Abdurrahman Dilipak
Lider fetişizmi
Önce “idol” haline getiriyorlar ve sonra iş fetişizme dönüşüyor.
“Lider” deyince; o devlet başkanı, parti ya da örgüt lideri olabileceği gibi bir dini önder, kanaat önderi de olabilir. Ya da ideolojik bir önder de olabilir. Sonuçta birine “lider” diyorsanız, ona tabi olanların gözünde o “kutsal” bir kişiliktir. Eleştirilemez ve yaptıklarında bir hikmet vardır ve sual edilemez, sorgulanamaz. Onun adına herkesi suçlayabilirsiniz.
Führer, Stalin gibi diktatör de olabilir bu kişi, bir dini önder de olabilir.
Mustafa Kemal de birilerinin gözünde “mutlak” bir değerdir. Bazan şeyh uçmaz mürid uçurur. “İnkılabçı” bir adamın düşüncelerini kalıplaştırıp donduranlar, “ölülerden medet ummayın” diyen adama “türbe” yaptırıp, bir ölümlüyü ölümsüzleştirme iddiasında bulunanlar; laiklik düzenini getiren bir adamın fikirlerini resmi ideolojiye dönüştürüp, dinleştirenler; ne yaptıklarını sanıyorlar dersiniz!. Bu anlamda meşhur bir söz vardır: “Liderler putlaştırıldıkları zaman ölürler”.. Bu konuda Tekinalp: Moiz Kohen ilginç bir örnek! Tekinalp o zamanlar “Türkün dini Kemalizmdir” diye bir de kitap yazdı. “Türkün Amentüsü”nü yazdı. Behçet Kemal Çağlar “Yeni Mevlid”i yazdı.
Din deyince “laikçi kesim” hemen, “biat kültürü”nden söz edecektir. “Biat kültürü” derseniz mesela Kemalistler için bu sıfat daha uygun. İslam’da “Biat” “Kültür” değil, karşılığında cennetin satın alındığı sözleşmeye sadakati ifade eder. Bunu mutlaklaştırırsanız, onu Allah ve resulü dışında bir kişiye indirgerseniz, bu dini terminolojide onu ilah ve rab edinmek anlamına gelir. Bakın Biat’da esas olan bir kişinin başka kişiye mutlak itaati değil, söze/sözleşmeye itaattir. “Sizden olan ulul emr” yetkisinin sizden alan ve size hesap veren “içinizden biri”dir. Yoksa Hz. Muhammed (sav) savaş ortamında, dini anlamda peygamber, askeri komutan sıfatı taşıdığı halde, gençlerle istişare edip, fikrini değiştirmiştir. İstişare ve şûrayı farz kılan ayetlerin nuzul sebeblerine bakın. Şeytan bizleri “Biad”la aldatmasın!? Yani, “öl de ölelim, vur de vuralım” diyemezsiniz, hiç kimseye, hiç kimse için. Bizim inancımızda masiyette itaat yoktur. Yoksa lider fetişizmi sadece dini ve siyasi önderlik ya da ideolojik önderlik için geçerli değil, Mafia’da da bu böyledir, çetelerde de, derin yapılar, partizanlar, devrimci yapılar, Trol ordusu da “parayı verenin çaldığı düdük” olarak aynı kategoride ucuz figüranlardır sanki. “Emir kuluyuz” diyenler kime kulluk ettiklerine dikkat etsinler. “Ekmek kapısı” bahanesinin arkasına saklananlar, rızık konusunda bir karar versinler.
Yani, “mutlak itaat” anlamında “liderimiz bizim her şeyimizdir” diyemezsiniz. Bir kişiyi mutlaklaştırdığınız anda onu “İlah ve Rab konumuna yükseltmiş olursunuz. “Raina” demeyeceğiz, “unzurna” diyeceğiz. Hz. Ömer ne diyordu. “Ben yanlış yaparsam ve yanımdaki kişi bunu bana söylemezse, o benden uzak dursun, çünkü onda hayır yoktur. Eğer ben yanlış yaparsam, o beni uyarır da ben o uyarıyı dikkate almazsam, o kişi yine benzen uzak dursun, çünkü bende hayır yoktur.”
Şu kafayı kiraya vermekten ne zaman kurtulacağız bilmiyorum. Bu tip adamlar, liderlerine toz kondurmazken, karşı olduklarına her şeyi söylerler, hakaret, tehdit ya da kendinden olmayanlara karşı ne derseniz deyin karşı çıkmazlar. Yani hak ve adalet ölçüleri yoktur. Egosantriktirler.
Bir kişiyi aşırı yüceltirken aslında diğer insanları aşağılamış olursunuz. Hani insanları yüzlerine karşı övmeyecektiniz! Sultanların meddahları vardı, şimdi trollerimiz ve “sunucu”larımız var.
Allah bir şeyi irade ederse o şeyi gerçekleştirmek için kimseye muhtaç değildir. Hem zaten kader, rızık ve ecel Allah’ın elinde değil mi! Yoksa Allah’tan beklemeniz gereken şeyi başkalarından mı bekliyor olduk. Allah’ın kimi neye vesile edeceği ilahi bir sır ve imtihandır. Calud’a karşı 70.000 kişilik Talud’un ordusundan düşmanla karşı karşıya kalan 300 kişiydi. Onların içinde kılıcı ve zırhı olmayan bir çocuk vardır. Sapan taşıyla Calud’u devirdi. O kişiye daha sonra Zebur verildi.
Ne isteyeceksek Allah’tan isteyelim. Aklın muktezası olan şeyleri yapalım ve sonra Allah’a tevekkül edelim. Hem değil mi ki zaten, bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Her topluluk layık olduğu gibi idare olunacak, güçlü lider değil, babanız peygamber olsa gelse (ki artık gelen geldi, gelecek peygamber yok) sizi kurtaramaz. Çünkü peygamberlerin kurtarıcı gücü yok. Peygamberler kurtuluşa çağırır.
Hem başında peygamber bulunan halklar da malları, canları, sevdikleri ile kimi zaman artırılarak, kimi zaman eksiltilerek imtihan edilmediler mi? Hz. Yusuf, Hz. Eyyub, Hz. Musa ve daha birçok peygamber. “Göklerin hazineleri”nin anahtarı kimsenin elinde değil, “göklerin orduları”nın komutası da. Allah dilediğini dilediği şekilde imtihan eder. Beni İsrail kavminin başında Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Yuşa vardı. Olmaz denilen oldu, deniz yarıldı ve onlar geçtiler, Firavunun ordusu ise helak oldu. Ama aynı topluluktan çok kişi, karşı tarafa geçtikten çok kısa bir süre sonra lanetlendi ve içlerindeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden 10 günlük yolu 40 yılda geçtiler. Yolda Hz. Harun vefat etti. Hz. Musa da Kudüs’ü görmedi. Hz. Yuşa kavmini Kudüs’e götürdü.
Mutlaklaştırılan her şey “put” olur. Putperest olmak için her yere heykel dikmeye gerek yok. Bu anlamda “Modern Putperestlik” altın çağını yaşıyor. Para da put olabilir, koltuk da.
Müslümanlar söz dinler doğrusuna tabi olurlar, yanlışına karşı çıkarlar, bir kişi ya da topluluğa, hatta düşmanlarına olan öfkeleri onları adaletten sapıtmaz. Kendi liderlerinin zannını nas gibi algılayıp başkalarının bilgisini zan olarak suçlamazlar. Haklı oldukları zamanda bile, bunu başkalarına karşı “haksızlık yapma hakkı” (!) gibi görmezler. İşte kimi kifayetsiz muhterisler ürettikleri bir liderlik karizması gölgesinde kendi arzularını gerçekleştirmek için “lider” adını kullanabilirler!
“İman ettik demekle yakamızın bırakılıvermeyeceği” gerçeğini artık anlamamız gerek. İslam adına öyle işler yapıyoruz ki, başkaları bize bakıp dinden soğuyorlar. Hani “el emin” olacaktık. Hani “güzel örnek” olacaktık. Hani insanlara güzel söz ve hikmetle hakkı tebliğ edecektik. Bir yanlışı düzeltirken de, yanlış yapanı kazanmayı esas alacaktık.
Aslında gazeteciler, Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, haykıran sesi olması gerekir. Ama durum ortada. Bu anlamda gazetecilerin artırılmış eleştiri özgürlüğü var. Toplumu yönetme iddiasında olanların ise artırılmış tahammül yükümlülüğü vardır. Ama işte halimiz ortada. Ve sonuç da ortada.
Biz kendimizi değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Değişmesi gereken biziz biz! Topluma önderlik edecek kişi, bu toplumun içinden çıkacaktır. Bu anlamda siyaset velayet meselesi değil, vekalet meselesidir. Velayet makamı ilim makamıdır. Vekalet makamındakiler, velayet makamındakilere “ya fetvayı ya da kelleni gönder” deme noktasına gelince nasıl bir imparatorluğun çöküşü hızlandı ise, her zaman ve her yerde ibret alınmazsa tekerrür mukadder olur. Allah’ı unutup din ve devlet büyüklerini terbiye edici ve hüküm koyucu gibi gören topluluklara Allah (cc) geçici bir zaman için onlara fırsat verse de hidayet nasib etmez.
Selâm ve dua ile.