülkeye 2001 ekonomik krizinden bu yana en ciddi gerilimi yaşatan Cumhurbaşkanı seçimi sürecinden geriye kalanlara bir bakalım. Siyasetin yeniden, toplum iradesi eliyle tanzimi ve Gül’ün seçimine karşı olanların ağır siyasal yenilgisi... Ama elbette, öncelikle hak edilmemiş bir Türkiye tablosudur geride kalan.
Çok sert, hukuk dışı ve ateşli nutuklar, tavırlar ortaya konulmuş olsa da yaşananlar dürüstçe değildi. Gerilimi yaratanların neden sonuç alamadığı da bu dürüstlük sorununda gizlidir. Çünkü, rejim tartışması denilen şey aslında bir kadının başörtüsü üzerinden yapılmıştır.
Şimdi, Cumhurbaşkanı Gül’ün eşi Hayrünisa Hanım’ın şahsında bir yaşam biçimini, bir dindarlık tercihini, bir kadın hakkını acımasızca rencide eden o kampanyanın analizini yapmak gerekiyor. Kim nerede yanlış yaptı?
Tez şuydu : ‘Modern dünyaya karşı bir başörtülü first lady ile temsil edilmek Türkiye’ye yakışmaz.’
Oysa modernlik ve modern dünyanın demokratik anlayışı böyle bir tartışmayı umursamıyordu. Batı’lı görüşlerin ve kanaatlerin tamamı tartışmanın ve çatışmanın anlamsızlığı ile insanların kılık kıyafet özgürlüğüne sahip oldukları noktasında toplanıyordu.
Kaldı ki, başörtüsü, türban veya günümüz şehirli kadının örtünme biçimi aslında tam da bir modernlik ürünüdür. Kadının kimliğiyle, kıyafetiyle modern hayatta, şehir içinde var olma, üretime, siyasete, sivilliğe katılma talebinin yansımasıdır. Hayrünisa Gül’ün giyim biçimi ve gerekçesi de böyledir, adı bilinmeyen bir üniversite öğrencisinin örtünme şekli de...
O biçimler asla bir siyasal simge değildir çünkü örtünme kararının temel gerekçesi dindarlıktır. Siyasal simgeden söz edebilmek için ortada dini bir gerekçe olmaması lazımdır. En azından bugün tartışmanın muhatabı olan kadınlar için bir siyasal militanlık ve fanatizm iddiası ileri sürülemez.
Bununla birlikte, örtünme siyasal amaçlı olduğu varsayılsa bile bir demokraside bunun da tartışması olamaz.
Türkiye, bir erkeğin Cumhurbaşkanlığı’nı tartışırken, o erkeğin eşine ve o eşin şahsında başörtülü kadınlara saygısızlık yapmıştır. Onlara karşı erkekliğe sığmayan bir kampanya yürütülmüştür.
En başta Hürriyet ve Milliyet olmak üzere yüksek tirajlı gazetelerle, onların uydusu gibi davranan yayın kuruluşları sadece Gül’ün eşini hedef alan; onun bir insan, bir kadın, bir anne, bir eş olduğunu görmezden gelen haberler ve yorumlar yayınlandı, yayınlanıyor. Bütün bunları yapan ve yazanların; kadın hakları, kadına şiddet karşıtlığı, kadının siyasette rolünün artırılması, kadının eğitimi gibi kampanyalara öncülük etmeleri de bir başka garipliktir.
O kadın hakları kampanyalarında fotoğraf verenlerin, Hayrünisa Gül’ü hedef alan maço ve düşmanca tavırları bir suçüstüdür. Demek ki, bir kesim sadece kendisi gibi düşünen, kendisi gibi giyinen kadınların hakkıyla veya ileride sadece kendi hayat tarzlarını seçeceklerini umdukları kız çocuklarının eğitimiyle ilgilidir.
Bu, kadına ayrımcılık değil de nedir? O ayrımcılığa gazetelerini ve köşelerini açanlar değil; sivil kadın örgütü adını taşıyan ve olup bitenlere ses çıkarmayan örgütler de suçludurlar.
O kampanyayı yürütenlerin hangisi benzer bir muamele kendi eşine yönelse buna tahammül edebilir? ‘Ama ikisi aynı değil. Burada konu Cumhurbaşkanlığı...’ demek de anlamsızdır. Herhalde kimse, Gül çifti evlenirken Abdullah Bey’in günün birinde Cumhurbaşkanlığı’na çıkacağı, bunun da başörtülü eş sayesinde bir siyasal simgeye dönüştürüleceğine dair plan yapıldığını iddia edemez.
11. Cumhurbaşkanı’nın seçimi, bütün siyasal sonuçlarının ötesinde ileride hiç de iyi anılmayacak bir kadın düşmanlığı öyküsüdür. Bazıları sadece demokrasi sınavından değil, kadın hakkı dersinden de sınıfta kaldılar.
|