Mü'min Aynı İnden İki Kez Dalanmaz

Mü'min Aynı İnden İki Kez Dalanmaz

Hükûmet'i, Kuveyt'e saldıran Saddam konumuna getirmeli, son model bir postmodern darbe devreye girmeli,sonra da“İrân-ı vîran projesi”yürürlüğe konmalı! Hüseyin Hatemi'nin yazısı...

İnsanlık önderi Yüce Sevgili; “mü'min aynı inden iki kez dalanmaz” (bir aldatıcıya iki kez güvenmez) buyurdu. Biz; her def'asında şer ittifakına güveniyoruz ve dalanıyoruz. “Biz” derken sadece “Türk”ü kasdetmiyorum. Kürd ve Araplar'ı da kasdediyorum. Yine aynı şer ittifakı nice ocağı söndürdü, nice yüreklere kor düşürdü. PKK'nın arkasında Şer İttifakı'nın bulunduğunu Merhum Uğur Mumcu söyledi, derhal “susturuldu” ve bu cinayet de o sırada İran hesabına geçirtildi. Hukuk Fakültesi'nde, çok bilimsel bir âhenkle “bu işin arkasında İran var!” diye terennüm eden mezzo-soprano bir hanım profesöre: “-İran'la Uğur Mumcu arasında hiçbir sorun yoktu” itirazını bariton bir sesle serdedince, bu kez “soprano”ya kayan bir sesle, mükemmel bir “arya” dinlemiş, kendimi Kösem Sultan operasında Kösem Sultan'ı dinliyor sanmıştım: -Bana baaak! Seen burada İran'ı müdafaa etmeee!- Şimdi, Allah selâmet versin, aynı düşüncede midir? Bilmiyorum! Ne var ki geçenlerde bizim canlandırılan terör olaylarının da ardında duran, ABD'nin İran saldırısı hazırlıklarından “İslam'a Karşı Savaş Hazırlığı” başlığıyla söz edince, bu kez de asırlar öncesinden beri okunagelen bir “uzun hava” ile muaheze edildim: -Amariga İslâm'a çoktan savaş açtı (len), İran'ı tehdid edince mi İslâm'a karşı savaş oluyor? (Hani bana dokanmayan Leviathan bin yıl daha yaşasın, şu İranlılar'ın fiyakasını da bir bozuverse ne eyü olur!)

Ne diyeyim ey Azîzan? Ben de bir şarkı mı tutturayım? -Ne yaman çileli bir insanmışık/Sunulan her zehri şifa sanmışık/Ah! Ne aldanmışık, ne aldanmışık! Yazık ki bir hayır sahibi bana kendi sesimi beğeneceğim bir hamam yaptırmadı!

Korkarım ki AKP iktıdarının başına bir “çorap” örülüyor, “çuval” da denebilir. Tırmandırılan terör olayları; Irak'a karadan girilmesine yol açmalı, bundan sonra şer ittifakı mazlûm Kürd milletinin hâmîsi sıfatıyla, Hükûmet'i, mazlûm Kuveyt'e saldıran Saddam konumuna getirmeli, son model bir postmodern darbe devreye girmeli, daha sonra da “İrân-ı vîran projesi” yürürlüğe konmalı! Bana: “-İran'la savaş niçin İslâm'la savaş demek oluyor (len)?” diyenlere, “şimdi anladın mı (len)?” demeyi Allah göstermesin!

“Dâbbe ininden dalanma”nın aşısı, serumu sevgidedir. Sevgi de Hakk'dan ayrılmaz. Hakk da bâtıl ve zulm ile aslâ telif edilemez. Zulmün; insanın kendi nefsine yönelik olan türü de kötüdür ve bundan kurtulmak için de Allah'a sığınmak gerekir. Ancak, en kötü zulm, başkasına, ötekine, insan ve hayvancağızlara yönelttiğimiz zulümdür. “Neoconlar”ı zulümleri dolayısıyla kınayabilmemiz için, önce kendimize bir bakmamız, bizim de gücümüzün yettiklerine “neocon” kesilip kesilmediğimizi araştırmamız gerekir. Hiçbir bahane zulmü meşru kılmaz. Şer ittifakını, neoconları kınamak şöyle dursun, çağrılarına -arada yuvarlanıp perende atmayı ihmâl etmeyerek- seğirtenlerin işi Allah'a kalmıştır.

“Bugün Allah için ne yaptın?” sorusunun bize yararı olabilmesi için Hakk'ı bilmemiz gerekir. Yoksa Kabil de Allah'a kurban sunduğunu sanır.

Ânân ke hâk-râ be-nezer kîmyâ konend/Âyâ buved ke kûşe-i çeşmî be-ma konend? (Hâfız-ı Şîrazî)

Toprağı (topraktan yaratılmış beşeri), bakışlarıyla altına (insana) çevirenler/bize de bir göz ucuyla bakarlar mı ki? -Kim bunlar? -Yüce Sevgilimiz ve Ehl-i Beytidir.

Derdem nohofte bih zi-tabîbân-i muddeî/Bâşed ke ez hizâne-i gaybem devâ konend.

Şarlatan tabiblerden derdim gizli kalsın daha iyi!/Gayb hazinesinden devâmın erişeceğini umarım.

Ey Azîzan, şarlatan tabiblerden sakınalım. İyi ağacın kötü, kötü ağacın iyi meyve vermeyeceğini bilelim. Biribirimizle “Hakk” yönünde öğütleşelim. Bundan çekinirsek içimizdeki Habil'i Kabil'den koruyamayız. 1987 Mart ayında, o dönemin Zaman gazetesinde, İslâm'da insanlık onuruyla bağdaşmayan cezaların olmadığını yazdım, “garb-zede” oldum. Oysa Doğu ve Batı Allah'ındır. Doğu'ya göre doğru, Batı'ya göre doğru yoktur. O sırada bana “garb-zede” diyenlerin bir kısmı, yirmi yıl sonra da “çağa yeterince ayak uyduramayan, değişemeyen, -neûzübillâh- Ehl-i Sünnet akılcılığıyla Kur'an'ı sorgulayamayan, Kur'an-ı Kerim'de de hata olabileceğini kabul edemeyen fundamentalist” diyebildiler. Bu kafa ve kavram kargaşasında nasıl anlaşacağız? Yoksa, benim dışımda bu anlaşma gerçekleşti de benim haberim mi yok? Yoksa, “anlaşma tutsaklıktır, herkesin doğrusu kendine, tek doğru yoktur” görüşünde mi uzlaştık? Böyle ise, “Asr” Suresi'ndeki “El-Hakk”ın anlamı nedir?

Ey Azîzan, ne dersiniz? Yoksa ulemâmıza göre “el-Hakk” da içi boş bir kavram mıdır? Tövbe estağfirullah!