Ahmet Taşgetiren
Milli maçı böyle yazmak istedim
Avusturya maçının son yarım saatinde öldük öldük dirildik. Bir an önce bitseydi şu maç. Her Avusturya atağında yüreğimiz ağzımıza geldi.
Hollanda maçında biraz daha zamanımız olsaydı. Son dakikalarda sanki yeni bir can bulmuş gibi atak üstüne atak geliştiren millilerimiz bir gol tıp berberliği yakalayamaz, sonra uzatmalarda, olmadı penaltılarda Mert’in kurtarışlarıyla turu geçemez miydi? Daha önce ah şu 1-0’ı koruyabilseydik.
Ama olmuyor maç 90 dakika, bir de “artı”ları var. İlk dakikaya bir gol sevinci yaşamışsınız, ona “yatılmaz.” Koşmak, koşmak, koşmak lazım. Yeni goller atmak lazım. Bunun için yüreklerin körük gibi inip kalkması lazım. 5Maçın 50 – 60 dakikalarının arsında gevşerseniz iki gol yenir ve ondan kurtulmak için son dakikalara kadar verdiğiniz mücadele yetmez.
Avusturya’yı yendik, çeyrek finale geçtik, Hollanda’ya yenildik, çeyrek finalde kaldık. Yarıo finalde karşılaşacağımız takımlar da Avrupa’nın favorileriydi. Biz Hollanda’da takıldık, çünkü o da Avrupa’nın favorilerindendi.
Avrupa’nın Fransa, İspanya, Almanya, İngiltere gibi favorilerini yenmek, bize çok iyi gelirdi. Ama oralara çıkamadık.
Acaba bizim gibi çeyrek finalde elenen Portekiz de bizim kadar “milli üzüntü” yaşamış mıdır? Yaşamıştır mutlaka, ama herhalde bizimki kadar değil. Çünkü biz, bu işleri, “milli mücadele” gibi yaşıyoruz. Kazanırsak savaşı kazanıyoruz, kaybedersek “Yine olmadı” diyoruz.
“Yine olmadı” hüznü ise, içimizde sakladığımız kayıp yıllara dayanıyor.
Bilmiyorum hangi ülkenin Milli Savunma Bakanlığı, ordusuna, dağ başındaki Mehmetçiğine yani, hava kuvvetlerinin pilotlarına, “Milli Takımımıza başarılar diliyoruz” diye klip çektirir. TRT’nin yaptığı klip de, maçtan çok uluslararası bir kapışmayı yansıtıyor.
TV’lerdeki Hamburger reklamları bile milli maç temalı idi. Banka reklamları hakeza…
Bütün bunlar milletçe “Başarı özlemi”ni dile getiriyor. “Emekli maaşı varsın 10 bin lira olsun” diyenlerimiz bile olmuştur belki… Cumhurbaşkanı Erdoğan Berlin’e kadar gittiğine göre Hollanda’yı “devirebilseydik” ne iyi olurdu! “Olmadı”nın hüznü evet, yaktı içimizi.
Mehmet Akif’in “Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz” mısralarına yansıyan hüzün de bu idi.
Evet bir dünya devleti kaybetmenin hüznü 100 yıl sonra bile içimizde yankılanıyor. O günlerin mehter marşlarına giren “Aaaalalım düüüşmandan eski yerleri” ifadeleri de benzeri hüzünle yazılmış olmalıdır.
Ben bir ara “Ak Parti 20 küsur yılda bir futbol milli takımı çıkarmaya yoğunlaşsaydı…” diye yazdım. O aslında bu 20 küsur yılı, sadece futbol değil, bütün alanlarda ülke - millet olarak bir tırmanma süreci olarak değerlendirebilmenin ifadesi idi.
Milyonlarca insanın “Emekli maaşı” girdabında boğuştuğu, ondan daha fazlasının asgari ücret kıskacında bunaldığı, bir o kadar gencin işsizlikle kıvrandığı bir ülkeden söz ediyoruz. Ondan sonra da Avrupa ülkelerinin fert başına düşen milli geliri ile bizimkini kıyaslayıp, hayıflanıyoruz.
Bunlar birbirinin “mütemmim cüzü – Tamamlayıcı parçası” oysa… Ah şu çeyrek finali geçseydik, ah yarı finali aşıp, finali oynasak ve mesela İspanya’yı yere serseydik…
Ne dersiniz, Endülüs’ün rövanşı olur muydu? Avusturya’yı yendik Viyana’nın rövanşını aldık ya…
Son yarım saat bizim gibi ölüp ölüp dirilen başka ülke var mı?
Varsa da onların da içinde muhtemelen “Başarıya özlem” olduğu içindir.
Berlin’den dönerken Cumhurbaşkanı Erdoğan uçakta gazetecilere “Esed’i davet edeceğiz, demiş. Putin’in de bu işte yardımcı olacağını umduğunu söylemiş.
Alın işte, coğrafyamızda kaybettiklerimizi yeniden ararken kendi ayaklarımıza dolaştırdığımız bir konu. İçimizi bir şeyler kemiriyor ve biz onun “reel” şartlarını hazırlamak yerine duygusal hamleler yapıp, yeri çakılıyoruz.
Futbol maçlarını izlerken, aynı zamanda, kemin neyi nasıl başardığını da gözlüyorsunuz. Kazananların nasıl kazandığını ya da biz kazandığımızda nasıl kazandığımızı, kaybettiğimizde neden kaybettiğimizi görüyoruz.
Neye nasıl emek vermek gerekiyorsa, öyle emek vererek yürümek lazım. Bizi kayba sürükleyen “mesafeler”i görmek ve onu kapatmak için çaba göstermemiz lazım.
“İnsana yatırım” deyip duruyorum. “Birim insanımızın özgül ağırlığını artırmak” deyip duruyorum.
Futbol ya da herhangi bir spor için de bu böyle. “Yıldız” tesadüfen yıldız olmuyor. Ya da doğuştan potansiyeli olan kendine yatırım yapmıyorsa, siz devlekt politikaları ile yatırım yapmıyorsanız, her şey “Atıl kapasite”ye dönüşüyor.
Osmanlı’nın son döneminde orduyu modernize etmek için Alman Paşalar getirmişiz. Bir arayış. Şimdi de milli takım için yabancı teknik direktörler getiriyoruz. İnsan istiyor ki, geçen yıllar içinde bu toplumun bünyesinden de mesela İspanya milli takımını çalıştıracak futbol ustaları çıksın. Ne zaman olur bu? Ne dersiniz?