Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Kurtarıcılardan kurtulmak!

Ortalık, kurtarıcı lider, ideoloji, kurtarıcı bekleyen kalabalıklarla dolu. Bu kadar kurtarıcısı çok olan ülkelerin kurtuluşu kolay olmaz. Önce bu kurtarıcılardan kurtulmak gerek. Bir de herkes memleketi bir diğerinden kurtarmak istiyor. Kimse bir özeleştiriye yanaşmıyor. Yokuş aşağı gider gibi gidiyoruz. Dün Suriye’yi konuşuyorduk, bugün Afganistan’ı. Yarın Somali’yi konuşuruz.

“Şu halâskâr zâbitân” belasından bir türlü yakamızı kurtaramadık. Bu kadar çok kurtarıcısı olan bir ülkede belki de en acil iş kurtarıcılardan kurtulmak olmalı. Herkes bir kurtarıcı bekliyor, Mehdi, Mesih, Önder, komutan, bir mucize!.. Babanız peygamber olsa gelse, sizi kurtaramaz. Kurtarıcı yok. Onlar sizi kurtuluşa çağırırlar. Siz o çağrıya uyarsanız, Hz. İbrahim gibi tek başınıza da olsanız kurtuluş sizi bulur. Mucize gerçekleşir. Hızır yoldaşınız olmuşsa, uzaklar yakın olur. Hz. Yunus sizi bırakıp gitse de, O’nun davetine uyanlardan olursanız melekler yoldaşınız olur. Denizler önünüzde eğilir, siz tekrar O’nun ipini bıraktığınızda ise, başınızda peygamberleriniz de olsa, 10 günlük yolu 40 yılda Tihan edersiniz. Birileri devleti, birileri milleti kurtarma sevdasında. Kimden neyi, kimi kurtarıyorsunuz. Unutmayın birbirinize karşı kazanacak bir zaferiniz yok, birlikte kazanacak tek zaferiniz var.

Yöneticiler ülkelerini ve halklarını kurtarma iddiasından vazgeçsinler, onlar kendilerini kurtarmaya baksınlar. Görevlerini doğru yaparlarsa sonunda kurtuluşa erenlerden olacaklar, değilse helak olacaklar. Her zaman her yerde herkesin kaderi, rızgı ve eceli kendini bulacak. Yoksa yöneticilerinizin bunlar üzerinde bir tasarrufu olduğunu mu sandınız. Onlar kendilerine baksınlar bakalım, Allah onları neyle meşgul ediyor ve neye vesile kılıyor. Allah’ın onlar hakkında hükmü, bu vesilelerin içinde gizlidir. Allah onların yaptıklarını, akıllarından ve kalplerinden geçenleri, kimlerle, neyi, nasıl ve niçin yaptıklarını, kapalı kapılar arkasında fısıldaşarak konuştuklarını görmekte, duymakta, bilmektedir. Ve O, hüküm sahibidir.

Genel olarak siyasilerin “oy”a ihtiyaçları var. Herkesin onların nazarında değeri oyu kadardır. Onun için herkese onların duymak istedikleri sözleri söylerler, herkesin ağzına bir parmak bal çalarlar, kaz gelecek yerden tavuk esirgemezler. Muhteris’le Muhtekir güle oynaya cehenneme doğru koşar giderler. Aslında oy veren ve oy alan eğer “ilahi rıza” dışında bir gaye için doğrudan ve dolaylı olarak anlaşırlarsa o işin ortağı olurlar. Siyaset vekalet müessesesidir. Kamu malı yetim malı hükmündedir. Oy kullanan “raina” demeyecek, “unzurna” diyecek. Onlar çoban, siz sürü değilsiniz! Siyaset yapanın görevi, insanların malını, canını, namusunu, aklını ve inancını, neslini korumakla mükelleftir. Bu şekilde adaleti, barışı ve hürriyeti sağlayacaktır. İnsanların üzerinde hüküm kurma ve onları terbiye iddiasında değilsiniz. Onlara hukuk dışı bir şey dayatamazsınız. Yetkinizi size veren verdiği yetkinin kayıtsız şartsız kuralları, din, ahlak ve yazılı olmayan hukuk ve gelenekte gizli kuralların yanında verdiğiniz yetkileri ifade eden, devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyetine aykırı olmayan yazılı kuralların dışında hüküm kuramazsınız ve insanları kendi arzunuza göre terbiye edemezsiniz.

Ne söylemek istediğimi bilen biliyor. Bilmeyenin orada ne işi var. MİT, emniyet istihbarat, DDK sokakta herkesin konuştuklarından yöneticiler haberdar değilse orada ne işleri var!? Bildiği halde bilmiyor gibi davranıyorsa o da ayrı ve çok büyük bir vebal değil mi! Haksızlıklar karşısında susmak kabul edilemez. Bu adil şahidlik görevinin ihlali olur. Hayat boşluk kabul etmez. Yoksa her gelen gün geçen günleri aratır. Yara derinleşir, genişler, gelişimi daha da hızlanır.

Siyasiler değil sadece, biz hepimiz önce kendimizi kurtaralım. Kendini kurtaramayanların başkalarını kurtarma iddiası pek inandırıcı olmayacaktır. Biz kendimizi kurtarmak için eğer yapabiliyorsak, kardeşlerimiz, akrabamız komşularımıza yardım edelim ki, Allah da bize yardım etsin. Bütün bunlar bizim kurtuluşumuzu kurtaracak şeylerdir. Bakarsınız Allah (cc) bizi başkalarının kurtuluşu için rızasının tecellisinin vesilesi kılar. Öbür türlü yollar bizi helake götürür, hemen başkaları için bir şey yapıyormuş gibi gözüküp de başkalarına haksızlık yapanlar yok mu! Onlar için bu dünyada da ahrette de acıklı bir gelecek vardır.

Siyasetin, siyasetçinin hali ortada. Onlar da insan. Onlar da hata yaparlar. Onlardan da güzel insanlar vardır, onlardan da aşağılık tipler çıkar. Onlardan da diktatörler, İlahlık ve Rablik taslayanlar olur.

Eflatun, “Devlet”inde, insanın kendi nefsi ve ailesi ile başetmesinin bile zorluğu ortada iken, bütün bir toplumuna kişinin kendi rızası ile talep olmasını anlayamadığını söyler. Bu işe talip olanları ya bu işi bilmediklerinden cahil cesareti ile bu işe talip olduklarını, ya da ahlaki bir zaaf içinde oldukları için, kamu malına göz diken muhterisler olduğunu söyler. Siyaset yapacak kişinin, belli bir yaşa gelmiş, tecrübe sahibi kişilerin, belli bir süre için, maaş almadan sadece giderlerini karşılamak üzere ve geçici bir süre için bu göreve gelebileceğini ancak, bu durumda bile ayandan, hali, sözü ve işi ile toplumda güven uyandıran kişilerin, görevi süresince bu kişiye yardım etme sözü vermeleri şartı ile bu görevin kabul edilebileceğini söyler. Tasavvuf ehli, “kul hakkı” korkusu ile kamu malından, siyasetçi ve bürokrat olarak uzak durmalarını öğütler. Eğer bu görevi yapmak durumunda kalırlarsa, kesinlikle istişare ve şûra ile ehliyet ve liyakatı gözeterek, kamu yararını gözetme şartı ile davranmalarını ikaz ederler. Şimdi bakıyorum, herkes devlet memuru olmak istiyor. Ve sonuç ortada.

Bakın, bu iş böyle gitmeyecek. Bir yerde patlar. Ne kadar geç patlarsa tahribat o kadar güçlü olur. Ya da şimdiden tedbir alınır. O da gerçeklerin üstünü örterek olmaz. Adaletle olur. Bu iş bir patladı mı, aile içinde hesaplaşmalar olur. Ortaklar arasında hesaplaşma olur, Amir-memur hesaplaşması olur. Siyasette hesaplaşma olur, bürokraside hesaplaşma olur. Adalet, emniyet, yargı, siyaset, bürokrasi birbirine girer.

Globalistler işi öğrenmişler, CHP’yi gösteriyor, AK Partilileri susturup, AK Parti içine yerleştirilmiş FETÖ’nün zihniyet ikizi, her işe bulaşmış AKP’liler üzerinden yürümeye devam ediyorlar.

AK Parti birileri üzerinden mayınlı tarlaya sürülüyor. Bunun son örneği Hayvan Hakları yasası. Bakın İstanbul sözleşmesi, Lanzarote’de kim nerede duruyorsa, o süreç nasıl işletildi ise bu konuda da aynı lobi aynı şekilde hareket ediyor. Batıdan gelen işaretle hepsi tek ses, tek nefes oluyor.

Görünen o ki, söz konusu ABD, AB ise, bunlar için gerisi teferruat. “Nüfus cüzdanlarına GENDER yazılacak, yaz!” LGBT’ye söz etme cesareti gösteren var mı! İstanbul sözleşmesinin arkasına saklanıp emin adımlarla yürüyorlar. ABD Başkanı Biden öyle istiyor çünkü. AB öyle istiyor, İngilizler öyle istiyor. O zaman işte böyle oluyor. Onlar bize vekaleten iş yapıyorlar. Onlara karşı sesinizi, destek ya da muhalefetinizi sürdürmezseniz, onların yaptıkları iyi ve kötü her şeyden size de bir pay vardır.

“İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allah’ım”.

Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 478 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar