Muhtırayı verirken de mi Başbakan"a sordunuz paşam!

Muhtırayı verirken de mi Başbakan"a sordunuz paşam!

Bugün gazetesi yazarlarından Nuh Gönültaş yazısında Paşaya ilginç bir soru sordu işte o yazı...

TSK'nın sınırlarımızın ötesine çıkmaktansa içte milleti kontrol adına mücadeleye ayarlı olduğunu herkes biliyor. "Yurtta sulh cihanda sulh" sözü bu yaklaşım için biçilmiş kaftan. Türkiye ve Türk milleti bu kadar, milyona varan sayıda askeri silahını millete doğrultsun diye beslemiyor herhalde.

Ama varlığı kendinden meçhul "iç düşman konsepti" kutlu doğum kutlamalarını bile rejime yönelik bir tehdit olarak algılayabiliyor. Bu yaklaşım peygamber ocağı ifadesini de aşikarane reddediyor. Bu ordu açık kapalı 3-5 defa askeri darbe yapmış, başbakan asmış, Meclis'i kapatmış, siyasileri cezaevine tıkmış, siyasi partilerin kapısına kilit vurmuş bir ordu. Ve sadece bir defa, o da Kıbrıs'ta savaşmış bir ordu.

Her şeye rağmen halkımızın bu orduya vatana millete ve islam dinine yaptığı hizmetlerden dolayı geçmişinden gelen ve devam eden bir sempatisi var. Saygısı var... Sevgisi var. İyi de... Askeri darbeler, muhtıralar, yönetime el koymalar, hükümet devirmeler, siyaseti kendi doğal mecrasından çıkarıp dizayn etmeler bu sevgi ve saygı ortamını suiistimal anlamına gelmiyor mu? Geliyor... Geliyor ama halkımız tepkisini hemen gösteren bir millet değil. Tepkisini erteleyen bir millet. O yüzden, Türkiye'de Genelkurmay komuta kademesinin emir komuta içinde darbe yapmasına gerek yok. Bir birliğin komutanı, bir tümenin, bir kuvvetin komutanı bile tek başına darbe için harekete geçse başarılı olma ihtimali vardır. Bu da milletin ordusuna sahip çıktığını, ancak ordunun millete silah doğrulttuğunu gösteriyor.

Zaten her askeri darbe sonrası darbeye maruz kalanlar, bir ya da iki seçim dönemi sonra yeniden işbaşına gelmiştir. Bunun en somut örneği Süleyman Demirel'dir, Bülent Ecevit'tir, Necmettin Erbakan'dır... Darbeye, muhtıraya maruz kalan her siyasi daha fazla güçlenerek dönmüştür siyasi hayata... 22 Temmuz'da eğer seçim yapabilmeyi başarırsak Tayyip Erdoğan'ın daha da güçleneceğini görüp, bu tezi bir kere daha test etmiş olacağız.

O halde millet darbeden ve askerin siyasete bulaşmasından hoşlanmıyor. Elbette hoşlanmıyor. Ama pek de sesini çıkarmıyor. Peki böyle bir yapıda, yanı, fiilen hiç bir yere bağlı olmayan ve kendince gerekli gördüğü her zaman darbe yapan ya da muhtıra veren TSK'nın başında bulunan Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın Kuzey Irak'a yönelik bir askeri operasyon için Başbakan'dan yazılı emir istiyor olması ne anlama geliyor?

Ne olacak, bunun hükümeti seçim öncesi sıkıştırmak için yapıldığı ortada. Başbakan'ın böyle bir emri vermeyeceğini kestirebiliyorlar. Yoksa bu talep TSK'nın Başbakan'a bağlılığını göstermesinin ve sınır ötesi operasyon sevdalısı olduğunu göstermek için değil. Her şey bu kadar gün gibi aşikar iken "savaşmak için başbakan bize emir versin yaklaşımı hükümetle alay etmek değilse nedir? Eğer akredite olsaydım, Yaşar Büyükanıt Paşa'nın "hükümetten yazılı emir gelmesi gerekiyor" sözünden sonra, ona "Peki hükümete muhtıra vermek içinde mi Başbakan'dan emir aldınız?" diye sorardım.

İşte bu yüzden bizim gibi gazeteciler akredite değil! Olsun, sağlık olsun

Nuh Gönültaş / Bugün