Ahmet Taşgetiren
Kaygı duymak gerekir mi?
Evet günün sorusu bu: Kaygı duymak gerekir mi?
Neden?
Biden’ın ABD adına 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlamasından?
Genelde o konu bir tedirginlik alanıdır. 24 Nisan yaklaştıkça bizde tansiyon yükselir. Bugüne kadar birçok ülke 1915 olayları için “soykırım” dedi. Bunlardan da rahatsız olduk ama, Amerika’nın demesi farklı göründü. Ermeni diasporası da özellikle Amerika üzerinde çalıştı, muhtemelen ABD’de böyle bir karar çıkarsa, onun peşinden tazminat davaları açmayı falan planladılar.
Türkiye de, ABD Başkanlarının böyle bir sözü telaffuz etmemesi için epeyce uğraştı, “soykırım” yerine “büyük felaket” dedirtmek bile Türkiye için başarı olarak görüldü.
İşte 2021 yılının 24 Nisan’ındayız ve yeniden “soykırım gerilimi” içine girdik.
Amerika ile ilişkiler gergin. Türkiye’yi rahatsız eden, Amerika’nın da kendine göre önemsediği - Türkiye’yi zorladığı birçok sorun var.
Trump’la ilişkiler de sorunluydu, ama Erdoğan - Trump ilişkisi gene de Ankara’da kısmen tatmin sağlıyordu.
Yeni ABD Başkanı ile iletişim nasıl olacaktı? Mesafe gözleniyordu. Biden göreve geleli üç ay oldu, aramadı, Ankara’nın canı sıkıldı. Aradı, tam 24 Nisan’ın arefesinde. O da “soykırımı tanıyacak mı? Muhtemelen tanıyacak” haberleri arasına sıkışan bir görüşmeydi.
Türkiye’de herkes “Biden o kötü sözü söyleyecek mi? Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştükten sonra yine de söyler mi?” sorusu ile meşgulken Amerika’dan dün akşam saatlerinde Bidenın “soykırım dediği” haberi geldi.
Acaba duygular ne? Ankara’da duygular ne? Mesela kaygı mı? Yoksa “ne olursa olsun, vız gelir tırıs gider” mi?
İktidara yakın medyaya yansıyan şöyle bir görüş var:
-Amerika’nın dünyadaki ağırlığı azaldı. Artık belirleyici rolü yok. Güç merkezi Avrasya’ya kayıyor. Amerika’yı çok da önemsemek gerekmiyor. Türkiye önemli bir bölgesel güç. Amerika Türkiye’yi kaybetmeyi nasıl göze alacak, o düşünsün.
Bu yaklaşım, normalde Amerika’dan gelecek S-400 merkezli ve yaptırım nitelikli her türlü girişimi kategorik olarak önemsizleştirmeyi gerektirir. CAATSA yaptırımlarını da, F-35 programından çıkarılışı da, Halk Bank’a yönelik süreci de…
O zaman mesela ABD’nin PYD-YPG konusundaki tavrına karşı daha etkin girişimler yapılmalı, Gülen dosyasında başka türlü hareket etmeli, “sözde müttefik” söylemini elinin tersi ile itmeli, daha doğrusu “yaptırım” niteliği taşıyan ve tabii “müttefiklik”le bağdaşmayan tüm girişimlere karşı etkin tavırlar konmalı.
Şu an söylem planında zaman zaman sertlikler sergilesek de, eylem planında o pervasızlığı ortaya koyuyor değiliz.
Güncel olarak “Soykırım” konusunun kaygı alanında değerlendirilmesi de bunun uzantısı.
Amerika ve genelde Batı ile ilişkilere rezerv koyduğumuz, yönümüzü Avrasya cenahına çevirdiğimiz -Perinçek’in coşkulu yüklemesinden farklı olarak- görüntüsü yok.
Açıkçası Biden’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aramasına verilen önem de bunun göstergesi. Rusya ya da Çin devlet Başkanı Erdoğan’ı aramazsa problem ediniyor muyuz?
Ayrıca şu sıralar uzunca bir aradan sonra Mısır’la, İsrail’le ilişkileri geliştirme çabaları var. AB’ye ılımlı mesajlar veriyoruz. “Dostları çoğaltma, düşmanları azaltma” söylemi yeniden dolaşıma giriyor.
Çin ile ilişkiler iyi olsun, Rusya ile iyi olsun, dış ilişkiler çok boyutlu olsun, Türkiye bölgesinde etkin bir güç olsun vs de, stratejik anlamda Batı ile ilişkiler de bu çerçevede bir yere yerleşecek.
Batı iyi rol oynamıyor. İyi partner değil. Hatta zaman zaman ülkemizin güvenliğini tehdit dahil çok kötü işler içine giriyor. Türkiye’yi “Yaptırım hedefi” haline getiriyor.
Batı ile ilişkilerde bütün bunların çözülmesi lazım. Yani “şamar oğlanı” niteliğine büründürülmek hiçbir ülke için kabul edilmez, Türkiye gibi bir ülke için akla bile getirilmez.
Bence bunların çözülmesi de, söylem planındaki keskin atışmalarla olmaz. O yaklaşım, diplomatik zemini ortadan kaldırır, restleşmeleri, meydan okumaları, halklarda duygusal gerilimleri doğurur. Yeniden diplomasiye döndüğünüzde de “geri adım” algısına yol açar.
Şimdi şu -soykırım- hadisesi başta, tüm gerilim alanlarında ABD’ye rest çekiyorsak, çekebiliyorsak, sonuçlarıyla mücadele etmeyi göze alabiliyorsak, kaygılanmaya gerek yok, demek lazım.
Ama güç değerlendirmesi başka parametreleri önümüze koyuyorsa, kendi gücümüzü, aklı olanın anlayacağı boyutta ortaya koyan bir tavrı benimsemeliyiz. Sonuçta, biz rasyonaliteyi ortaya koyarsak, aklını peynir ekmekle yemeyenler bunun girdisini - çıktısını görmek zorunda kalacaklardır.
Türkiye önemli bir ülke, hiç şüphesiz, onun önemini rasyonel tarzda dünyaya sunmak da, ülkeyi yönetenlerin, onu dünyaya pazarlayan diplomasinin işi. Anın mesajı şu bana göre: Hamaseti bırak, diplomasiyi kuşan.