Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Muvazene!

Derin Gerçekler

Muvazene, ahenk, uyum, ritim. Bunlar “denge”yi ifade eder. Adalet aslında dengenin nirengi noktasıdır. Adalet yoksa zulüm vardır.
Bizim geleneğimizde “Def-i mazarrat celbi menafiden evladır.” Yani öncelik, iyilik yapma da değil, kötülerden uzaklaşmak, kötüleri uzaklaştırmak, kötülükten uzaklaşmaktadır. Değilse yapılan iş, dibi delik kovaya su doldurmak gibidir. Tersine gidilerek Mersine varılmaz.
Def’i mazarrat kuralı, kalıp olarak kelime-i Tevhid’de de vardır. Mesela Abdest bir arınmadır. Allah’ın huzuruna çıkarken, elimiz, yüzümüz, elbisemiz, dilimiz, 5 duyumuzun temiz olması gerekiyor. Bakın bu FİİLİ bir ARINMA’dır. Aynı zamanda MECAZİ, SEMBOLİK, TEMSİLİ bir arınmadır. Bu arınma, hem MADDİ yani NECASET’den arınmadır hem de MANEVİ, yani görünmeyen, manevi kirlerden, yani HADES’den arınmadır. Buna TEHARET diyoruz, GUSÜL diyoruz. Bir Müslümanın hayatında en az büyük ve küçük teharet olmak üzere günde 5 Temizlik eylemi vardır.
HADES’ten taharet bir bakıma İMAN’ın DİL ile İKRAR’I yanında KALB ile TASDİK’i anlamındadır. Hani Allah (cc) “Dua edin icabed edeyim” diyor ya bunun 2 mutlak şartı var. Birincisi TALEB’in USUL ve ESAS itibarı ile MEŞRU’luğu, diğeri ise, eğer “Namaz ile Allahtan bir şey isteyecekseniz” ABDEST’li olmanız. Yani Allah’ın huzuruna çıkarken, elinizin, yüzünüzün, dilinizin, kalbinizi, aklınızın, 5 duyu’nuzun ve elbisenizin temiz olması gerekiyor.
Elbise sadece kıyafetiniz değil. Cüzdanınızdaki paranın, sahip olduğunuz arabanızın, evinizin, eşyalarınızın, hatta makamınızın temiz olması gerekir. “Kem alat ile kemalat olmaz.” “Haram para ile hayır olmaz.”
Haram, Fısk, Masiyet ve Fucur içinde yaşamaya devam edeceksiniz sonra da Allah’tan sağlık, afiyet, rahmet, bereket isteyeceksiniz. Önce onları terk edecek, sahibine iade edecek, helalleşecek ve sonra da bir daha yapmamak üzere tevbe edeceksiniz, ancak ondan sonra o elleri Allah'a uzatabilirsiniz.
Siyasetin ve hayatın muvazenesi Adalet iledir. Zulüm, Adaletin yokluğudur. Allah, cahillere ve zalimlere yardım etmeyecek, aksine onların işlerini sarp dağlara sardıracak, üstlerine pislik yağdıracak.
Çaldıklarınızın, haram yoldan elde ettiklerinizin bir kısmını hayır için kullanarak halkı kandırsanız da Halık’ı (yaratıcıyı) kandıramazsınız. Halkı kandırırken sureti Hak’dan gözüktüğünüz için Allah’ın gazabını artırmasına sebeb olacaksınız. Güfte ile beste uyumlu değilse, ikisi’de tek başına mükemmel olsa da ortaya çıkan sonuç güzel olmayacaktır, tıpkı bizim İstiklal Marşımıza, batı müziği bandosu bir beste giydirilmesi gibi. Bu anlayış tesettür farz olan bir dinin mensuplarını açılmaya zorlamak gibidir. Riba’yı haram bilene Riba dayatmak gibidir.
Devlet bir çoğunluğun desteği ile bir iktidar tarafından yönetilse de, yönettiği halk bir bütündür. Devlet icraatlarına bütün halkın katılımını sağlamak zorundadır. Milletin de efradına yani bütün ferdleri ile ilgili bir kapsayıcılıkla hareket etmesi, ağyarına ya da bunun dışında yanlış anlaşılmasına mani bir uslubla hareket etmesi gerekir.
Mesela, son yardım kampanyasında, kamu kaynakları milletin bütününe aittir. Bir takım kişiler de bu kampanyaya destek verdi. Bu kampanya da çoğul olsaydı keşke. TMSF olmamalıydı mesela. Mülkiyeti tartışmalı kaynakların hayır içinde kullanılması ne kadar doğru?

Zekat olarak verilen para ile, kaynağı belirsiz bir kazancın harmanlandığı bir havuz bana oldukça riskli geliyor. Zekatı Diyanet vakfı ayrıca toplasaydı. Solcular, muhalefet kanadı kendi belediyeleri üzerinden yardım toplasalardı, Camiyi Diyanet toplayacaksa, Papazlar, Hahamlar, Ruhbanlar da ayrıca toplasaydı. Diğer geleneksel kurumlar Kızılay kapısını kullanabilirdi. Devlet zaten olmaz da, hükümet milletin, sivil toplumun rakibi değil, olmaz, olmamalı. Kurumlar değil insanlar ibadet eder, insanların vicdanı var. Evet, Yardım toplamanın da, bunların tasarrufunun da bir fıkhı var, ahlakı var, hukuku var. Bir şeyin kanunlara uygun olması her zaman hukuki olduğu anlamına gelmez. Hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir mesela.

Bu tür felaketlerle ilgili gazab ayetlerine bir bakın. Ya imtihandır ki, Allah gerçekten iman edenlerle etmeyenleri bu şekilde insanlara gösterecektir. Elbette bunların sebebleri de vardır. İnsanlar da çözüm için makul ve meşru sebeplere, ilim, hikmet, yardımlaşma konusunda imtihan edilmiş olacaklardır. Allah bizi ''mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan'' edecektir. Bu bir.
İki, başımıza gelen felaketler ya cahilliğimiz, ya zalimliğimiz, ya masiyet, ya da kibir ve tefrika sonucu Allah’ın gazabının ve cezasının bize ulaşmasıdır. Ya da, Allah birilerini başımıza musallat eder, onların yaptıkları yüzünden yeryüzü fesada uğrar, içimizden birileri onlardan korkarak siner, kimileri de makam ve menfaatleri uğruna zalimlerle birlik olur. İşte bu manzara ortaya çıktığında tevbe edenlerle birlikte iyi, akıllı, dürüst ve cesur insanlar birlik olur, zalimlere karşı direnirler ve Allah'ta onlara yardım eder. Allah o zalimleri kahreder, Mazlumlara yardım eder ve onları yeryüzünün varisleri kılar. Ta ki, onlar yeniden Allah’ın ipini bırakıp zalimlerden, cahillerden olana kadar.
Biz, herkesi hayırlı işlerimize ortak etmeliyiz ki, zulme meyledenlerin kalpleri yumuşasın ve onlar da “Müellefetül Gulub”tan olsunlar. Aramızda ortak bir kelime olsun... Mekke dönemindeki “Hılful Fudul” böyle oluştu. Ah-i Evran (Evrensel kardeşlik) anlayışının temelinde bu vardı. Allah böyle buyurdu: “Zulümde, haramda, kötülükte yardımlaşmayın, hayırda yarışın.” Allah’ın rahmetine giden yolda, davetimiz tüm insanlığa açık olmalı.
Yardım açık da verilmeli, gizli de. Haramzadelerin cömert (!?) yardımları yanında helal kazanç sahibi kişi ve kuruluşların basit yardımlarını hor görmeyin. Onların bereketi ötekilerle kıyas kabul etmez. Eğer onlar bu yardımları ile haksız kazançlarını perdelemek için bunu yapıyorlarsa, bu yardımları Allah’ın gazabını artırmaktan başka bir işe yaramaz. “Vay o Allah’ın adı ile insanları aldatmaya kalkanlara, onların işi Allaha kalmıştır.” Haşa birileri, Allah’ın yetmeyen gücüne güç, yetmeyen aklına akıl, yetmeyen parasına para yetirecek değildir.
Dini borçların toplanmasının ve harcanmasının muhasebesi farklıdır. Bunların vasiyet, vakıf, özel bağış, Sadaka, Zekat, Fitre, Vekalet, Adak, Kefaret şartlarına bağlı olarak gruplanması gerekir.
Bir de devlet ya da kurumlar adına yapılan yardımlar önemli. Ama ferdi, cennete taşıyacak olan onun şahsi katkısıdır. En az o yardıma muhtaç olanlar kadar, yardım eden açısından manevi bir kazanç. Tevbe, Arınma ve Keferat, Vicdan ve Merhamet duygularının canlı tutulması, “bağışlanma umudu” açısından ayrı bir değeri vardır.
Bu aynı zamanda yoksul ve muhtacın, mağdurun yarasına derman ve hastalığına şifa, çaresizliğine çare olacaktır. Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir.
Bakın, vicdan, merhamet kötü değil.
Ama din, farklı sorumluluklar yükler.
Orada Allaha adanmışlık vardır.
Biri insani bir duyarlılık, ötekisinde bir borçluluk, sorumluluk sözkonusu.
Bu konu burada bitmeyecek, yarın da devam edelim.
Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 379 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar