Abdurrahman Dilipak
Kün kul!
“Kul” ol!
Bu dünyaya iyi bir mühendis, doktor, politikacı, aile babası olalım diye gönderilmedik. Mücerret anlamda “iyi” bir insan da değil dünyaya gönderilme sebebimiz. Her şeyden önce iyi bir “kul” olmakla görevlendirildik.
Kuşkusuz iyi bir doktor, mühendis, işçi, patron da olacağız. Ama önce iyi bir kul olmak asıl hedef. Ve tabi sadece Allah’a kul olmak, kula kul olmamak. Kula kulluk dayatmalarına karşı “La” diyebilmek, asıl önemli olan bu.
“Elestü bezmi” diye bir gün vardı. Hani sorulmuştu bize “Ben sizin Rabbiniz miyim” diye de, Allah tarafından, biz de “Bela” yani “evet” demiştik, o “Galu bela” zamanında.
Biz hep “Mead”dan yani o “dünya hayatının sonu”ndan söz ediyoruz da, bir de “Mebde”, yani “başlangıç günü” vardı. O büyük “ahid” günü!
İnsanın kendini bilmesi, kulluğunun farkına varmasıdır. “Nefsini bilen Rabbini bilir” derken, aslında anlatılmak istenen budur.
Kul olmak, yaratanın yaratılana vahyettiği yaşama bicimize sadakati ifade eder.
İnsan her hâlükârda “kul”dur. Ya Allah’a, ya da nefsine, şeytana, başkasına kul olacaktır.
Kul olmak, “fıtrat”a, yaşama gayesine uygun yaşama anlamına gelir.
Kul’un aklı ile vicdanı barışıktır. İnsanın aklı vicdanı ile barışırsa, insan insanla barışır. İnsan insanla barışırsa, insan kendi neslini sürdürebilmek için tabiatla, hava ile, su ile, toprakla barışması gerekir. Bitkiyle, hayvanlarla barışmamız gerekir. Bu 3 barış bizi Allah’la barıştıracaktır. Değilse insan Allah’la savaştadır. İslam “barışa giden yol” anlamına geldiği gibi, Allah’ın bir diğer adı da “Barış” anlamına gelen “Selam”dır.
Halka hizmet, yaratılmış her nesneye hizmet Hakk’a hizmetin vesilesidir.
Kul olmak için, karşılığını yalnız Allah’tan bekliyor olarak, insanların mal, can, namus, akıl - inanç ve nesil emniyetini sağlamak, yeryüzünü imar etmek, ekinleri ve hayvanları himaye etmek zorundayız. Yani Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmamız gerekiyor. Bu anlamda Hakk’ın ve halkın, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmamız gerekiyor.
Hakkı ile kul, insanlık için en yüce şereflerden biridir. Allah’a kul olan kula kulluk etmeyecektir. Nefsine kul olmayacaktır. Hakk’ın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacaktır. Kendi nefsini Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olarak görecektir. Yaratılış gayesi de bu değil mi?
Gerçek anlamda kul olan “kul hakkı”na tecavüz etmez. Kul hakkının ihlalinden kaynaklanan suçların bağışlanması ancak o “kul”un bağışlaması ile mümkündür.
Ramazanda çok israf yaptık. Seçim sürecinde de kul hakkına giriyoruz bol bol. “Bir topluluğa olan öfkemiz, hatta düşmanlığımızın bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesi gerekir”. Yandaşlarımızın kamuya yansıyan suçlarını örterken, başkalarını ahvali şahsiyesini kurcalayanlar yandılar. Bizimkiler de zaman zaman ötekilerle bu konuda adeta yarışmaya kalkıyorlar. Onlara benzememeliyiz. Onlarla tartışılırken fark farkedilemez hale gelmemeli. “Güzel örnek” olmalıyız, ötekilere “güzel söz ve hikmetle hakikati anlatmalıyız!” Kazanmak esas olmalı, mahkûm etmek değil! Sözün özü “Taif’e giden peygamber gibi” olmalıyız, ayağımıza taş atsalar, yolumuza diken dökseler, arkamızdan küfretseler de. Elbette bir yüzümüze vurana öbür yüzümüzü dönmeyeceğiz. Biliyorum, “bazılarına anlatsanız da anlamasanız da bir”, “onların gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar.” “Kalpleri mühürlenenler” de var bunların arasında.
Kâfirler, zalimler, cahiller, ahmaklar, hainler, müfsitler, münafıklardan uzak durmak gerekir. Seviyesiz ve seciyesiz insanlardan tartışmaktan da uzak durmak gerekir.
Sakın “biz olmasaydık olmazdı”, ya da “biz olmasaydık şöyle olurdu” gibi laflar etmeyin. O sözler şeytandandır. Allah’ın takdirinde (haşa) geriye dönük ihtimal hesabı yapılmaz. “Sizin için ölürüm” diyenlere, ya da her söylediğimize inanacaklarını söyleyenlere inanmayın, itibar etmeyin, o insanlara güvenmeyin. “Siz onlara bir şey söylediğinizde, o şey üzerinden düşünmeden o söze inanan insanlar yok mu, onlar sizi ilah ve Rab ediniyorlar” ki, bu büyük bir sapkınlıktır. FETÖ böyle bir sapkınlığın zebunu idi. “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin” mealindeki ayet nazil olduğunda bunun açıklamasını isteyen Hatem ibni Adiy’e Hz. Peygamberin cevabını hatırlayın.
Ezel ve ebed laflarından uzak durun. O yalnız Allah’a aittir. Her şey ölümlüdür, Allah’tan başka. Ve tek bir dünya gerçeği vardır, o da imtihan gerçeği! Seçim de, geçim de, savaş da, barış da her şey imtihan gereğidir.
Kul olduğumuzun farkına varalım. Kul olalım kul. Hepimiz haddimizi bilelim.
“Sizin için ölebileceğini” söyleyenlerin sizden beklentileri ya da size yükledikleri misyon o kadar yüksektir ki, hiçbir gerçek, hayalin kışkırttığı beklentileri karşılayamaz.
Keşke birileri kürsüye çıkartmasanız, onları vitrine koymasanız, onlar ne kadar da istekli öne çıkma konusunda. Oysa onlar ne kadar çok görünür, sesi duyulur ve adından söz edilirse bu AK Parti için bir şans değil, aksi olur. Size teveccüh edenler hakkında, sizin içinizden birileri insanları itidale çağırmak hakkı ve hayrı tavsiye etmek yerine, onların hakkında konuştukları şüyu bulmaya başlarsa, yakaladığınız rüzgâr tersine de dönebilir. İçinizdeki “ağaç kurtlarına” dikkat!
Kulluk sınırlarını zorlamayalım. Kuluz biz kul! (Elhamdülillah). Kulluğunu unutup kibirlenenler yok mu, vay onların haline. Bizi gören, duyan, bilen hüküm sahibi, herkese yapıp yapmadıklarının hesabını soracak bir Allah var.
Dua edelim ki, Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırsın, mazlumlara yardım etsin. Bizi rızasının tecellisinin vesilesi kılsın. Bize hakkı hak, batılı batıl göstersin, hakta toplanmamızı nasib etsin. Bizi nimet verdiklerinin yoluna iletsin, gazaba uğrayanların değil. (Amin) Selam ve dua ile.