Abdurrahman Dilipak
Liderlik Konsu
Erdoğan birçok vesile ile tekrarladığı bir söz vardır: Seferden sorumluyuz, zaferden değil.
Biliyoruz sünnettir. Namazda da bir “imam” vardır. 3 kişi bir araya gelince içlerinden birinin “önder” olması gerekir.. Ve bizim bizden olan ulul emrin sözlerine uymamız gerekir. Tabii ki nassa aykırı bir söze iteat yoktur. Masiyet’te iteat yoktur. Ne din ve ne de devlet büyüklerimiz ilahımız ve Rabbimiz de değildir.
Bizden olan ulul emri, yetkisini bizden alan, bize hesap veren, biat (Karşılığında cennetin satın alındığı ahitname/sözleşme)ye sadık kalan, istişare ve şûra yapan, “içimizden biri” olarak anlıyoruz. Çerçevemiz budur. Bu alanı kimse daraltamaz ve genişletemez. Ben bu çerçeveye bağlılık ve çerçeve dışı tehditler konusunda kardeşlerime bazı kuralları hatırlatmak istiyorum.
Gemilerin kaptanı vardır, şirketlerin CEO’su vardır. Ülkelerin de devlet başkanları vardır. Dini toplulukların önderleri vardır. İdeolojik, politik önderler vardır ve olmalıdır, olacaktır. Burada bir sorun yok. Ama bunlar, mutlak ve kurtarıcı şahsiyetler değildir. Kaderi değiştiremezler, rızg ve ecel konusunda mutlak bir tasarrufları yoktur.
Bunu sadece siyasi liderlik ile ilgili yazmıyorum. Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif, her ne ise bütün organizasyonlar için de bu kural geçerlidir.
Hz. Ömer, Halid b. Velid’i azlederken, gerekçe olarak, “Nerede ise zaferi Allah’tan değil, Halid’den bekliyor olacaklardı. Zaferin Halid’den değil, Allah’tan olduğunu göstermek için Halid’i azlettim.”
Bunu nasıl anlamalıyız? Üzerinde düşünmeye değmez mi?
Liderler böyle “Monark” oluyor. İdol’leşiyor / put’laşıyor. Aslında liderler putlaştıkları zaman ölürler. Onu düşmanları o kadar öldüremezler, ama sevenleri kolaylıkla öldürebilirler..
Birilerini kurtarıcı ilan ederek yüceltenler, farkında olarak ya da olmayarak bir toplumu aşağılıyorlar aslında. Onun için belki de önce kendini “kurtarıcı” gibi gösterenlerden ve bunun için başkaları üzerinde hüküm kurmaya çalışanlardan kurtulmak gerek!
Liderleri olağanüstü kişilikler, manevi tasarruf sahibi kişilikler olarak görmek, onları tartışılmaz hale getirir. Onları la yüs’el görmek, zaman içinde onları “Tanrı kıral” seviyesine yükseltir. İlah ve Rab konumuna yükseltilir. Uğruna ölünür ve öldürülür. Kıraldan fazla kıralcılar, onlar adına gözlerini kırpmadan cinayetler işlerler. O kişiler de, Karun gibi, zenginlik ve iktidarının kendi zeka ve gücünün eseri olduğunu düşünmeye başlar ve dilediğini “vezir”, karşı çıkanları “zelil” ederler. Ama bir gün devran döner ve roller değişebilir.
Hz. Muhammed’den sonra Müslümanların ilk halifesi Hz. Ebubekir’di. Yönetimi çok kısa sürdü. Ardından Hz. Osman, Hz. Ömer, Hz. Ali ve ardından ısırıcı melikler geldi. 4 Halife’den 3’ü öldürüldü. Hz. Osman’ı öldürmeye gelenlerin başında Hz. Ebubekir’in oğlu vardı.
Siyaset kanlı bir meslektir. Kardeş kardeşi öldürür. “Siyaseten katl” diye bir “cinayet” şekli de var gelenekte. İmam-ı Azam Ebu Hanife siyaseten katledilmiştir. Öyle oğul, damat, kardeş birbirine güvenmez. Siyaset güven değil, denetim ve vekalet müessesesidir. Devlet’ten beklenen “adalet”dir. Onun için gelenekte siyaset etmek, “adam öldürmek”, siyaset meydanı “adam asılan yer”, siyaset gömleği “idam gömleği”, siyasetgah “darağacı” olarak tanımlanmıştır.
Bakın, Hz. Musa, beraberinde Hz. Harun ve Hz. Yuşa olduğu halde, önderlik ettiği İsrailoğulları’nı Firavunun zulmünden mucizevi bir şekilde kurtarıp Sina’ya çıkarttı. Ama Sina’dan Kudüs’e 350 Km’lik, günde 20 km yürüyerek 15 günde gidilecek yolu tam 40 yılda götürebildi de, yolda önce Hz. Harun vefat etti, ardından Hz. Musa Kudüs’e yaklaştıklarında Kudüs’ü görmeden hayata veda etti. Kavmini ancak Hz. Yuşa genç bir delikanlı olarak çıktığı yolda yaşlı bir kişi olarak Kudüs’e götürebildi. Hz. Peygamberin 20 küsur yılda kurduğu devlet, 30 yılda tarumar olmadı mı? 4 halifeden 3’ü şehid edilmedi mi? Hz. Ali Allah’ın arslanı, ehlibeytin kaynağı, ilmin kapısı değil miydi, sonuçta ne oldu. Ardından “ısırıcı melikler” dönemi başlamadı mı?
Hiç kimse, malına-mülküne, gücüne, servetine, aklına, ilmine, sanatına, silahına güvenmesin. Halife görevini hakkı ile yapmamışsa cehenneme gidebilir, kapıcısı görevini hakkı ile yapmışsa cennete gidebilir. Birilerinin güç ve saltanatının Allah’ın indinde bir değeri yoktur.
Allah bize iyi, adil, akıllı, cesur yöneticiler versin. Allah onları her türlü fitneden ve düşmanlıklardan korusun. Bu ayrı bir şey. Ama Allah dilerse kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eder, dilerse içimizden bir önder çıkarır, dilerse bukağılı şeytanlarını iradesinin gerçekleşmesinin vesilesi kılar. Kader’e, rızg’a ve ecele hükmeden O’dur ve bu konuda O’nun ortağı da yoktur. O hiç kimseye muhtaç da değildir. Babamız peygamber olsa gelse, bizi kurtaramaz. Hep söylüyorum bunu. Peygamberlerin kurtarıcı güçleri yok. Onlar kurtuluşa çağırırlar.
Hani “raina” demeyecektik, “unzurna” diyecektik. “Musalla taşında meyyid” olmak için kuyruğa giriyor insanlar. Halk bir kurtarıcı arıyor. Mehdi, Mesih beklemekten bıktı, Mehdiyet isnat ettiği manevi ve siyasi önderler arıyor. Kendine göre birilerinin peşine takılıyor. “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” diye boşuna denmedi bize. “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin” diye boşuna denmedi. FETÖ ya da benzeri bir sürü hizip var. Bu yapılara kananlar örgüt liderlerinin keskin zekalarının kurbanı olmaktan çok, insanların zihninde böyle bir dine inanmanın altyapısı oluşturuldu. Bunun sonucu tencere yuvarlanıp, kapağını buluyor. FETÖ’nün başarısının arkasında Gülen’in zekasından çok, öyle bir dine inanmaya hazır kitlelerin ahmaklığı belirleyici. Bu yapıyı değiştirmeden Gülen’den kurtulur, bir başka kapı bulur kendine..
Şeytan hep varolacak. Onun askerleri de. Ama unutmayalım ki, Şeytanın varlığı günah işlememizin bahanesi olamaz. Bu yapı bu tür insanlar ürettiği sürece bu kalabalıklar kapaklanacak bir kapı bulacaklar. Din diye, mezhep diye, tarikat diye, ideoloji diye, politika diye, menfaat diye, spor olsun diye kapaklanacak bir kapı bulurlar. Kendileri için bir aidiyet arıyor bu insanlar. Çünkü kimlik krizi yaşıyorlar. Eğitim bu hali ile insanımıza “kendisi olma” fırsatı vermiyor. Bizi biz yapan, bizi başkalarından ayıran, Alameti farikalarımızın farkında değiliz. Tarih gibi üretilen sentetik bir din de var. Allah’ın dini yeri göğü, ölümü ve hayatı açıklar. Ama bizim yaşadığımız din, hanım ile bey arasındaki, gelinle kaynana arasındaki ihtilafı bile çözmüyor.
Unutmayalım ki, Allah, cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasip etmez.
Hz. Yusuf, aynı Yusuf’tu. Kuyu, kölelik, iftira sonucu 7 yıl zindan hayatı ve ardından 7 yıl bolluk, ardından 7 yıl kıtlık. Mesela merak ediyorum. Erdoğan dese ki, emperyalizmle mücadele ediyoruz. Birileri bize savaş açtı. Terörün artması, dövizin tırmanmasını bekliyorum. 7 yıl kıtlık olabilir, sabredebilir misiniz!? Peşinden gidenlerin bir kısmı yolunu ayırırdı herhalde. İşte bugün o karakterdeki insanlarla aramıza mesafe koyabilsek ne iyi ederiz.
Allah’ın bizi nasıl imtihan edeceğini biliyor muyuz. Hz. Eyyüb önce çok zengindi, sonra çok fakir, ekmeğe muhtaç oldu ve sonra eskisinin iki katı bir servete sahip oldu. Hz. Ebu Zer acından öldü, hanımı da.. Hem de Müslümanların giderek zenginleştiği bir zamanda. Hz. Süleyman bütün zamanların en zengin kişisi idi, ama o zenginlik sadece kendi ömrü ile sınırlı idi. Çocuğu olmadı.
Vakıf, dernek, cemaat yöneticileri, belediye başkanları, her kim, toplumun sorumluluğunu üstleniyorsa, başta kendi nefsim ve ailem olmak üzere, Müslüman kardeşlerim için yazdım bütün bunları.. Gururlanmayın, bizi gören, duyan bilen, hüküm sahibi, din gününün sahibi bir Allah var. O kibirlenenleri sevmez. Kim neyi ihtirasla istiyorsa, onu, onun imtihanı yapar. Buna dikkat edelim inşallah. Öte yandan; ben Müslüman kardeşlerimin ayağına taş değmesin, saçlarının teline zarar gelmesin diye üzerime düşen ne varsa yapmaya her zaman hazırım ve onların duacısıyım. Ben Müslümanlardanım, elhamdülillah! Allah bizi affetsin. Duam o ki, Allah bizi kendi rızasının tecellisinin vesilesi kılsın. Bizim ellerimizle zalimleri cezalandırsın ve mazlumlara yardım etsin. Selâm ve dua ile.