MHQ Dergisinin İslam'a Sinsi Saldırısı

MHQ Dergisinin İslam'a Sinsi Saldırısı

Cihan Peygamberini överek başlayan yazının arkası sinsi hakaretlerle dolu.

ABD’de üç ayda bir yayımlanan Military History Quarterly (MHQ – Üç Aylık Askeri Tarih Dergisi) adlı dergi, son sayısında Hz. Peygamber (s.a.v)’i kapağına taşıdı. Savaş tarihi konularının ağırlıklı yer aldığı dergide yayımlanan bir makale, İslam dünyasında büyük tepkilere yol açtı.

 

 Kanada Royal Askeri Akademisi’nde öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Richard A.Gabriel’in dergide kaleme aldığı “Muhammad: The Warrior Prophet –Muhammed: Savaş Peygamberi” adlı makale sinsi bir şeklide İslam’a saldırıyor. Yazar, Hz. Peygamberi öven girişinin ardından varmak istediği noktayı şöyle özetliyor: “Terörizm, başarılı olmak için vazgeçilmez/vazgeçilemez ölçüde silahlı isyana ihtiyaç duyar. Muhammed'in hayatı da bunu ispatlıyor. O terörizmi çok basit olarak iki şekilde kullanmıştır. Bir; o davasından vazgeçen hainleri öldürmüştür; siyasi düşmanları için şairler ve şarkıcılar dahil öldürme emri vermiştir. İki; terörizmi çok geniş alanda insanların kalplerine korku hasıl etmek için kullanmıştır. Yahudilerden Beni Kaynuka kabilesinin erkeklerini öldürtmüş, kadınlarını satmış ve çocuklarını esir etmiş, mallarını da Müslüman takipçileri arasında pay etmiştir.”

 

"Muhammed: İslam'ın İlk Büyük Generali" kitabının da yazarı olan Richard A.Gabriel'in İslam dünyasındaki akademisyenlerden büyük tepki alacağı belirtiliyor.

 

Bu arada, konuyla ilgili Zaman gazetesi yazarlarından Ahmet Kurucan’ın geçtiğimiz Pazar günü kaleme almış olduğu makaleyi aşağıda yayımlıyoruz:

 

Batı'nın İslam önyargısına çarpıcı bir örnek

 

ABD'de MHQ adlı üç ayda bir yayınlanan, savaş tarihi konularının ağırlıklı yer aldığı bir dergi, son sayısında Efendimiz'i kapağına taşıdı.

Kanada Royal Askerî Akademisi'nde öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Richard A.Gabriel'in, "Eğer Hz. Muhammed başarılı, girişimci askerî bir lider olmasaydı, İslam 7. yüzyılda tutunamazdı." sözleri ile özetlenen makale, objektif değerlendirmelerin ağırlıklı olduğu bir yazı görünümünde. Zaten Oklahoma Üniversitesi yayınlarından çıkan "Muhammed: İslam'ın İlk Büyük Generali" kitabından da tanıdığımız yazar, alanında uzman biri.

Makale özetle Efendimiz'i askerî sahada eğitimi olmamasına rağmen "büyük bir komutan, askerî teorist, organizasyonda ıslahatçı, stratejik düşünce sahibi, politik bir şahsiyet, kahraman bir asker ve devrimci kişi" sözleri ile anlatıyor. Fakat makalenin başından itibaren Irak'ta Amerikan işgaline direnen, intihar eylemleri başta, gerilla usulü savaş metotları ile yüzlerce-binlerce ABD askerinin ölümünden sorumlu tutulan direnişçi veya teröristler için kullanılan 'insurgence/insurgent' kelimesini bir vasıf olarak Efendimiz'e kullanması oldukça dikkat çekici geldi bana. Kelimenin 'isyancı, kurulu düzene ve otoriteye başkaldıran ayaklanmacı' gibi sözlük manalarından öte, sıradan ABD vatandaşının zihninde çağrıştırdığı menfi mana idi dikkat çekici gelen. İçimden gelen bir ses iyi başlayan makalede halk tabiriyle 'bir bit yeniği' olabileceğini söyledi. Nitekim ilerleyen satırlarda yanılmadığımı gördüm. "Coğrafi şartlar, savaş ve silahlı mücadele taktikleri, göçebe hayat, ideoloji, organize şekilleri" gibi unsurları nazara vererek Efendimiz'i öven satırların hemen peşi sıra yazar, sözlerini söyle bağlıyor: "Terörizm, başarılı olmak için vazgeçilmez/vazgeçilemez ölçüde silahlı isyana ihtiyaç duyar. Muhammed'in hayatı da bunu ispatlıyor. O terörizmi çok basit olarak iki şekilde kullanmıştır. Bir; o davasından vazgeçen hainleri öldürmüştür; siyasi düşmanları için şairler ve şarkıcılar dahil öldürme emri vermiştir. İki; terörizmi çok geniş alanda insanların kalplerine korku hasıl etmek için kullanmıştır. Yahudilerden Beni Kaynuka kabilesinin erkeklerini öldürtmüş, kadınlarını satmış ve çocuklarını esir etmiş, mallarını da Müslüman takipçileri arasında pay etmiştir." Efendimiz'in askerî yanını ön plana çıkartan tahlillerle devam ediyor.

Peygamberimiz'e yapılan haksızlık...

Şahsi kanaatim, sathi bir nazarla bakıldığında makale müspet gibi görünse de, kısaca iktibas ettiğimiz araya sıkıştırılmış düşünceler itibarıyla Efendimiz'e açıktan hakaret eden karikatürden çok daha tehlikeli unsurları bünyesinde barındırıyor. Batı insanının zihninde gerek İslam gerekse Efendimiz hakkında menfi imajı zihinlerde kökleştirecek sinsi bir taktik güdüyor. Yalan-yanlış bilgiler üzerine kalıcı yorumlar yapılıyor. En basitinden makalenin ana fikrine örnek olarak gösterdiği ve yazara göre katliam olan hadisede taraf olan Yahudi kabilesinin adı dahi yanlış yazılıyor ya da yanlış biliniyor. Bizim baktığımız yerden en tehlikelisi de günümüz teröristlerinin rehberinin haşa! Efendimiz olduğu, verilen örneklerle de onların eylemlerine meşruiyet kazandırdıkları ima ediliyor.

Gazete makalesinin vüsati içinde bahse medar olan menfi noktalar üzerinde bazı hususların tashih edilmesi gerekli. Her şeyden önce; Efendimiz'in 13 yıllık Mekke ve Bedir'e kadar olan 2 yıllık Medine hayatında silahlı hiçbir mücadele yapmadığı, konu ile ilgilenen herkesin baştan bilmesi ve öğrenmesi gereken bir bilgidir. Bu 15 yıllık sürede sadece dinlerini değiştirdikleri, Kur'an'ın ifadesiyle "Rabbimiz Allah" dedikleri için işkence gören, eziyet edilen, sürgüne maruz kalan, en zaruri ihtiyaçları adına dahi olsa aleyhlerinde boykot ilan edilen, taşınabilir ve taşınamaz mal varlıkları gasp edilen ve kendi memleketlerinde yaşama imkânı verilmeyerek göç etmek zorunda bırakılan Müslümanlardır. Buna rağmen bu mihnet sürecinde Müslümanlar fiilî olarak hiçbir şekilde müşriklere karşılık vermemiş, sadece sabretmişlerdir. Bedir ile başlayan silahlı mücadele devresinde ise bir; Efendimiz (sas) Yahudi, müşrik ve Müslümanların ortaklaşa imza attıkları Medine Vesikası ile kurulan Medine şehir site devletinin resmî devlet başkanıdır. Yazarın bahsettiği ve isyan/ayaklanma diye nitelediği küçük çaplı silahlı mücadeleler (seriyyeleri kastediyor galiba) içinde gayrimüslim unsurların da yaşadığı meşru devleti ve milleti korumak için verilen mücadelelerdir ki resmî kayıtlara göre 10 bin nüfusluk Medine şehir site devletinin 4.500'ü müşrik, 4.000'i Yahudi, 1.500'ü Müslüman'dır. Dolayısıyla yazarın 'vur-kaç taktiği ile yapılan' ve hatta 'başka çıkar yol yoktu' sözleri ile güya övdüğü bu silahlı mücadeleler meşru müdafaadır. Kurulu düzene isyan değil, aksine kurulu meşru düzene yapılan saldırıları önleme amacına matuftur. Onun içindir ki resmî otoritenin müdafaa amaçlı aldığı savaş kararına ne isyan denebilir, ne direniş, ne de terör.

Batı'nın İslam'a karşı devam eden hastalığı

İki; Efendimiz (sas) hayatı boyunca dininden dönen hiçbir kimseyi sadece itikadi anlamda dinini değiştirdiği için öldürmemiş, öldürme emri de vermemiştir. Zaten böyle bir emir İslam'ın temel öğretileri ile çelişen ve çatışan bir uygulama olurdu. Din hürriyeti İslam'ın ana esaslarından bir tanesidir. "Sizin dininiz size, benim denim bana", "Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin" ayetleri bu teminatın en büyük delili. Başka dinlerden İslam'a geçen kişileri alkışlayan dinin, İslam'dan özgür iradesi ile vazgeçen kişileri ölümle cezalandırması çifte standardın göstergesi olurdu ki Efendimiz'in ne kavlî, ne fiilî, ne de takrirî sünnetinde böyle bir şey göstermek mümkündür.

Fakat Allah Rasulü'nü (sas) yazarın ifadesiyle "şairler ve şarkıcılar dahil" savaştığı ya da haklarında ölüm cezası verilen kişiler mücerret anlamda inanç eksenli din değiştiren, cephe değiştiren kişiler değildir. Aksine onlar dinlerini değiştirdikten sonra savaş halinde bulunulan düşman cepheye intikal etmiş, onlarla birlikte Müslümanlara karşı savaş vaziyetini takınmışlardır. Sayıları alabildiğine az olan bu kişilerin anlaşmalara muhalefet ile fiilî savaş durumunda bulunan düşman cepheye katılmaları, yine anlaşma şartlarına bağlı olarak cezalandırılmalarına gerekçe teşkil etmiştir. Yani mesele salt dinî ve pasif değil, siyasi ve aktif bir eksen üzerinde dönmektedir. Günümüzde de vatana, millete, devlete ihanet, bütün devletlerde ceza hukukunun konusu ve hukuki içtihatlara göre ihanet hapisten ölüme kadar uzanan cezaların verildiği siyasi bir eylem değil midir?

Üç; terörizmin ana gayelerinden birisi elbette kitleler üzerinde korku hasıl etmektir. Bu bilinen bir gerçek. Ama Efendimiz'in bu çerçevede bir hareketinin olduğunu söylemek şartlanmışlığın, taraflılığın hatta hasmane tavrın ispatıdır. Çünkü 23 yıllık hayatı içinde 'ötekini' kabullenen, çoğulcu toplum yapısına uygulamalı olarak 'evet' diyen, getirdiği sözlü ve fiilî prensipleri ile ümmetine hazine misal miras bırakan bizzat O'dur. Yazarın yanlış olarak örnek gösterdiği Beni Kureyza misali ise, (o Beni Kaynuka diyordu) anlaşmaya muhalefetin bir sonucu ve uzantıdır. Onlar Hendek savaşı esnasında Medine Vesikası şartlarına göre Müslümanlarla birlikte olup şehri Mekkeli müşriklerden koruma yerine, el altından onlara destek vermiş ve Müslümanları iki ateş arasında bırakmışlardı. Böylesi bir ihanetin devletten karşılık bulmaması düşünülemezdi. Aksi halde ortada devlet otoritesi kalmaz, cezasız kalan bu amel başkalarının ihanetine kapı aralardı. Onun için savaş sonrası yine kendilerinin baştan kabullendiği anlaşma şartlarını uygulamak için Efendimiz o kavme gittiğinde, onlar Sa'd b. Muaz'ın hakem tayin edilmesini istemişler ve Efendimiz de bunu kabullenmişti.

Hasılı; İslam'da esas olan barıştır, savaş değil. Savaş diplomatik yolların kapandığı en son noktada girilen zaruri ve kuralları olan bir yoldur. Zaten bu kurallar değil midir ki Efendimiz'in savaş tarihinde her iki taraftan şehit olan/ölen insan adedi 400'ü ancak bulmaktadır. Savaşmayan masum kadın-yaşlı, çocuk, din adamlarına dokunulmaması, çevrenin gereksiz yere tahrip edilmemesi, esirlere insanca davranılması bu kurallar cümlesindendir. Terörizme gelince; onun meşru müdafaa ve zulmü önleme adına yapılan savaşla hiçbir ilgisi yoktur. Yeryüzünde terör ile ismi yan yana getirilemeyecek tek insan varsa, o Hz. Muhammed (sas), tek din varsa o da İslam'dır.

 

dünya bülteni