Selâhaddin Çakırgil
Kültür âlemimizden bol yansımalı bir günün sonunda..
Almanya- Essen’den gelen bir dostumuz (İskender Tanrıverdi), 13 Mayıs günü telefon edip, Cağaloğlu’nda, İstanbul Valiliği’nin karşısında, Beyan Yayınları’nda olacağını bildirdi.
Kararlaştırılan saatte vardım.
Ooo, bir de ne göreyim.. Beyan Yayınları’nın sahibi Ali Kemal ve o mekânın hizmet verenlerinden yazar Bayram Karaçorlu’dan ayrı olarak, Prof. İhsan Süreyya Sırmahocamız da orada..
İhsan Süreyya hocamızla, -onun kendine özgü güzel farsçasıyla- birkaç hal-hatır cümlesi tekellüm ettik.. Hoca, bir taraftan Malatya’daki bir konferanstan yeni dönmenin yorgunluğunu atmaya çalışıyor, bir taraftan da oradaki bir konferansta,‘mezarlardan, türbelerden, bir şeyler beklemenin İslam açısından kabul edilemezliği’ni anlattığı zaman, seçimlere ‘bağımsız aday’ olarak hazırlanan bir kişinin kendisini susturmaya kalkışıp, ‘Ben burada böyle sözlerin söylenmesine müsaade edemem..’ diye hışımlanışını ve kendisinin de, ‘Cumhurbaşkanı gelse, ben bunları yine söylerim..’ diye karşı çıkışını tadlı tadlı anlatıyordu.
Orada, birisi daha vardı, ama, onu tanımıyordum. O, biraz dikkatlice baktıktan sonra,‘Ben sizi tanıyorum, 35 yıl öncelerden; ama, o zaman çok gençtiniz..’ dedi.. Böylece, kendi yaşlanmışlığından da haber veriyordu, haliyle.. Evet, saçını -sakalını beyaza boyatmak modasını takib edenlerden olmak bahtına erişmiş birisi, ama, kimdi?
Aaa, eski dostlardan.. Suriye ile Türkiye arasında her iki tarafa da aid sayılabilecek dostlardan birisi, -hatırladım-, Dr. Geylanî Şeyhanî..
Şimdi doktorluktan çok, fikir hayatıyla ve kitab dünyasıyla meşgul oluyormuş..
Ali Kemal, ‘Bizim arab dünyasından haberimiz bile olmayan konulardaki ilginç kitabları bulur ve her gelişinde valizler dolusu getirir, tercüme eder-ettirir. Biz de istifadeyle, Türkiye kültür hayatına sunmaya çalışırız..’ dedi. ‘Şeyhanî’nin çabaları, bir şeylerin tersine döndürülmeye başlandığının da bir işareti miydi?’diye düşündüm. Çünkü, Irak-Necef ve İran-Qum şehrindeki medreselerde ve şiî ulemâsının evlerindeki hemen bütün duvarları kaplayacak kadar zengin kütübhane raflarında, sünnî ulemâ tarafından yazılmış yüzlerce-binlerce kitablar da bulunuyordu ve bunların çoğu da osmanlıca denilen türkçe ile yazılmıştı.. (Sahi, sünnî ulemânın kitablıklarında da şii ulemâ’nın kitablarından var mıdır ve kültürel alış-veriş olmadan, müslümanlar, kulaktan dolma bilgilerle ve bugün artık geçerliliği olmayan iddiaların tekrarıyla ümmet birliği idealini nasıl sağlayabilir?)
Onlara, ‘Bu kitabları nereden elde ettikleri’ sorulduğunda, diyorlardı ki: ‘Türkiye’de, alfabe değiştirilip, latin harfleri zorla kabul ettirildiğinde, öyle bir baskı kurulmuş ki, babalarımız veya dedelerimiz İstanbul’a giderler ve oradaki müslümanlar da , evlerindeki kitabları ‘parasız olarak alıp götürün, biz paketleyelim, nakliye ücretini de biz öderiz, yoksa ya denize dökeceğiz, ya çöpe ya da ateşe…’ diye, on yıl öncelerde aynı ülkenin vatandaşı oldukları halde şimdi artık yeni yabancıdurumuna düşürülen eski vatandaşlarına verirlermiş.. Ve yüzlerce talebe İstanbul yollarına revan olurlar, o kitabları alır-gelirlermiş..’
*
Bu anlatılanlar yeni nesil için bir masal gibi gelip, kavramakta zorlanabilirler. Hattâ,M. K.’in faşist diktatörlüğünün nasıl kurulduğuna dair hâtırât yazılarını ve diğer belgeleri kuşkuyla bile karşılayabilirler. Çünkü, anlatılanlar inanılacak gibi değildir. Ama, o günleri yaşayanlar, halkın korkutulması, terörize edilmesi ve sindirilmesi için, ‘M.K. inkilabları’na biraz yan bakanların, hem de gazete binaları önünde kurulan dârağaçlarında 10-15 kişi halinde sallandırıldıklarından haber verirler.
*
Evet, 45 yıl öncelerde, müslüman coğrafyalarından, özellikle de arab dünyasından bazı fikir eserleri yeni yeni tercüme edilmeye başlanmıştı. Hatırlıyorum, rahmetliYaşar Tunagür’ün merhûm Seyyid Qutb/ (Kutub)’dan tercüme ettiği ‘İslam’da Sosyal Adâlet’ isimli kitab, o sahadaki ilklerdendi ve karşımızda 27 Mayıs 60 İhtilalisonrasının havasında, -kendilerini kanûnî ve sosyal baskılardan korkarak açıkça ifade edemeseler de- giderek güçlenen marksist-komünist cenahtakilerin ideolojik saldırılarına karşı, bize İslam’ın nasıl bir sosyal düzeni hedeflediğinin önemli ölçülerini veriyordu. Halbuki, bizler o zamana kadar, günün sosyal mes’elelerini halletmeye yönelik pratik İslamî bilgilerden mahrum bırakılmıştık ve çaresizdik..
Pakistan’dan Ebu-l’Alâ Mevdudî’nin kitabları da devreye girdiğinde fikir hayatımızın daha bir güçlenmediğini kim iddia edebilir.
Evet, artık, en azından, müsmlüman coğrafyalarının başka yerlerinden de bu taraflara esintiler gelmeye başlamıştı.
Biz bu konuları konuşurken..
Bir de Hollanda- Zandaam’dan şair ve fikir adamı dostumuz, bir düzine eserin sahibiHuseyn Kerim Ece çıkagelmez mi.. Arkasından da, ÇağrıYayınları’nın sahibiŞaban Kurt çıkageldi. Bir rahatsızlık geçirmişti, epeyce şifâ bulmuş ve kendisini hemen yine bu âleme atmıştı
Huseyn Kerim Ece’den, Zandaam’daki dostların haberlerini dinledik.. Ece’nin vakti sınırlıydı. Erzurum’a, oradan da baba ocağı Gümüşhane’ye.. Yanında bir yığın kitab, dergi.. Çünkü, İst.-Sirkeci Gar binası içinde, kültürel faaliyetler için bir bölüm sergi alanı haline de getirilmiş; orayı gezip görmüş ve yorulmuştu.
*
Evet, bugünlerde TÜRDEB (Türkiye Dergiler Birliği) isimli bir kuruluş tarafından tertib olunan ‘Uluslararası Dergi Fuarı’ vardı. Henüz gitmemiştim.. Huseyn Kerim Ece’yi yolladıktan sonra.. Hemen o sergiye gittim. Ve doğrusu, beklemediğim bir tabloyla karşılaştım desem, yanlış olmaz.. Murad Ayar ve Asım Gültekin gibi kardeşlerin gayretleriyle, belki birbirleriyle sağlıklı bir irtibatı olmayan ve yüzlerle ifade edilebilecek dergi yayıncıları bir araya getirilmiş.. Daha da ilginç olanı, bunların hemen tamamının da ortak özelliğinin, yayınlarında, temelde İslamî kaygu ve hassasiyetleri gözeten ve -sergiyi tertib edenlerin deyimiyle-, ‘secde’de birleşen kimseler olmaları..
Başka eğilimlerden, ideolojilerden kimseye yer verilmemişti. Solcu, laik, türkçü, kürdçü, vs.. eğilimlerin yayınlarına yer verilmemişti..
Bu serginin Uluslararası olmasına gelince.. Arab ülkelerinden, Yunanistan- Gümülcine’den, Bulgaristan’dan, Makedonya-Üsküb’den, Bosna’dan, Endonezya- Ache’den ve İran’dan da bazı dergiler katılmıştı bu fuara.. Hele sergiye, Sofya’da yayınlamakta oldukları ‘Müslümanlar’ isimli, yarısı türkçe, yarısı bulgarca dergisiyle katılan Şumnu’lu edebiyat hocası İsmail Çavuşev’le yaptığımız sohbet, son derece zevkli idi.. Endonezya’dan katılan kardeşlerin malaya dilinde basılmış dergilerinin yanında bir de bir kitab dikkatimi çekti.. Çünkü, Sultan Selim-i Evvel tarafından Ache Hükümdarı’na yazılmış olan bir mektubun aslının fotokopisi ve latin harfleriyle türkçesi ve malaya dilinde tercümesi vardı. İnşaallah ileride ayrıca değinirim. Endonezya’dan katılan kardeşlerle irtibatımızda, 29 Mayıs Üni’de ‘ilâhiyat’ tahsil etmekte olan Rahmet isimli ve türkçeyi çok güzel öğrenmiş olan bir kardeşimiz yardımcı oldu bize.. Kendilerine ‘trimakassi’ (çok teşekkürler) diyoruz, gülüşüyorlar..
Bu arada, yine herkesin kendi uslûbuna ve meşrebine göre olsa da, İslamî muhtevayla yayınlamak dikkat içinde yayına hazırladıkları dergiler arasında ‘Kelhameed’ isimli bir dergiyi görünce.. Ayrıca memnun olduğumu belirtmeliyim. Bu derginin kürdçe ismi, ‘Diyarbekir Surları’ mânâsına geliyormuş..
Keza, sergide, Cafcaf ve Hacamat gibi, -mizahî alanda zor olsa da- genelde İslamî hassasiyete riayet gayreti içindeki olan mizah dergilerinden de örnekler vardı.. Bunların herbirisi bir ihtiyaca cevab vermek ve topqlumumuzdaki bir noksanlığı giderme, bir gediği kapatma çabasını yansıtıyordu..
Sergiyi gezen niceleri gibi ‘fakir’ de, yayın hayatında olan ve bazılarının adını bile duymadığı bu yüzlerce dergiyi temaşa ederken, ‘Yahu, fikrî hayatımızı yansıtan bu kadar zengin ve bu kadar güzel yayınlar var mıymış..’ demekten kendisini alamıyordu. Daha da güzel ve ümid verici olanı, sayıları yüzleri bulan bu dergilerin çoğunu gencecik insanlarımızın yayına hazırlaması.. Hele, hanımlar için yayınlanan çok güzel hanım dergileri.. Bunları da gencecik kızlarımız büyük bir hevesle yayına hazırlamışlar, ellerine sağlık.. -Ki, sosyete çevrelerine hitab etmeye çalışan acaib bir İslam anlayışı vermeye çalışan, ticarî dergilere sergide yer verilmemişti..- Sergi, akşam 21.00’e kadar açık ve 17 Mayıs’a kadar sürecek..
İstanbul ve çevresinde bulunanlara, bu sergiyi kaçırmamalarını, burayı görünce, yarınlar için daha da ümidvar olacaklarını düşünerek, oldukça merkezî bir yerde olan bu sergideki genç kardeşlerimizi tevşik etmelerini ve günlük siyasî tartışmaların ve birbirlerine soğuk bakan grupların bile orada ellerini nasıl da kavuşturduklarını görmelerini tavsiye ederim.. (Ama, hemen belirteyim, paralel yapı denilen grubun yayınlarına da yer verilmemişti sergide..)*
*
dirilişpostası