Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Milletin ve ülkenin geleceği, TSK"nın kontrol edilebilir bir güç...

 

Milletin ve ülkenin geleceği, TSK"nın kontrol edilebilir bir güç haline getirilmesine bağlıdır..

Geçen hafta, internetlere düşen bir ses kaydına göre, bir general, Abdullah Gül"ün kısa Başbakanlığı döneminde -demek ki, 2003 başında- birliğindeki genç subaylara hitab ediyordu.. Daha o zamandan, "Bunların yaptıkları zararları, üç yılda temizleyemeyiz.. Kırılma noktasına yaklaşıyoruz, hazır olun.. Ama, şartlar daha önceki darbelerin şartlarına benzemiyor.. Yeniden OHAL (Olağanüstü Hal) ilan edilmeli, askerin eli daha çok açık olmalı ki, netice alabilelim.." diyen bu kişi, Tayyîb Erdoğan"ı da isim vermeden eleştiriyor, onun "türk olduğuna inanmadığını"  söylüyordu.. Delili de çok kuvvetliydi.. Tayyîb Erdoğan ise, hiç Karadeniz şivesiyle konuşmuyormuş.. Üstelik, hanımı da arab imiş..

Onun türk olmadığına bundan daha muhkem delil mi olur!..

Şaka değil; traji-komik bir general konuşması, bu.. Koskocaman, şey kadar bir generalin, (ki, o zamanlar tümgeneral olması lâzım, 2008"de, Gen. Kur. Harekât Dairesi Başkanlığı"ndan korgeneral rütbesiyle emekliye sevkedilmiş..) böyle bir mantıkla konuşacak kadar tuhaf bir tuhaf  "seviye" sergilemesi, yürekler parçalayıcıdır..

Bülend Arınç, birkaç ay önce, bir vesileyle, "İyi ki, bu gibi generallerin komuta ettiği bir savaşa girmemiş Türkiye.." demişti; çok haklı imiş..

Sözkonusu General, TSK"nın daha o zaman TSK"ya yönelik bazı küçücük eleştiriler yapılmasına bile tahammül edememiş,  "Eşşekoğlu eşekler, dünyada bu kadar gelişmeler olurken, uşraşacak başka bir  şey bulamadınız mı ki, bizimle uğraşıyorsunuz?" diye kükrüyordu.. (Bugünlerin yayınlarını o günden görseydi, çıldırırdı herhalde..) Dahası, aynı hakaret sözlerini siyasî iktidarın başındakiler için de tekrarlıyor; genç subaylarına, "örtülü hanımlara asla acımamaları" gerektiğini bilhassa öğütlüyordu..

Muhalefet liderlerini de bir şey yapmamakla suçlayan bu "seçkin komutan"  D. Baykal için,  "Antalya"da gayet güzel yüzüyor",  D. Bahçeli için ise "Otağlarda oturup, kımız içiyor" diye laf ediyordu.. Yani, onlardan da bir ümidi yoktu, o halde ülkeyi kurtarmak için, darbeye hazır olunmalı idi..  "Tek dayanaklarının Cumhurbaşkanı olduğunu" eklemeyi de ihmal etmiyordu.. (O zamanki C. başkanı, malûm kişiydi..)

Ses kaydı gaayet net..

Bu ses kaydındaki sözlerin sahibi olan kişi, Ergenekon Soruşturması cümlesinden olmak üzere, şimdi, bir em. korgeneral olarak tutuklu.. Metin Yavuz Yalçın..

İçerde olduğu için, hakkında fazla konuşmaya gerek yok, ama, bu gibi kişilerin şahsında müşahhaslaşan bir zihniyetin mahiyetinin anlaşılması için, o konuşmadan, bir özeti buraya aktarmak gerekiyor:

İşte, 24 Şubat 2010 günü, internetlere ve oradan da medyaya yansıyan  o konuşmadan bazı bölümler:

" "Böyle bir şey olamaz arkadaşlar. Böyle bir ülke düşünemiyorum, artık belli bir kırılma noktasına doğru yanaşıyoruz. Meydanı boş buldular. Bunların karşısında kimse yok. (" )Birisi Antalya'da gayet güzel yüzüyor, öbürü otağlarda oturuyor kımız içiyor, (")  Yani ilerde hükümet değişikliği olsa dahi, bu pisliği temizlemek bile ayrıca iki üç sene sürer. Bu da ülkenin gerilemesine yol açıyor. Tarif edilemeyecek kadar tehlikeli bir yerlerdeyiz.

Adamlar artık (")  TSK hakkında konuşmaya başladılar. Ona bakacağınıza eşşekoğlu eşşekler, dünya kadar problem var, onlarla uğraşın. Onlarla ilgilenin. (")

Diyeceksiniz ki biz niye sesimizi çıkarmıyoruz? Şu konuda müsterih olmak gerekiyor: Genelkurmay karargâhı, Kuvvet Komutanları onlar hepsini, her şeyi ince ince hesaplıyorlar.  "Hesapları iyi yapmanız gerekiyor. Şimdilerde ortam eskisi gibi değil. Yani 1980'deki gibi de değil. Her şey çok farklı. Her şeyin hesabını tutmanız gerekiyor. Çünkü karşımızdakiler bu şerefsiz hükümetle gizli gizli bu işleri yürütüyorlar. (") Bakın size söylüyorum, ben birçoğunun türk olduğuna dahi inanmıyorum. Adam Rizeliyim diyor..

Benim Rizeli arkadaşlarım var.. İşte emir subayım biliyor, 15 yaşında gelmişler İstanbul'a. Adam hâlâ o laz lehçesini kullanıyor, o güzel lehçesi hâlâ duruyor. Bunda hiçbir şey durmuyor, hanımı da arab..  Türk kadınını bunlar temsil edemez yav! Geldiler koskoca Türkiye Cumhuriyetini idare ediyorlar.. (")Ama, biz ayakta durduğumuz sürece hangi model hükümet gelirse gelsin, Türkiye Cumhuriyetinin şekli ile kesinlikle oynayamazlar. (")

Arkadaşlar, Askerî Şûrâ"da, ordudan ilişiği kesiliyor personelin, adam çıkıyor diyor ki dışarıda, şerh koydum diyor. Ulan ne şerhi, şerh merh birşey yok yav! (") Açıyorum telefonu; ne şerhi yav, yalan söylüyor eşşekoğlu eşşek diyor, yalan.. (")

Bu adamlarla kenefe bile gidilmez. Yalnız kalıyoruz, bir tane dayanağımız var,  o da kim? Cumhurbaşkanımız (A. Necdet Sezer)"

Ortada çok büyük bir tehdit var, gel OHAL ilan edelim.. Askeri, komutanı yetkilendirmediğiniz takdirde, yasal yetkiyi veremediğiniz takdirde komutanın başarısı az olur. Ama gerek OHAL bölgesinde,  gerek sıkıyönetim yetkisiyle donatırsanız o zaman komutan çok daha başarılı olur.

(") Bugünün resmini konuşuyorum ben" Tek güç, Türkiye'deki en organize güç Türkiye'de Silahlı Kuvvetler"dir. Bunun üstünde başka kuruluş yoktur. Polis teşkilatı bilmem ne! Vatan-millet, cumhuriyetin bekçisi falan, yok öyle bir şey yok. Yok! Tek biz varız. (")bir gün bize bir görev düşebilir diyorum. (")

Son olarak bir şey daha söyleyeyim: baştan söyleyecektim unuttum. Eeee şimdi maiyetinizdeki personelin aile yapılarını inceleme göreviniz var, değil mi? Buna çok dikkat edin arkadaşlar. Eee bizde oldu, takip ediyorlar, türban takıp lojmanların girişinden önce çıkarıp içeri girip içeride takanlar o modelde insanlar da var. Hiç acımayın arkadaşlar, hiç acımayın. Hiç kimse Silahlı Kuvvetlerin sırtında, -neydi o yapışan şeyler, söyle- kene gibi bilmem ne gibi yok; hiç acımayın. Bu söylediğim birlik-bütünlüğü tehlikeye atabilecek, her hangi bir harekette bulunan personele acımayın. Yoksa, bir anda yara başka yerlere dağılabilir.(")"

*

Orduya, "lisan temizliği" eğitimi de verilmeli değil mi?

Evet, yukardaki sözlerin sahibi, TSK"da bir generaldir..

Daha önce de, "O kadına söyleyin, onu Kızılay"da kazığa oturturum.."  diye en terbiyesiz tehdidleri savuran bir general yok muydu, 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinde, o dönemin İçişleri Bakanı (ve şimdi Meclis Başkan Vekillerinden  MHP m. vekili) olan Meral Akşener"i kasdederek..

Genelkurmay Başkanı Başbuğ"un geçenlerde yayınlanan ses kaydında yer alan ve  "Biz izin vermeseydik, Kozmik Oda"ya nah girerdiniz!"  sözlerindeki lisan nezafeti / temizliği de gösteriyor ki, TSK generallerinin konuşma zarafeti emsaline az rastlanan cinstendir.. 

Elbette bütün TSK böyledir diyemeyiz.. Kaldı ki, o kurumun büyük gövdesi halkın çocuklarından oluşmaktadır.. Ve amma, komuta kademeleri, genelde, işte böyle kişilerle doldurulur, onlar böyle duygularla mankurtlaştırılırlar, kendi halkına, kendi halkının değerlerine düşman olarak yetiştirilirler..Ve milletin verdiği vergilerle beslenen ve milletin, kendisine silah emanet ettiği bu kurumun tepe noktasındakilerin pek çoğu, o emanet silahı, bizzat millete çevirmek hıyanetinden bir türlü uzak duramamışlardır..

*
D. Baykal hâlâ sulandırmaya çalışsın bakalım, ideolojik yandaşlarının entrikalarını..

26 Şubat 2010 günü Habertürk"te yer alan bir habere göre, Ergenekon, Poyrazköy, İrtica İle Mücadele Eylem Planı, Kafes ve Balyoz soruşturmalarında gözaltına alınan, hâkim karşısına çıkan isimler araştırılınca, ortaya ürpertici bir tablo çıkmış..

Listede her rütbeden 100'ün üzerinde muvazzaf ve emekli asker yer alıyordu. Bunlardan önemli bir kısmı hâlen tutuklu..

"Sayı ve rütbe itibariyle bu kadar yaygın ve üst düzey askeri içeren bir soruşturma ve yargı sürecinin Cumhuriyet tarihinde örneği yok" deniliyordu, haberde.

İşte son Balyoz Soruşturması"nda isimleri açıklanmayan muvazzaf subaylar hariç, listede yer alan 113 isimden em. orgeneral rütbesinde olanlar :

(Jand. Gen., k.) Şener Eruygur, (I. Ordu K.) Hurşit Tolon,  (Harb Akademileri K.) Kemal Yavuz, (MGK Gen. Sekr.) Tuncer Kılınç, (Dnz. K.K.) Özden Örnek, (Hv. K. K.)  İbrahim Fırtına, (Gen. Kur. 2. Başk.) Ergin Saygun,  (I. Ordu K.) Çetin Doğan

Emekli korgeneraller ise.. Ali Feyyaz Öğütçü, Metin Yavuz Yalçın (yukardaki konuşmanın sahibi..), Ayhan Taş, Lütfi Sancar, Ayhan Poyraz,  Engin Alan..

Emekli tümgeneral rütbesinde olanlar.. Erdal Şenel, Cem Gürdeniz, Ali Deniz Kutluk, Özer Karabulut, İhsan Balabanlı, Bekir Memiş, Gafur Aksu, Ahmet Baki Erdoğan, Semih Çetin..

Emekli tuğgeneral derecesindekiler ise: Veli Küçük, Levent Ersöz, İlker Güven, Aziz Çakmak, Mehmet Kaya Varol, İzzet Ocak, Engin Baykal, Süha Tanyeri..

Bu emekli generallerin herbirisinin askerî lojmanlarda oturduklarını, özel askerî araçların ve özel korumalarının olduğunu, orduevleri ve askerî tesislerden, yazlıklardan neredeyse beleş olarak istifade ettiklerini, emekli maaşlarının da, 4.500 ila 5.500 Tl. arasında değiştiğini hatırlayalım.

Liste uzayıp gidiyor.. Emekli albay statüsünde olanlar: 

Fikri Karadağ, Hasan Atilla Uğur, Arif Doğan, Hüseyin Vural Vural, Ali İhsan Çobanoğlu,Ümit Özcan, Suat Aytın,  Emin Küçükkılıç, Kubilay Aktaş,  Ahmet Metin Dikici, Musa İstek, Mustafa Çalış, Yusuf Ziya Toker, Bülent Tunçay, Zafer Arısoy, Hasan Basri Arslan, Mehmet Orhan..

Hâlen, vazifede (muvazzaf ) olan albaylar ise:  Dursun Çiçek, Recep Yıldız, Recep Gençoğlu, Mustafa Öncel, Murat Özçelik, Cengiz Köylü, Mustafa Koç, Yüksel Gürcan, Tayfun Duman, Mücahit Erakyol, Levent Gülmen, Muharrem Nuri Alacalı..

Em. Yarb.Ercan Kireçtepe

Muvazzaf yarbaylar: Mustafa Dönmez, Hanife Yıldırım, Mustafa Turhan Ecevit, Mehmet Emre Sezenler..

Emekli 2, muvazzaf 3 binbaşı, em. 4 yüzbaşı, 4 muvazzaf üsteğmen, 26 teğmen, 9 tane de, astsubay...

*

Canavar üretilmediği gerçekten de isbatlanmalıdır!

Bunları bir ibret levhası olarak buraya alıyorum.. Bunlar belki de yargılanmaları sonunda cezalandırılamıyacaklar.. Ama, bunlar, savcıların araştırmalarına takılan ve 10 bin sahifeyi aşan iddianamelerde, ağır suç iddia ve ithamları altında bulunan kimseler..

İlginç olan bir diğer husus da, bu tutuklamaların ve sorgulamaların büyük kısmının "Deniz Kuvvetleri" personeli olmasıydı..

28 Şubat 1997 Zorbalığı"nın ın en hızlı isimlerinden olan (müteveffâ) Güven Erkaya"nın oğlu Argun Erkaya ile yapılıp,  28 Şubat günü Vatan"da yayınlanan bir mülakatta, bu oğul da, bu gibi çalışmaların niçin daha çok Deniz Kuvvetleri"nde olduğunu merak ettiğini ve bunun sebebini em. Org. Hurşit Tolon"a da sorduğunu ve ondan da bilmediğine dair bir karşılık aldığını ifade ediyordu.. (Babasının da teşvikıyle, mason olduğunu bile açıklayan ve bu arada babasının dinsiz olmadığını, Kur"an okuyan ve rakısını da içen birisi olduğunu söyleyen bu oğulun sözleri, evlere şenlik..)

Geçenlerde, Ergenekon Soruşturması"yla ilgili olduğu söylenen bir deniz albayının intiharı için yapılan cenaze töreninde, Dnz. Kuv. K. olan oramiral, yapılan eleştirilere karşı kızgınlığını ifade ederken, "Biz canavar mı üretiyoruz?" diyordu..

Bu, insana, ilk planda, "Doğru söylüyor olamaz mı?" dedirttirecek bir yakınma gibi de gelebilirdi..

Böylesine bir geniş askerî cenah hakkında, böylesine büyük çaplı sorgulama, tutuklama ve yargılama, ilk kez gerçekleşiyor, yüz yıla yaklaşan tarihte.. Kemalist/laik rejimi ayakta tutmak için, kanunsuz, gizli çalışmalarda bulunmakla suçlanıyorlar..

Balyoz Harekâtı Planı'yla ilgili olarak  1. Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığı'nca oluşturulan bilirkişi heyeti, yaptığı inceleme sonucunda, belgelerin seminer planı olmadığını, (zımnen, darbe planı olduğu) sonucuna varıldığını bildiriyordu..  Askerî Savcılık, Taraf muhabiri Mehmet Baransu, ıslak imzalı / orijinal belgeleri, bir valiz içerisinde Özel Yetkili İst. Cum. Savcılığı'na vermişti. Bu  Savcılık"ça bir ay boyunca incelenen belgeler Emniyet Kriminal"de ve TÜBİTAK'ta incelettirilmişti. İnceleme sonucu, belgelerin I. Ordu K. lığı"nın bilgisayarlarında hazırlandığı tesbit edilince, 22 Şubat günü, 6 ilde eşzamanlı ve şoke edici operasyonlar yapılıyordu.

Sadece 23 -27 Şubat arasında, 2'si muvazzaf  6 amiral, 2'si muvazzaf 5 general ve 9'u muvazzaf 10 albayın da bulunduğu toplam 28 subay tutuklandı.. (Eski I. Ordu Komutanı, Balyoz Harekâtı"nın başında gözüken Çetin Doğan da gözaltına alınanlardandı.. Çetin Doğan, tutuklama beklemediğini söylüyordu, ilk tepki olarak.. Bir zamanlar küçük dağları ben yarattım havasında fırtınalar estirdiği İstanbul"da şimdi, 4 günlük bir gözaltında kalıp, mahkeme hakkında tutuklama kararı verilince, kendisini cezaevine götürecek olan arabaya, şaşkın ve karamsar bir ruh hali ile biniyordu.. Hv. K. eski Kom. İbrahim Fırtına, Dnz. K. eski Kom. Özden Örnek ve Gen. Kur. eski 2. Başkanı Ergin Saygun ise,  üç gün gözaltında tutulduktan sonra, tutuksuz olarak yargılanmak üzere serbest bırakılıyorlardı..) Hazırlanan iddianameler, yapılan tutuklamalar, sonucu ne olursa olsun, bu zamana kadar dokunulamıyanlara artık dokunulabildiğini, taşın yerinden oynatıldığını gösteriyordu..

Gerçi, bu yeni merhaleye gelmek de o kadar kolay geçmemişti, yine de.. Genelkurmay, bütün orgeneral ve oramirallerin Genelkurmay"da, 23 Şubat akşamı, son ciddî durumu görüşmek üzere toplandıklarını bir bildiri ile kamuoyuna duyuruyordu.. Hükûmet"e, bir "gözdağı" verilmek istendiği havasını yansıtıyordu, bu bildiri.. Ama, geçmişte böyle bir-iki gözdağı, muhtıra ile sindirilen siyasî iktidar örnekleri yoktu artık.. Böyleyken yine de bir tehdidden meded ummuş olmalılar.

*

Ülke yalnızca "kansız bir iç-savaş"ın içinde ise, akan o kadar kan nasıl izah edilecek?

Gerçi, Başbakan Erdoğan"ın İspanya"da bulunduğu sırada Başbakan Vekili olan Başbakan Yard. Cemil Çiçek, Genelkurmay"daki toplantının yapıldığı sırada oraya çağrılıyor ve o da kendisinden beklenen şekilde, oraya gitmek zaafını sergiliyor ve arkasından da hemen Çankaya"dan, Abdullah Gül"den randevu istiyordu, ama, bu görüşme gerçekleşmiyecekti.. Erdoğan"ın dönüşünün beklendiği anlaşılıyordu.. Erdoğan da, o gece gelir gelmez yaptığı bir değerlendirme toplantısı sonunda, Salih Kapusuz aracılığıyla yaptığı açıklamada, Genelkurmay"ın tavrına sert bir tepki veriyordu..

Ve ertesi gün,  Cumhurbaşkanı Abdullah Gül"ün çağrısıyla Çankaya"da bir araya gelen Başbakan Erdoğan ve Gen. Kur. Başk. Org. Başbuğ, saatlerce süren bir görüşmeden sonra, fevkalade bir durum olmadığını yansıtan beyan ve tavırlarla ayrılıyorlardı, bu toplantıdan..

O günlerde, Batı dünyasının etkili yayın organlarında, Türkiye"deki bu siyasî gerilim, dikkatle takib olunuyor ve durumu, "bir kansız bir iç-savaş" olarak niteleyenler bile görülüyordu..

Bu arada Türkiye"nin AK Parti iktidarı ile, Batı"dan uzaklaştığı, eksen değiştirdiği gibi iddialar dile getiriliyorsa da, Almanya Dışişleri eski Bakanı Joschka Fischer ile Joost Lagendijk ve Cem Özdemir gibi isimler gazetelere ilan vererek, Türkiye'nin AK Parti ile Batı'dan uzaklaştığı iddiasını yalanlıyorlardı.. Onlara göre, Türkiye'deki kavga, dindarlar ile laikler arasında değil, demokratlarla statükocular arasında yaşanıyordu. Bir yanda daha fazla özgürlük ve değişim isteyenler, diğer yanda değişime karşı çıkan ve özgürlükleri tehdid olarak görenler..
Etkili Amerikan gazetelerinden Wall Street Journal'de ise, 23 Şubat 2010 günü ve Marc Champion imzasıyla İstanbul'dan yazılan haber-yorumda, Türkiye'de bir güç mücadelesi yaşandığına değiniliyor ve bu kavgadaki tarafların dindar muhafazakâr hükümet ile laik rejim (establishment) arasında olduğu belirtiliyor ve "Türkiye'nin dindar ve laik elitleri arasında 2007'den bu yana kansız, sanal bir iç savaş yaşanıyor." deniliyordu..

Ama bu iddia o kadar güçlü sayılamazdı.. Çünkü, dindar olmayan ve geçmişte kemalist olan nice laik kişi ve çevreler de bugün laik kemalist ve hele de militarist güçlere karşı çıkıyordu, başta Taraf Gazetesi çevresi olmak üzere..

Bu arada, Gen. Kur. Başk. Org. Başbuğ"un konuşmalarında sık sık, "orduya karşı bir asimetrik psikolojik yıpratma savaşı verildiği"nden yakınılıyor, kendilerini eleştirenler asker karşıtı olarak suçlanıyorlardı.. Bu suçlamalara karşı, Prof. Eser Karakaş, Star"daki 23 Şubat 2010 tarihli yazısında, şöyle yazıyordu: "Biz bu konuyu yazmaktan bıktık, sıkıldık, birileri hala TSK'yı eleştirenlere "asker karşıtı" ya da "asker düşmanı" demekten bıkmadı, sıkılmadı. (") Sayın Başbuğ'un "asker karşıtı" diye nitelendirdiği kişiler kimlerdir? Benim anladığım kadarıyla bu "asker karşıtları", mesela İstanbul'da geçenlerde gerçekleşen NATO zirvesine Genelkurmay Başkanı'nın katılmamasının Türkiye'yi aşağılayan, uluslararası kurumlarda küçük düşüren bir durum olduğunu ifade edenlerdir. (") Bu örnekler çoğaltılabilir; askeri yargının alanı, YAŞ kararlarının yargı denetimi dışında oluşu, vs. gibi konuları ("yazanlara)  aynı zihniyet utanmadan "asker karşıtı" diyebilmektedir. TSK'nın Türkiye'deki anormal anayasal statü ve yapılanmasının ülkeyi ve bizzat TSK'yı nerelere getirdiği ortadadır. Türkiye'de, silahlı terör örgütü üyeleri dışında, asker karşıtı arıyorsanız bunları TSK'nın mevcut anormal statüsünü korumada ısrar edenler arasında aramak kanımca daha doğrudur,  çünkü mevcut statüde ısrar TSK'ya BÜYÜK ZARAR VERMEKTEDİR. (")"

*

Darbe şakşakçılarını açıklayanlar, bir de aynaya baksalar!

İlginç olan bir durum ise, yakın geçmişte medyada "sivil general"  konumunda rol üstlenen nicelerinin de, geçmişteki darbe şakşakçılıklarını unutup, şimdi, TSK"yı eleştiren yazılar yazmaya başlaması,  özgürlük ve demokrasi havarisi kesilmeleriydi.

Gerçi, bu gibi, darbe alkışlayıcıları  hattâ bazı "hoca"lar arasında görülmemiş değildi.. Hattâ, Hz. Peygamber (S)"in Kenan Evren üzerinde himaye kanadını gerdiğini ağlayarak söyleyen (şimdi hayatta olmayan) çok ünlü bir İst.- S. Ahmed imamı bile vardı, böyleleri arasında.. (Ki, onunla Hicaz"da karşılaştığımda bunu kendisine nezaketle hatırlatmıştım da, "yatsı ve sabah namazına kimseler gelemez olmuştu anarşi korkusu yüzünden; onun için öyle söyledim.."  diye tevil etmişti, sözlerini..

HaberTürk yazarı Nihal Bengisu Karaca"nın, İnternethaber"de 26 Şubat günü yayınlanan mülakatta söylediklerini;  "Dedem evet asker ve fakat çok esprili, çok keyifli bir adamdı.  Konyak içmeyi bırakıp namaza başladığı için başı üstleriyle derde girmiş bir albaydı. Garip olan şudur ki, çok uzun yıllar önce emekliliğini istemiş, ibadetini daha rahat yapabilmek için askeriyeyi bırakmış bir adam olmasına rağmen,  bütün bunlara rağmen 28 Şubat"ta askeri haklı bulduğunu, askerse vardır bildiği, sizin aklınız ermez dediğini hatırlıyorum.

Asker olmak böyle bir şey. Emekli olmak bile yetmez askerlikten ayrılmaya, ruhu orada devam ediyor insanların.  Kimilerine saçma gelebilir ama, ne zaman bir albay intihar etse dedemi hatırlıyorum. (")  Dedem iyi bir adamdı, (") ve o aynı zamanda 28 Şubat"çıydı." sözlerini de, aynı çizgideki bir anlayışın ilginç bir örneği olarak buraya aktaralım..)  Şimdi E. Çölaşan isimli militan- kemalist/laik kişi de, 26 Şubat tarihli Sözcü"de, darbe alkışçılığı yapanlardan birisinin de F. Gülen olduğunu; onun, 12 Eylûl 80 Darbesi"ni  Sızıntı dergisinde alkışladığını yazıyordu; sanki kendisinin bütün ömrü, postal yalayıyıcılıkla geçmemiş gibi..
*

Büyükanıt"ın, "zırva tevil götürmez" dedirten tevili..

İlginç olan, Abdullah Gül"ün cumhurbaşkanlığı seçimini engellemek için, 27 Nisan 2007 e-muhtırası"nı yayınlayan (dönemin) Gen.Kur. Başk. Org. Yaşar Büyükanıt"ın, o muhtırayı artık muhtıra olarak görmemesi, fikirlerini açıklamak diye göstermeye kalkışmasıydı.. Onun bu değerlendirmesi, sıranın kendisine de gelebileceği gibi bir kayguyu da yansıtıyordu âdetâ..  Büyükanıt"ın geldiği bu yeni izah mecburiyeti karşısında, Vural Savaş gibi darbeci, militan bir Yargıtay (eski) Başsavcısı bile, 22 Şubat günü, İnternethaber"de, "Darbe lafı etmese bile "bir muhtıra verelim" diyenler hakkında soruşturma açılıyor. Ama "Ben yazdım" diyen Büyükanıt hakkında işlem yapılmıyor. Hükümetle el sıkıştıkları için hiçbir şey yapmazlar." diyordu..
Büyükanıt"ın sözleri üzerine, HaberTürk Gen. Yy. Md. Altaylı ise, onu dansöz durumuna düşmekle suçluyordu.. (Ama, Taraf"tan Emre Uslu da, 28 Şubat tarihli yazısında, F. Altaylı"nın, Büyükanıt"tan farklı bir konumda olmadığını yazıyor ve

örnek olarak onun yönetimindeki Sabah"ta 14 Ekim 2006"da yer alan bir haber gösteriliyordu.. Sözkonusu haberde, Büyükanıt, "En popüler Genelkurmay Başkanı" olarak pohpohlanıyordu. Uslu, "Büyükanıt"ın "e-bildiri bir muhtıra değildir" demesi elbette ipe sapa gelmez bir açıklamadır. O bildiri buz gibi muhtıra bildirisidir. Ama, bu konuda söz söyleme hakkı sanırım en son Altaylı"da vardır. Zira onun başındaki gazete de o günlerde Büyükanıt"ı gaza getirecek haberlerle doluydu. Bunu yazanlara da yüksek perdeden tehditler savruluyordu. Bu toplum Büyükanıt"a gidip ona 2. Atatürk olabileceğini hatırlatan sivilleri unutmadı. Şimdi onu dansözlükle suçlayanlar da ya bu sürecin içindeydi ya da durumun farkındaydı.." diyordu..

Haksız mı?

*

Yine Taraf"tan Dr. Sivilay Genç (Abla) imzasıyla 25 Şubat günü (Bütün paşalar toplandık, toplandık..) başlığıyla yayınlanan bir mizahî yazıda, bir şarkı sözüne yapılan şu uyarlama da yerinde değil miydi?

"Yo paşalar bunu hak etmiyoruz
Yo paşalar bunu kabul etmeyelim
Bütün paşalar toplandık toplandık toplandık
Sorduk neden yıprandık yıprandık (Neden acaba?)
Biz darbeden hoşlandık hoşlandık hoşlandık
Şimdi niye zorlandık zorlandık
Bir, o kadar basitti ki denklemleri
İki, o kadar güçsüzdü ki eklemleri
Üç, kontrol etmek bebek işi
Yormadan sormadan sormadan yormadan
Bir sarardık biz onları dolma gibi
İki çalardık biz onları zurna gibi
Üç sererdik yolları çarşaf gibi
Yormadan sormadan sormadan yormadan
Bekletirdik seslenirdik yüklenirdik hey gidi günler hey
Esnetirdik esnetirdik pes ettirirdik hey gidi günler hey.."

*

İlginç ama, "son kullanma tarihi" geçmesi gereken tecrübeler..

Bu vesileyle bir diğer noktayı daha işaretlemek gerekiyor:

Tayyîb Erdoğan"ın geçen hafta, İspanya"ya yaptığı gezi esnasında yerine bıraktığı Cemil Çiçek"in Başbakan Vekili sıfatıyla Genelkurmay"a gidişini izah ederken, 26 Şubat günü, Hürriyet"te yer alan tevilleri ve hele de askerlerin kızgınlıklarını hissettirdikleri anlarda kendilerinin geçmişte, ANAP yıllarda nasıl tavırlar sergilediğine dair anlattıkları, Tayyîb Erdoğan"ı, yurt dışına gittiği zamanlar, vekaleti kimlere bırakması/ bırakmaması konusunda daha bir düşündürmelidir..

Genelkurmay Karargâhı"na yaptığı ziyareti eleştirenlere sert tepki veren Cemil Çiçek şöyle diyordu: "(") Karargâha da sıkıntıyı yerinde görmek için gittim. Gün ağarınca mezarlıktan geçen çok olur.. (") 27 Nisan bildirisinde bile korkudan yorganı çekerek, bizimle irtibatı kesip "Sabah olsun hayrolsun" diyen dostlarımızı biliyoruz. Bu ülkede halimizin bu konularda ne kadar içler acısı olduğunu anlatan o kadar güzel bir olaya tanıklık ettim ki. Bu bana en güzel tecrübedir.

Yıldırım Akbulut"un Başbakanlığı sırasında bir anda dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay"ın istifası (3 Aralık 1990) ile sarsılmıştık. Rahmetli Turgut Özal Cumhurbaşkanı idi. Körfez Krizi"nin gergin günlerini yaşıyorduk. O gün ben Devlet Bakanı"ydım ve eski Başbakanlık"ta odamda oturuyordum. Kâmran İnan da aynı binadaydı. Ajans"tan metni istedim. Sadece bir cümle ile istifayı duyuruyorlardı. Gizemli bir hava vardı. Bir anda başkente bu istifanın bir darbenin ayak sesi olduğu havası yayılmış. Millet bir anda kaçışıvermiş. Başbakanlık koridoruna çıktım. Yanımdakilerin büyük bölümü, hatta özel kalemim bile muhtemel gelişmelere karşın hükümetin yanında olmadığını göstermek için ortadan kaybolmuş. İnanmazsınız çaycım bile kaçmıştı.
Diğer bakanların da yaşadıkları benden farksızdı ve yalnızdılar. Daha acısı, Başbakan Yıldırım Akbulut da yalnızdı. Kimse aramamıştı. Düşünebiliyor musunuz yaşadıklarımızı? Bu ülkenin başbakanı, bakanı birbirlerine çaresizlik içinde bakıyordu. (..) O sırada odaya Adalet Bakanı Oltan Sungurlu girdi. Bize, "Ya olmaz böyle şey. Bizim bakanlıkta da darbe olur diye millet çekip gitmiş, kalan bürokratlar ise askere yakınlığı ile bilinen bir bürokrat arkadaşın odasında toplanmış" dedi."

*

Evet, C. Çiçek"in bu anlattıkları ilginç ve de ibret vericidir, ama, Çiçek, kendisini bugünkü Başbakan"ın siyasî tavırlarına hâlâ da ayarlayamadığını bu sûretle itiraf etmiş oluyor.. Ve bir sıkıntı ânında, hemen Başbakan Vekili olarak Genelkurmay"a koşmasını izah ve tevil etmeye çalışıyor.. Halbuki, bu uslûbu, onun, Tayyîb Erdoğan"ın sergilediği çizgiden çooook uzaklarda olduğunu da ortaya koyuyor..

Siyasî hayatta ve bir iktidar koltuğunu korumaya çalışırken, gerektiğinde dârağacını ve ölümü taa baştan göze alamıyanların takındıkları idare-i maslahatçı tavırlar, Çiçek"in devlet idaresi anlayışına ve rejimin bazı hassas kesimleriyle dengeyi gözetlemekteki "ustalığı"na bir işaret olabilir; ama, bunlar onun Tayyîb Erdoğan"ın yanında ve hele de ona vekalet edecek birisi olup olmadığının bir daha düşünülmesi gerektiğini de ortaya koymaktadır..

Keza, başlangıçta müslümanların üzerine yıkılmaya çalışılan ve amma, bugün mahkemelerce Ergenekon Dosyası"yla birleştirilecek kadar, hangi oyunlar içinde tertiblendiğinin ipuçları verilen Danıştay Saldırısı sonrasında, Ank.-Kocatepe Camii"nde yapılan cenaze töreninde, fanatik kemalist-laiklerin Hükûmet erkanına yönelik saldırıları sözkonusu olduğunda, (o zaman Adalet Bak. olan) C. Çiçek"in saldırganlardan kurtulmak için, korumalarıyla birlikte, nasıl kaçacak yer aradığını gösteren haber filmleri de hâfızâlardan silinmiş değildir

haksöz

Bu yazı toplam 2519 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar