Mezhep Savaşı
İslam inancı açısından -aralarında kelam ve fıkıh konularında içtihat farklılıkları olsa bile- Sünniler ve Şiiler Müslüman'dır, Kıble Ehli'dir, İslam ümmetinin mensuplarıdır. Ve elbette dinde kardeştir. Birinin diğerinin canına veya malına kastetmeye kalk
Irak'ta olup biteni "mezhep savaşı" olarak nitelendirmek mümkün mü? Tarihte çok yerde din ve mezhep savaşı yaşanmıştır. Bunların en trajik ve belki en acımasız olanı Avrupa'da görülenidir. Bu savaşlarda Kıta Avrupası'nda nüfusun üçte biri yok oldu.
Anlaşmazlık konusu, Katolikliğe baş kaldıran Protestanların dinden sapmış oldukları var sayılıp onlara hayat hakkının tanınmaması idi. Uzun, yıpratıcı ve yıkıcı savaşlardan sonra iki mezhep fiziksel olarak birbirlerinin varlığını kabul etti, ama teolojiyle ilgili doktrinlerinin meşruiyetini reddetmeyi sürdürdü. İsveç'te bu çatışmalara bulunan "çözüm" trajikti. Formül şuydu: "Kimin toprağı onun dini". Yani bir prens hangi mezhebe mensupsa, orada yaşayanların tümü o mezhebe mensup olacak, aksi halde orada yaşama haklarına sahip olmayacaktı. Bu uygulamanın kantonlar sisteminde 20. yüzyıla kadar devam ettiğini söyleyelim.
Mezhep savaşı, bir din içinde farklı yorum, içtihat ve tefsir hakkını meşru görmemek; farklı yorum, içtihat ve tefsire göre dini pratikleri hukuk içine alıp korumamak anlamına gelir. Buna göre bir yerde Şiiler yaşıyorsa, orada tek geçerli formül Şii doktrin ve uygulama; Sünniler yaşıyorsa tek geçerli yorum ve uygulama Sünnilik olacaktır. Şiiler Sünnileri veya Sünniler Şiileri ya kendileri gibi düşünmeye ve inanmaya mecbur edecekler ya da onları öldürmeye ya da yurtlarından sürmeye kalkışacaklardır.
Böyle bir tutumun İslam inancı açısından hiçbir meşruiyeti yoktur. İslam tarihinde de bu çerçevede çatışma görülmüş değildir. Şiiler Sünnileri, Sünniler Şiileri kendileri gibi dini anlamaya, yorumlamaya ve pratik yapmaya mecbur edemezler. İslam inancı açısından -aralarında kelam ve fıkıh konularında içtihat farklılıkları olsa bile- Sünniler ve Şiiler Müslüman'dır, Kıble Ehli'dir, İslam ümmetinin mensuplarıdır. Ve elbette dinde kardeştir. Birinin diğerinin canına veya malına kastetmeye kalkışması haramdır.
Durum bu merkezde iken, Irak'ta süren çatışmaları "mezhep savaşı" olarak görmek veya göstermeye çalışmanın anlamı nedir? Burada "cehalet", "gaflet" ve "kasıt" el ele vermiş bulunuyor. Olaylara İslam akidesi, Müslüman dünyanın genel maslahatı ve basiretle bakanlar çatışmaların mezheple ilgili olmadıklarını görebiliyor. "Şii-Sünni çatışması" olarak lanse edilen bu caniyane olaylarda "üç önemli aktör grubu" belirleyici rol oynamaktadır:
1) Yabancı istihbarat örgütleri ve sırf bu işlerde uzmanlaşmış yabancı servis elemanları. Bunların hangi ülke birimlerine bağlı çalıştıklarını tahmin etmek güç değil. Nitekim iki sene önce, tank üzerinde yerel kıyafetlerle tam eylem yaparken iki İngiliz istihbarat elemanı teşhis edildi, anında infaz edildi. Gelen bilgilere göre Amerikan ordusunda MOSSAD ajanları sadece kuzeyde değil, orta bölge ve güneyde de hayli etkilidirler.
2) El Kaide'ye mensup veya bu örgütün açtığı şemsiye altında faaliyet gösteren ve maalesef "aşırı selefi/Vahhabi yorumlar"ın etkisinde Şiiliğin gayri meşru olduğuna inanan küçük bir grup. Bunlar küçük olmakla beraber etkileri ve eylem yapma kapasiteleri hayli yüksektir.
3) Üçüncü ve en önemli grup Saddam'ın Baasçıları, eski ordu mensupları ve Irak'ın işgaliyle imtiyaz ve konumlarının kaybolmakta olduğunu gören laik-sosyalist Arap milliyetçileridir. Olayların önemli bir bölümünü bu grup düzenlemekte, üstelik eylemlerinde son derece acımasız davranmaktadırlar. Bunların stratejisi, kaos yaratıp krizi derinleştirmek, böylece düzen ve istikrarın kurulmasının önüne geçmektir. Bunun için masum sivilleri -mesela zabıta olmak isteyen işsiz insanlara, pazarda alışveriş yapanlara veya mabetlere- karşı kitlesel öldürmelerle sonuçlanacak şiddet ve terör eylemleri düzenliyorlar.
Irak'ta resim genel olarak budur. Bunun "mezhep savaşı"yla herhangi bir ilişkisi yoktur. Burada üçüncü şahıslara, bölge ülkelerine ve Irak'ta olup biten her şeyi içi yanarak takip edenlere düşen görev, bu tuzağa düşmemek, olayların gerçek mahiyetini iyice araştırmak ve birleştirici yönde tutum almak olmalıdır. Bu büyük bir fitnedir, yarın öbür gün Irak sınırlarını aşabilir ve başka bir yerde başka bir ad veya gerekçe altında varlığını sürdürebilir.