Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Kapatma davası ve Batı

Kapatma davası ve Batı

 

 


Kapatma davası ile ilgili olarak Batı'nın (ABD ve AB) tavrı tartışılıyor. Amerika biraz daha ikircikli, Avrupa biraz daha tepkili, ama ikisinde de tam bir netlik yok.

Batı'nın tutumunu, biraz gerçekçilik, biraz da tutarlılık kaygısı belirliyor, denebilir.

Gerçekçilik şu: Muhtemelen, Türkiye'nin Ak Parti türü, islami zeminden gelen kadrolarca kurulan bir parti tarafından yönetiliyor olmasını istemeyebilirlerdi. Ama İslam ülkeleri gerçeği, toplumun büyük kesimlerinin böyle bir siyasi oluşuma vücut vermesidir. İslam ülkeleri gerçeğine bakıp da, diyelim "Kökten Batıcı bir iktidar olsun" demek, gerçekçi olmaz. Tutarlılık da şu:

Demokrasinin olmazsa olmazı, çoğunluk oylarının belirleyici olması ilkesi ise, Türkiye'de çoğunluk iradesi böyle bir oluşuma siyasi iktidar yolunu açıyor. Çoğunluk oyunu dışlamak, Batı dünyasının kutsallarından biri olan "demokrasi"nin çiğnenmesi olurdu ki, bunu açıktan savunmak hiçbir batılı ülke veya kurum için kabul edilemez. (Hoş, Batı'nın bu tutarlılığı her zaman gözettiğini söylemek de mümkün değil.) İşte bu iki parametre arasında, gönülden istemese bile, Batı'nın Ak Parti'nin kapatılmasına karşı çıkması gerekiyor.

Kaldı ki Ak Parti de, hem Batı ile ilişkilerde "kökten redçi" bir tutum sergilemiyor, hem de Batı'nın kutsallarından diğer biri olan "Laiklik"te "Redçi" çizgide yer almıyor. Ak Parti'nin laiklik konusunda yaptığı, azınlık ve çoğunluğun inanç özgürlüğünü daha çok önemseyen bir yorum talebinden ibaret ki, bu da Batı'nın "İslam ülkeleri gerçekliği" ile ilgili değerlendirmelerine aykırı düşmüyor.

Batı bunu, "Radikal İslam"la kıyasladığında "Ilımlı İslam" olarak görüyor ve daha tercih edilebilir buluyor. Batı'nın bu tavrı, Türkiye'nin içinde, "köktenci laikler" tarafından tepki ile karşılanıyor. Onlar İslam ülkelerine yönelik "Gerçekçiliği" ve "Demokraside tutarlılığı" kolayca dışlayabildikleri için, yani kolayca "Jakoben" olabildikleri ve kolayca "anti demokratik açılım"a yönelebildikleri için, Batı dünyasını da kendi çizgilerine çekmeye çalışıyorlar. Söylemleri şöyle çerçevelenebilir:

"-Biz halkı adam etmek için gerekirse dövmeyi göze alarak yola çıktık. Döve döve de epeyce bir mesafe aldık. Her nasılsa demokrasiye geçildi ve halk oyuna başvurulmaya başlandı. Ama bu halk henüz bilinçsiz kolayca kandırılabiliyor ve yanlış yollara sürüklenebiliyor. Onun için ara sıra kulağının çekilmesi ve terbiye edilmesi lazım. -Bizim ülkemiz bir batılı ülke değil.

-Halkın dini Hristiyanlık gibi reforme edilmiş bir din değil.

-Bizim laikliğimiz henüz oturmuş bir laiklik değil.

-Bu durumda bizim demokrasimiz de bize göre olacak.

-Bizim laikliğimiz, sadece inanç özgürlüğü sağlamayı hedeflemeyecek, aynı zamanda İslam dininin toplum hayatını düzenlemeye yönelik ilkelerini ve onların toplum tarafından talep edilmesini sürekli göz altında tutacak.

-Bizi kendi gerçekliğimiz içinde kabul edin." Bu, tabii ki tersinden bir gerçekçilik talebi. Bu talep, Batı dünyası tarafından kabul edilirse, "Şarka göre bir demokrasi" uygulaması meşrulaşmış olacak ve ara sıra yapılan askeri müdahaleler, hukukta inanç özgürlüğünü kısıtlayan uygulamalara göz yumulacak. "Kökten laikçilerimiz" ulusal duyarlılığı falan kolaylıkla unutup, böyle bir Batı'yı kutsarlardı. Batı onları alkışlıyor olurdu. Ama Batı, bazı şeylere takılıyor:

Mesela, laikliğin, aslında bazı diktatoryal ve çıkarcı hevesleri sürdürebilmek için araç olarak kullanıldığını düşünüyor. (Jost Lagendijk, 25 haziran 2008 tarihli CNN Türk'teki Artı Bir programında Mithat Bereket'e tam da bunu söyledi.) Ayrıca Batı, halkı dışlayan bir yapıda demokrasinin de, hukukun üstünlüğü ilkesinin de devre dışı bırakılmış olacağını ve böyle bir ülkenin sancısız yönetilemeyeceğini düşünüyor. Ayrıca Batı, gayrı müslim azınlıklara inanç özgürlüğü aramakta ısrarlı iken, ülkenin çoğunluk nüfusunun inanç özgürlüğü problemi yaşıyor olmasını da, sürdürülebilir bir yönetim tarzı olarak görmüyor.

Bir ülkenin Dışişleri Bakanı'nın "Çoğunluk nüfus da inanç özgürlüğü problemi yaşıyor" dediği bir ülkede, çoğunluğun inanç özgürlüğü talebini yok farz etmenin, istikrarlı bir yönetime imkan vermeyeceğini görüyor. Bir de Batı, insan hakları mücadelesinin küresel nitelik kazandığı bir çağda, İslam adına inanç özgürlüğü mücadelesinin bizzat Batı ülkelerinde gündeme geldiği bir zamanda, AB üyeliği yolunda ilerleyen bir ülkedeki sancıya bigane kalmanın imkansızlığını görüyor.

Ve temel mesele: Halk çok partili hayata geçildiğinden bu yana, Demokrat Parti çizgisindeki partileri iktidar yapıyor. Oysa ilk biçilen ve kanlı sonuçlara yönelen darbe, Demokrat Parti'ye karşı yapılmış. 1950'den bu yana, halk, "kökten laikçi" hiçbir partiyi iktidar yapmamış. Ne olacak bu durumda?

Bu ülkede bir daha seçim olmayacak mı?

Kaç yıl sonra halkın karakteri değişecek de, "Daha, daha, daha az İslam'lı" bir partiyi iktidar yapacak?

Batı diyor ki: Böyle, halkı döve döve bir yere varılamaz. Gerçekçi olun. Biz böyle bir batıcı çizginin ardında duramayız. Batı diyor ama, köktenci laiklerimiz bakalım gözleri olup görürler, kulakları olup duyarlar mı?

bugün

Bu yazı toplam 1438 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar