Laiklik Niçin Tartışılamayacakmış?
BİZDE ne kadar çok tabu ve tabucu var. Şu tartışılmaz, bu tartışılmaz... Niçin?
Mehmet Şevket Eygi -Milli gazete
BİZDE ne kadar çok tabu ve tabucu var. Şu tartışılmaz, bu tartışılmaz... Niçin? Bunların tartışılmayacağına dair gerekçeleri nelerdir? En son bir bildiri yayınlandı ve “Laiklik tartışılamaz...” denildi. Halbuki aklın, ilmin, sağduyunun ışığında mutlaka tartışılması, müzakere edilmesi ve çözüm bulunması gereken bir sürü soru ve problem var bu konuda. Elbette tartışılacak, müzakere edilecek ama seviyeli bir şekilde. Laiklik niçin tartışılmalıdır, müzakere edilmelidir? Maddeler haline yazayım:
(1) Bizdeki laiklik midir yoksa laikçilik midir? Yahut hiçbiri mi?
(2) Devletin resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı’na sahip olduğu, 500’den fazla resmî İmam-Hatip okulu bulunduğu, yine çok sayıda resmî İlahiyat Fakültesi’nin eğitim verdiği, ülkedeki 75 bin caminin devlete ait olduğu, 100 binden fazla müftünün, vaizin, imam ve müezzinin, din dersi hocasının devlet memuru olduğu ve devlet bütçesinden maaş aldığı bir sisteme laiklik denilebilir mi? Bu konu elbette tartışılmalıdır, müzakere edilmelidir.
(3) Bizdeki bu sistem laiklik değil, “Devlet dini” sistemidir. Din ile devlet münasebetlerinde üç sistem vardır: (a) Din devleti, (b) Laiklik, (c) Devlet dini... Avrupa’da Fransa ve Portekiz, o da yüzde yüz olmamak şartıyla gerçekten laiktir. Diğerleri değildir.
(4) Laiklik bir değer midir? İnsan hakları ve hürriyetleri ile ilgili metinlerde laiklik bir hak ve değer olarak zikredilmekte midir? Hayır, hiçbirinde yoktur. Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, bunlara benzer metinlere bakınız, hiçbirinde laiklik kelimesi ve kavramı geçmiyor. Bu konu niçin tartışılamasın?
(5) Bizdeki malum zihniyet laikliği bir tabu haline getirmiştir. Tartışılamaz... İstemezük!..
(6) Müslümanların kutsal tanıdığı kavramlar, değerler tartışılıyor da laiklik niçin tartışılamazmış?
Bu tartışmaların şartları vardır elbette...
Birincisi: Demagoji ve şarlatanlık yapılmayacak.
İkincisi: Laiklik bahane edilerek tehditler savrulmayacak, baskı yapılmayacak.
Üçüncüsü: İlmin ve mantığın sınırları dışına çıkılmayacak.
Laikliği bir tabu haline getirenler gerçek laik değildir. Laiklik istiyorlarsa din işlerini, dinî eğitimi, din mekteplerini, ilahiyat fakültelerini, camilerin idaresini, dinî hizmet personelini devletten ayırıp Müslüman cemaatine versinler.
Devlet Ezan okutup namaz kıldıracak... Devlet Cuma hutbesi okutacak... Devlet okullarda mecburî din dersi verdirecek... Devlet, dini kontrol ve baskı altında tutacak ve sonra da laiklik olacak. Bu sayınlar kimi kandırdıklarını sanıyor.
Bu zihniyete sahip olanlar, laikliğin tarif edilmesini de istemiyor.
Öyle zır cahiller var ki, işkembe-i kübradan “1923’te laiklik ilan edildi...” diyor. Zavallılar!... 1923’te Cumhuriyetin anayasasının ikinci maddesinde “Devletin dini, din-i İslâm’dır” yazılı idi, İstanbul’da Dolmabahçe’de bir Halife (Abdülmecid bin Abdüzaziz Han) oturuyordu ve her cuma “Selamlık resm-i ‘âlisi” yapılıyordu.
Evet laiklik tartışılmalıdır. Ciddî ve seviyeli bir şekilde... Efendice... Medenî bir şekilde... İlmin ve aklın ışığında... Dini tahkir etmeden... Tabuculuk, baskı, tehdit yapmadan... .
Bizde kesinlikle laiklik yoktur, laikçilik vardır. Bir din haline, bir tabu haline getirilen laikçilik... Laikçilik, laikliğin en büyük düşmanıdır.
Gerçek “İslâm Büyüğü”
İKİ tür din büyüğü vardır: İslâm dininin ölçülerine uygun gerçek din büyüğü ile taraftarlarının kendisini din büyüğü olarak gösterdikleri, gerçekte ise öyle olmayan sahteler.
Gerçek din büyüğü şöhretten kaçar. Çünkü İslâmî hikmete/bilgeliğe göre “Şöhret âfettir”.
Gerçek din büyüğü taraftarlarından ve Müslümanlardan, şu veya bu sebeplerle para toplamaz.
Gerçek din büyüğü Kur’ân-ı Kerim’i kendi hevasına, re’yine göre yorumlayarak 14 asırlık İslâmî geleneğin, icmânın, sevad-ı âzam’ın dışına çıkmaz.
Gerçek din büyüğü, tevatür derecesine varmış hadîslerde açıkça bildirilen şartlara sahip olmadığı halde el altından kendisini Mehdi olarak göstermez.
Gerçek din büyüğü tarikatını, cemaatini veya zümresini “sect” haline getirmez.
Gerçek din büyüğü, Müslümanlar arasında üstünlük ölçüsünün takva olduğunu bilir.
Gerçek din büyüğü agresif, harbî, fanatik, azgın İslâm düşmanlarını dost ve veli olarak kabul etmez ve onlarla işbirliği yapmaz.
Gerçek din büyüğü Kur’an’ın kesin/muhkem emir ve yasaklarına uyar. Peygamberin sünnetine uyar.
Dinin kesin hükümlerinden en ufak bir taviz bile vermez.
Dünyanın ve İslâm âleminin bugünkü durumunda ABD ve İsrail ile işbirliği yapmaz.
Gerçek İslâm büyüğü politika entrikalarının üzerinde kalır. Gerçek İslâm büyüğü, öncelikle insanların imanlı olması için çalışır. İnsanı ebedî saadete götürecek olan imandan daha önemli bir hizmet maddesi olduğunu düşünmez.
Gerçek İslâm büyüğü, Müslümanlardan toplanan hizmet paralarını kendi şanı, şöhreti, reklamı, propagandası için harcamaz ve harcatmaz.
Gerçek İslâm büyüğü, insanları kendisine bağlamak için değil, Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimize bağlamak için çalışır çabalar.
Gerçek İslâm büyüğü, Yaratan’ın rızası için yaptığı hizmetlerin faturasını yaratıklara kesmez. O, ücretini sadece Allah’tan ister.
Gerçek İslâm büyüğü imanla küfrü, Tevhid ile Teslis’i asla bir ve eşit tutmaz.
Gerçek İslâm büyüğü “Ölmeden önce ölmüştür”.
Gerçek İslâm büyüğünde nefs-i emmare olmaz. O, nefs derecelerinin yüksek makamlarına çıkmıştır.
Gerçek İslâm büyüğü Allah’ın ve Allah’a hakkıyla iman etmişlerin dostudur.
Gerçek İslâm büyüğü hidayete (Allah’ın ve Peygamber’in göstermiş olduğu doğru yola) kılavuzluk eder; insanları sapkınlıktan, küfürden, şeytanın tuzaklarına düşmekten alıkoyar.
Gerçek İslâm büyüğü, bulunduğu çağda, Resulullah’ın vekili, halifesi ve varisidir. Ona uyanlar Mevlâ’yı bulur. Gerçek İslâm büyüğü olmayan mâceraperestlerin peşine düşenler ise belâlarını...
BİZDE ne kadar çok tabu ve tabucu var. Şu tartışılmaz, bu tartışılmaz... Niçin? Bunların tartışılmayacağına dair gerekçeleri nelerdir? En son bir bildiri yayınlandı ve “Laiklik tartışılamaz...” denildi. Halbuki aklın, ilmin, sağduyunun ışığında mutlaka tartışılması, müzakere edilmesi ve çözüm bulunması gereken bir sürü soru ve problem var bu konuda. Elbette tartışılacak, müzakere edilecek ama seviyeli bir şekilde. Laiklik niçin tartışılmalıdır, müzakere edilmelidir? Maddeler haline yazayım:
(1) Bizdeki laiklik midir yoksa laikçilik midir? Yahut hiçbiri mi?
(2) Devletin resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı’na sahip olduğu, 500’den fazla resmî İmam-Hatip okulu bulunduğu, yine çok sayıda resmî İlahiyat Fakültesi’nin eğitim verdiği, ülkedeki 75 bin caminin devlete ait olduğu, 100 binden fazla müftünün, vaizin, imam ve müezzinin, din dersi hocasının devlet memuru olduğu ve devlet bütçesinden maaş aldığı bir sisteme laiklik denilebilir mi? Bu konu elbette tartışılmalıdır, müzakere edilmelidir.
(3) Bizdeki bu sistem laiklik değil, “Devlet dini” sistemidir. Din ile devlet münasebetlerinde üç sistem vardır: (a) Din devleti, (b) Laiklik, (c) Devlet dini... Avrupa’da Fransa ve Portekiz, o da yüzde yüz olmamak şartıyla gerçekten laiktir. Diğerleri değildir.
(4) Laiklik bir değer midir? İnsan hakları ve hürriyetleri ile ilgili metinlerde laiklik bir hak ve değer olarak zikredilmekte midir? Hayır, hiçbirinde yoktur. Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, bunlara benzer metinlere bakınız, hiçbirinde laiklik kelimesi ve kavramı geçmiyor. Bu konu niçin tartışılamasın?
(5) Bizdeki malum zihniyet laikliği bir tabu haline getirmiştir. Tartışılamaz... İstemezük!..
(6) Müslümanların kutsal tanıdığı kavramlar, değerler tartışılıyor da laiklik niçin tartışılamazmış?
Bu tartışmaların şartları vardır elbette...
Birincisi: Demagoji ve şarlatanlık yapılmayacak.
İkincisi: Laiklik bahane edilerek tehditler savrulmayacak, baskı yapılmayacak.
Üçüncüsü: İlmin ve mantığın sınırları dışına çıkılmayacak.
Laikliği bir tabu haline getirenler gerçek laik değildir. Laiklik istiyorlarsa din işlerini, dinî eğitimi, din mekteplerini, ilahiyat fakültelerini, camilerin idaresini, dinî hizmet personelini devletten ayırıp Müslüman cemaatine versinler.
Devlet Ezan okutup namaz kıldıracak... Devlet Cuma hutbesi okutacak... Devlet okullarda mecburî din dersi verdirecek... Devlet, dini kontrol ve baskı altında tutacak ve sonra da laiklik olacak. Bu sayınlar kimi kandırdıklarını sanıyor.
Bu zihniyete sahip olanlar, laikliğin tarif edilmesini de istemiyor.
Öyle zır cahiller var ki, işkembe-i kübradan “1923’te laiklik ilan edildi...” diyor. Zavallılar!... 1923’te Cumhuriyetin anayasasının ikinci maddesinde “Devletin dini, din-i İslâm’dır” yazılı idi, İstanbul’da Dolmabahçe’de bir Halife (Abdülmecid bin Abdüzaziz Han) oturuyordu ve her cuma “Selamlık resm-i ‘âlisi” yapılıyordu.
Evet laiklik tartışılmalıdır. Ciddî ve seviyeli bir şekilde... Efendice... Medenî bir şekilde... İlmin ve aklın ışığında... Dini tahkir etmeden... Tabuculuk, baskı, tehdit yapmadan... .
Bizde kesinlikle laiklik yoktur, laikçilik vardır. Bir din haline, bir tabu haline getirilen laikçilik... Laikçilik, laikliğin en büyük düşmanıdır.
Gerçek “İslâm Büyüğü”
İKİ tür din büyüğü vardır: İslâm dininin ölçülerine uygun gerçek din büyüğü ile taraftarlarının kendisini din büyüğü olarak gösterdikleri, gerçekte ise öyle olmayan sahteler.
Gerçek din büyüğü şöhretten kaçar. Çünkü İslâmî hikmete/bilgeliğe göre “Şöhret âfettir”.
Gerçek din büyüğü taraftarlarından ve Müslümanlardan, şu veya bu sebeplerle para toplamaz.
Gerçek din büyüğü Kur’ân-ı Kerim’i kendi hevasına, re’yine göre yorumlayarak 14 asırlık İslâmî geleneğin, icmânın, sevad-ı âzam’ın dışına çıkmaz.
Gerçek din büyüğü, tevatür derecesine varmış hadîslerde açıkça bildirilen şartlara sahip olmadığı halde el altından kendisini Mehdi olarak göstermez.
Gerçek din büyüğü tarikatını, cemaatini veya zümresini “sect” haline getirmez.
Gerçek din büyüğü, Müslümanlar arasında üstünlük ölçüsünün takva olduğunu bilir.
Gerçek din büyüğü agresif, harbî, fanatik, azgın İslâm düşmanlarını dost ve veli olarak kabul etmez ve onlarla işbirliği yapmaz.
Gerçek din büyüğü Kur’an’ın kesin/muhkem emir ve yasaklarına uyar. Peygamberin sünnetine uyar.
Dinin kesin hükümlerinden en ufak bir taviz bile vermez.
Dünyanın ve İslâm âleminin bugünkü durumunda ABD ve İsrail ile işbirliği yapmaz.
Gerçek İslâm büyüğü politika entrikalarının üzerinde kalır. Gerçek İslâm büyüğü, öncelikle insanların imanlı olması için çalışır. İnsanı ebedî saadete götürecek olan imandan daha önemli bir hizmet maddesi olduğunu düşünmez.
Gerçek İslâm büyüğü, Müslümanlardan toplanan hizmet paralarını kendi şanı, şöhreti, reklamı, propagandası için harcamaz ve harcatmaz.
Gerçek İslâm büyüğü, insanları kendisine bağlamak için değil, Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimize bağlamak için çalışır çabalar.
Gerçek İslâm büyüğü, Yaratan’ın rızası için yaptığı hizmetlerin faturasını yaratıklara kesmez. O, ücretini sadece Allah’tan ister.
Gerçek İslâm büyüğü imanla küfrü, Tevhid ile Teslis’i asla bir ve eşit tutmaz.
Gerçek İslâm büyüğü “Ölmeden önce ölmüştür”.
Gerçek İslâm büyüğünde nefs-i emmare olmaz. O, nefs derecelerinin yüksek makamlarına çıkmıştır.
Gerçek İslâm büyüğü Allah’ın ve Allah’a hakkıyla iman etmişlerin dostudur.
Gerçek İslâm büyüğü hidayete (Allah’ın ve Peygamber’in göstermiş olduğu doğru yola) kılavuzluk eder; insanları sapkınlıktan, küfürden, şeytanın tuzaklarına düşmekten alıkoyar.
Gerçek İslâm büyüğü, bulunduğu çağda, Resulullah’ın vekili, halifesi ve varisidir. Ona uyanlar Mevlâ’yı bulur. Gerçek İslâm büyüğü olmayan mâceraperestlerin peşine düşenler ise belâlarını...