Ahmed Kalkan
Namaz Hayattır, Hayat da Namaz Gibi İbâdet Olmalıdır -II-
Namazın olmazsa olmaz rükûnlarını, farzlarını günlük hayata da taşırsak, aradaki kesin benzerliği daha da anlaşılır kılarız. Namazın erkânı da denilen şartları, yani, onlar olmadan namazın da olmayacağı şeylerden bazılarını hatırlayalım: Hadesten, yani hükmî pislikten temizlik; necasetten, yani hakiki pislikten temizlik; avret sayılan bölgeleri örtmek; namazı kıbleye dönerek kılmak. Yine, niyet, yani hangi namazı ne için edâ ettiğini bilerek, namazı Allah rızası için yerine getirmek; namaza tekbirle başlamak; kıyamda durmak, namazı ayaklandırmak; namazda Kur'ân"dan mutlaka bir parça okumak; rukû'; secde"
Hadesten ve necasetten tahâret: Günlük hayatımızda da en büyük necaset olan şirkten temizlenmeliyiz ki, hayatımız ibâdete dönüşsün. "Müşrikler ancak pisliktir." (9/Tevbe, 28). Necis pis demektir; neces ise pislik. Müşrikler pis değildir, pisliğin kendisidir (neces). Pis temizlenir, ama pislik, kendisine değen başkalarını da pisler; uzaklaştırılmadığı veya yok edilmediği zaman onun pisliğinden zarar görülür. Esas pisliğin şirk ve müşrik olduğu için hayatın ibadet olmasının birinci şartı bu pisliklerden arınmış olmaktır. Şirk namazı geçersiz kıldığı gibi, hayat ibadetini de mahveder. Günahlar da Kur"an"da kötülük, çirkinlik, azgınlık, pis gibi kelimelerle ifade edilmiştir. Temizlik için onlardan da arınmak gerekir.
Rukû da namazın esaslarındandır. Allah"tan başka herhangi bir gücün önünde boyun eğmenin yanlışlığını kavramak ve bunu duyurmaktır rükû. Rükû, insanın ancak Allah"ın önünde eğilerek izzet bulacağını, başka nesnelerin önünde boyun bükmenin esâret ve zillet olacağını kendi nefsine ve başkalarına göstermektir.
Yüce Allah'ın yarattığı vücut organları, yine Allah'ın yarattığı âciz yaratıkları tâzim etmek için kullanılamaz. Bu, Yaratıcı'ya karşı nankörlük ve küfür demek olur. Allah'tan başkasının huzurunda saygıyla divan durulamayacağı gibi, kula kulluk etmek için rükû ve secdeyi hatırlatan, çağdaş tapınmalar, reveranslarda da bulunulamaz. Bu tür davranışlar, eşref-i mahlûkat için bir züldür, alçalmadır.
Âlemlerin Rabbi Allah"a samimiyetle rükû ve secde edenler, Allah"ın dışında hiç bir varlığın, makamın, çıkarın, gücün önünde boyun eğmezler. Başlarını dik tutarlar, haysiyet ve şereflerine sahip olurlar. İnsanlık onurlarını âciz, güçsüz ve zorba karakterli varlıkların önünde harcamazlar. Allah'a gerçek anlamda ve gereği gibi rükû ve secde eden kul, kula kul olmaktan kurtulur. Mü'min, yalnız yaratıcısı Allah'ın huzurunda eğilir; namazda ve namaz gibi ibâdet bilinciyle yaşadığı hayatının her safhasında.
Rükû, namazdaki bir rükün olmanın yanında, Allah'a her konuda ve tam manasıyla boyun eğişin somut şeklidir. Rükûda asıl olan, kalbin bütün ilgilerden arınarak Allah'a yönelmesi, samimi bir teveccüh ile O'na bağlılığını ve itaatini arzetmesidir. Allah'ın huzurunda eğilmeyen insan, ne çarşıdaki ne gönlündeki putları devirebilir. Allah'ın önünde eğilmeyen kimse, küfrün belini bükemez; tâğutun ve şeytanın belini kıramaz.
Başkasının önünde eğilip rükû etmek, secde etmek nasıl şirk ise; günlük hayatta da başkalarının gayr-ı meşrû emirlerini benimseyerek onlara mutlak itaat etmek demek, onlara kul olup onlara ibadet etme demektir ve bu da şirktir.
Secde: Secde; sözlükte, eğilme ve boyun büküş demektir. Bu anlamda secde, Allah"ın önünde eğilme ve O"na karşı kulluk yapmak demektir ki insanları, hayvanları ve cansızları kuşatır. Secde, bir anlamda üstün bir varlığın önünde, onu büyüklemek ve kendini o varlığın karşısında küçük görmek üzere, saygıdan eğilmek, yere kapanmaktır. Özel anlamıyla secde; en önemli ibadet olan namazı tamamlayan, alnı, elleri, dizleri ve ayakları yere koymak şeklindeki hareket ve namazdan bir rükündür (olmazsa olmaz şartıdır). Allah'ın huzurunda yere kapanış demek olan secde, Allah'a memnuniyetini ve itaatini bildirmek veya şükretmek için yapılan bir ibadettir.
İbâdet Anlamıyla Secde: Secde, son derece tevazu (hürmet) ile alçalıp baş eğmektir ki, "kibr"in karşıtıdır. İslâmî manada, alnı yere koymak şeklindeki Allah"ı ta"zimin (büyüklemenin) ve Allah"a itaat etmenin en yüksek göstergesidir. Her çeşit secdede ibadet, boyun büküş, tezellül (kendini aşağı görme) ifadesi vardır. Bunun için İslâm'a göre Allah"tan başkasına secde edilemez; bu küfürdür. Kendisine secde edilmeye lâyık Allah'tan başka hiçbir şey yoktur. Yüceltilmeye, tâzimde bulunulmaya lâyık yegâne makam Allah'tır. Allah"tan başkasına secde edenler o secde ettikleri şeyi ilâhlaştırmış ve Allah"a şirk koşmuş olurlar.
Kul, ister Allah"ın huzurunda isterse bir başkasının huzurunda yere kapansın; onun bu durumu bir itaat ve önünde yere kapandığı şeye mutlak bir bağlılıktır. Secde eden kimin karşısında secdeye kapanıyorsa, o makama karşı sınırsız bir saygı duyuyor, onu en büyük tanıyor, ona en büyük sevgiyi besliyor demektir. Bu saygı ve tâzim, ister korkudan kaynaklansın, isterse derin bir hayranlık duygusundan, durum değişmez. Çünkü insanın kendini en aşağı, en küçük, en güçsüz gördüğü durum, secde halidir. Öyle ki kişi, secdede kendini bir hiç olarak görür (kendini zelil sayar), ama karşısında secdeye kapandığı makamı ise en büyük tanır. Bir makamı veya şahsı yüceltmenin, secdeden daha ileri ve daha aşırı bir biçimi düşünülemez.
Bu bakımdan tarihte ve günümüzde yaşayan bütün müstekbir zorbalar, insanların kendi huzurlarında ve makamlarının huzurunda secde etmelerini, o makamlar karşısında boyun bükmelerini istemişlerdir. İnsanların kendi huzurlarında eğilmelerinden vahşî bir zevk almışlardır. Firavunlar ve çağdaş takipçileri, insanların saygıyla karşılarında eğilmelerini isteyerek mâbud haline gelmişlerdir. Yeryüzünde azıp haddi aşan, kendilerini tanrı makamında gören bütün tâğutlar aynı karakteri taşırlar. Kendileri Yüce Yaratıcı'nın huzurunda secde etmekten yan çizerler; ama aynı zorbalar insanları kendi huzurlarında eğilmeye zorlarlar. Peşinden gittikleri liderleri iblis de Allah"ın emrine karşı gelerek secde etmekten kaçınmıştı
Secde, namazın en önemli hareketidir. Secde; ibadetin, kulluk tavrının özü ve esasıdır. Kur"an-ı Kerim, çeşitli âyetlerde secde edenleri övmektedir (9/Tevbe, 112; 7/A"râf, 120; 26/Şuarâ, 219). Peygamber'e uyan ve O'nun Allah katından dini benimseyip yaşayan sahabelerin ve mü"minlerin yüzlerinde secde izleri vardır. Onların mü"min oldukları neredeyse alınlarındaki secde izinden (yani itaatleri vücut organlarının Allah"a teslimiyetinden) belli olur. "Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rızâ isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır."(48/Fetih, 29) Namazdaki secde, namaz dışında itaat demektir. Yüz, vücudun temsilcisidir; secde itaatin temsilcisi olduğu gibi. O yüzden "yüzde secde izinin gözükmesi" demek, itaatin eserinin, bütün organlarda görülmesi demektir.
Allah'a her yerde secde edilebilmekle birlikte, secde/ibadet için özel yapılar da söz konusudur. Bu konuyla ilgili ayette, secdenin/ibadetin sadece Allah'a yapılması vurgulanmaktadır: "Mescidler (yahut mescedler/secdeler veya secde âzâları) yalnızca Allah" ındır. Öyleyse Allah ile beraber başka bir şeye (ve kimseye) kulluk etmeyin!" (72/Cinn, 18) "Mescid", secde edilen yer demektir. Bu anlamda bütün yeryüzü bir mesciddir. Çünkü yeryüzünün her tarafında Allah"a secde edilmektedir. Ancak mescid denilince, genellikle cemaat halinde topluca namaz kılınan yerler, şimdiki câmiler, namazgâhlar akla gelir. Bu ayette (72/Cinn, 18) geçen "mescid"in çoğulu mesâcid kelimesini "mesâced" şeklinde okuyanlar da bulunmaktadır. "Mesâced", "mesced"in çoğuludur ve anlamı secde yerleri demektir. Dolaysıyla âyeti şöyle de anlamak mümkündür: Secdeler ve secde yerleri, yani alın, burun, eller, dizler ve ayaklar Allah"a aittir. Onları yaratan O"dur. Öyleyse O"nun yarattığı uzuvları (organları) O"ndan başkasına secde ettirmeyin, yalnızca O"na secde edin.
İbn Abbas"tan rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.s.) buyurdu ki: "Yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum. Bunlar, alın, -eli ile burnuna işaret etti-, iki el, iki diz ve iki ayak (ucudur)." (Müslim, Salât 231, Hadis no: 491, 1/355; Ebû Dâvud, Salât, Hadis no: 891, 1/235; S. Buhâri, Tecrid- Sarih Terc. 3/847-848) Allah"ın yarattığı organlar O"na şükretmek ve O"na itaat etmek O'na secde etmek yolunda kullanılmalıdır. Secde, kulun şükrünün en yüksek makamıdır. Kul secde ile itaatin, saygının, ilâhî sevginin, huşû"nun en yücesine çıkar. Kulun Rabbine en yakın olduğu hal, secde halidir. Kişi secdesi ile Rabbinin katında derece kazanır. Secde edenler, Allah"ı hakkıyla ta"zim ederler.
Yüce Allah'ın yarattığı bu vücut organları, yine Allah'ın yarattığı âciz yaratıkları tâzim etmek için kullanılamaz. Bu, Yaratıcı'ya karşı nankörlük ve küfür demek olur. Allah'tan başkasının huzurunda saygıyla divan durulamayacağı gibi, kula kulluk etmek için rükû ve secdeyi hatırlatan, çağdaş tapınmalar, reveranslarda da bulunulamaz. Bu tür davranışlar, eşref-i mahlûkat için bir züldür, alçalmadır. Şurasının altını çizmek gerekiyor ki âlemlerin Rabbi Allah"a samimiyetle secde edenler, Allah"ın dışında hiç bir varlığın, makamın, çıkarın, gücün önünde boyun eğmezler. Başlarını dik tutarlar, haysiyet ve şereflerine sahip olurlar. İnsanlık onurlarını âciz, güçsüz ve zorba karakterli varlıkların önünde beş paralık etmezler. Allah'a gerçek anlamda ve gereği gibi secde eden kul, kula kul olmaktan kurtulur. Mü'min, en şerefli organı olan yüzünü, insanların üzerinde gezinip tepindikleri toprağa sürerek, kendisini işte o topraktan yaratan Yaratıcı'nın karşısında ne kadar basit ve âciz olduğunu hatırlar. Mü'min, yalnız yaratıcısı Allah'ın huzurunda zelil hisseder.
Allah"ın karşısında secde etmeyenler, ancak "kibirli", "burnu havada" olan kimselerdir. Onlar Allah"a secde etmeyi gururlarına yediremezler, ama her türlü çıkarın, dünyalık makamların ve zorba yönetimlerin önünde eğilirler, aşağı bir seviyeye düşerler. Küçücük bir menfaat için ya da az bir çıkar veya maaş uğruna üstlerine süklüm-püklüm olurlar. Allah'ın kendisine secde emrinden kaçınanlar, kula kulluk için emre âmâdedirler. Bunlar, halk deyimiyle "emir kulu"dur; âmirleri kim olursa olsun, hazırola geçmeye, boyun eğmeye, kulluk göstermeye (secdeye) hazırdırlar.
Rabbimiz, kendisine secde etmeye yanaşmayanları çeşitli şekillerde rezil ve rüsvay eder, burunlarını sürter, onlara hiç bir izzet ve şeref vermez. İnsanların huzurlarında secdeye kapanmalarını veya secde eder gibi eğilmelerini isteyen sultanların veya onlar gibi davrananların bu haline Allah (c.c.) gazap eder.
Allah'ın önünde eğilmeyen insan, gönlündeki putları deviremez, küfrün belini kıramaz. Secdeden kaçınan insanın yoldaşı, secdeden kaçınanların ilki olan şeytandır.
Secdede asıl olan, kalbin bütün ilgilerden arınarak Allah'a yönelmesi, samimi bir teveccüh ile O'na bağlılığını ve itaatini arzetmesidir. Secdesi çok olanlar, yani sâcidîn ve "süccâd" olanlar, yeryüzünü tertemiz mescid haline getirenler, Rablerinin katında yüceldikçe yücelirler. Allah, kendisi için tevâzu gösterenleri, başını secdeye koyanları aziz kılar, yükseltir. Sadece Allah'ın huzurunda eğilip O'na secde edenler, bir anlamda "mirac"a çıkarlar. Zaten namaz mü"minin miracı değil midir?
'Rükû"su ve 'secde'si uzun tutulan namazlar daha faziletlidir. Bu iki makamda yapılan zikirler, edilen dualar ve kunutlar kabul edilmeğe daha yakındır. Bundan dolayı mü"minler secdede çok dua ederler ve Allah"ı çokça tesbih ederler.
Allah"ın karşısında rükû ve secde etmeyenler, ancak "kibirli", "burnu havada" olan kimselerdir. Onlar Allah"a secde etmeyi gururlarına yediremezler; ama her türlü çıkarın, dünyalık makamların ve zorba yönetimlerin önünde eğilirler, aşağı bir seviyeye düşerler. Küçücük bir menfaat için ya da az bir çıkar veya maaş uğruna üstlerine süklüm-püklüm olurlar. Allah'ın kendisine rükû ve secde emrinden kaçınanlar, kula kulluk için emre âmâdedirler. Bunlar, halk deyimiyle "emir kulu"dur; âmirleri kim olursa olsun, hazırola geçmeye, boyun eğmeye hazırdırlar. Bütün yaratıklar ve özellikle hayvanlar, aslında her durumda rükû halini yaşamaktadırlar. Rükû etmekten kaçınan insan, böylece hayvandan da aşağı duruma, alçakların alçağına düşmüş olur.
Rükûsu ve secdesi çok olanlar, yeryüzünü tertemiz mescid haline getirenler, Rablerinin katında yüceldikçe yücelirler. Allah, kendisi için tevâzu gösterenleri, rükû ederek boyun büken ve başını secdeye koyanları aziz kılar, yükseltir. Sadece Allah'ın huzurunda eğilip O'na rükû ve secde edenler, bir anlamda "mirac"a çıkarlar. Zaten namaz mü"minin miracı değil midir?
Yeryüzündeki fesâdın kökünde "tekbir" ve "secde" şuurundan uzaklık, yani büyüklenme vardır. Mü'min, benlik ve kibir hastalıklarını Allahu ekber kılıcıyla keser, secde zaferine kavuşur. Günde 40 rekât namaz kılan bir mü'min, 80 defa secde yapma şerefine kavuşur. Alnını her gün 80 defa yerlere eğerek nefsini ve benliğini kırar; Allah'ın dışında büyük kabul edilmeye, önünde eğilmeye lâyık kimse olmadığının bilincini ispatlar. Bu secdelerle mü'min, "Ene rabbiküm'ul a'lâ" (Nâziât, 24) diyen firavunlara meydan okuyup "Sübhâne Rabbiy'el a'lâ" der. Günün her ânında ve davranışında "lâ"yı yaşamış, şimdi de secdede "illâ"nın en yakınına ulaşmış, hakkal-yakîn olarak sadece Allah'ı ilâh olarak tanımanın hazzına ermiştir. Kibirliliğin göstergesi olan "burnu havada olmayı" secde ile "burnunu yere sürterek" kırmış olur. O yüzden secde, kişiyi şeytanlaştıran kibir ve gurura karşı en güzel, en etkin tedavi yöntemidir.
Allah'ın büyüklüğü karşısında bir hiç olduğumuzu vurgulamak için secde halinde küçülür, küçülür, küçülebildiğimiz en küçük hali alır ve O tek büyüğün, en büyüğün huzurunda yerlere kapanırız. O, sadece kendi huzurunda küçülenleri, başkalarının yanında, eşyanın, maddenin, tüm fânilerin ve âcizlerin yanında aziz kılacak, küçültmeyecek olandır. O, kendini büyük görüp secde etmeyen, itaat etmeyen şeytanları sâğırînden kılan/alçaltan ve kendine secde edenleri yeryüzünde halife ve efendi kılandır.
Ağaçlar secde etmektedirler (bkz. 22/Hacc, 18) Ağaçlar ve bitkiler, namazdaki secde gibi devamlı olarak secdede duruyorlar. Çünkü ağaçların ağızlarına benzeyen kökleri devamlı şekilde yerden su ve besin alırlar. Cisimlerin gölgeleri Allah'a özel bir teslimiyet ve ibadet tarzı olarak her gün nasıl uzayıp kısalıyorsa (16/Nahl, 48; 13/Ra'd, 15) ibadet eden insan da namazda kıyam, rükû, secde ve ka'de yaparken uzayıp kısalır. Müslümanların cemaat halindeki ibadetlerde yaptıkları gibi, sürü halinde uçan kuşlar da Allah'a ibadet ederler: "Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kanat çırpıp uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi salâtını (duâsını) ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir." (24/Nur, 41)
İtaat etmek demektir; rükû, secde, tesbih. İnsan dışındaki varlıkların Allah"a teslimiyet ve itaatleri bu kelimelerle anlatılır Kur"an"da. Bir mü"min günlük hayatında Allah"a teslimiyet içinde itaat ediyorsa, o namaz dışında da rükû, secde ve tesbih yapmış oluyor, Allah"ı tek otorite ve en büyük kabul ediyordur.
Bilindiği gibi, Firavun, Hz. Musa'ya inanmayan ve ilâhlık taslayan zâlim bir yöneticidir. İsrailoğullarını kendine kul-köle yapıp onları ezip sömüren ve açıkça "ben sizin en büyük rabbinizim" (79/Nâziât, 24) deyip halkını kendine secde ettirip taptıran Firavun, iman edenleri imha için ordusuyla takip ettiği Hz. Musa ve kavmi için mucize olarak açılan Kızıldeniz'de ölüm ânında Allah'a iman etti ve secdeye kapandı. Bu iman, yeis/ümidsizlik halinde yapıldığı için kabul edilmedi. "Biz İsrail oğullarını denizden geçirdik. Ama Fir'avn ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere arkalarından onlara yetişti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, 'Gerçekten İsrail oğullarının inandığı ilâhtan başka ilâh olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım!' dedi. "Şimdi mi (iman ettin)? Hâlbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. (Ey Fir'avn!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtarıp (sâhilde) bir tepeye atacağız." İşte, insanlardan birçoğu hakikaten ayetlerimizden gâfildirler."(10/Yûnus, 90-92)
Londra Brıtısh Museum'da Fir'avn'a ait olduğu kabul gören ve büyük ihtimalle öyle olan bir ceset sergilenmektedir. Mısır'da firavunların cesetleri mumyalanmak suretiyle muhâfaza edilmekte idi. Âyetten denizde boğulan Firavun'un cesedinin mumyalanmadan, bir mucize eseri korunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 1900 yılında Cebelein mevkiinde, Kızıldeniz sahilindeki kumların altından mumyalanmadığı halde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuştur. British Museum'da muhâfaza edilen bu cesedin en az 3000 yıllık olduğu tespit edilmiştir. Resimlerinden de belli olduğu ve bizzat benim müzede gördüğüm şekilde bu ceset secde eder vaziyettedir. Secde halindeki bu durum, ayette ölürken iman etmesiyle anlatılıyor. Hayatı, halkına zulümle ve Allah'a isyanla geçen, Allah'a secde etmediği yetmiyormuş gibi, "ben sizin en yüce rabbinizim" diyerek (79/Nâziât, 24) vatandaşlarını kendisine secde ettirmekten hayâ etmeyen Firavun'a Allah, öyle bir diz çöktürüp secde ettiriyor ki, binlerce senedir secdeden kalkmayan başı, sürtülen burnu, diğer Firavunlara ve insan şeytanlarına ibret olsun! Ölüm ânındaki bu imanın ve secdenin ahirette onu kurtarmayacağı ayetteki ifadeden anlaşılmaktadır. Ancak, mumyalanmadığı ve benzeri işlemlerden geçmediği halde, Allah'ın hikmeti gereği ve insanlara ibret olması için üç bin yıldan fazla zamandan beri çürümeyen, bozulmayan ve tüm organları, hatta saçları bile yerinde olan cesedin Allahu a'lem, canlı gibi kalması secde halinde ölmesinin bir sonucu olabilir. Yani, secde ancak ölüm ânında yapıldığı için âhirette kurtarmasa bile, Firavun gibi birinin canlı gibi sapasağlam kalmasına sebep olmuş olabilir. Secde sayesinde ve secde ederken öldüğü için bedeni çürümemiş olabilir. Tabii ki en doğrusunu Allah bilir.
Ölüm ânında ve kabul edilmeyen bir secdenin Fir'avn gibi birisine canlı görünümü vermesi gibi, kabul olan ve Firavunlaşmayan kimsenin secdesi, kim bilir insanı nasıl canlı tutacaktır? Allah'a secde eden mü'min, çok şerefli bir hayata secdesi sayesinde hak kazanacak, Allah'ın nice yardımına muhatap olacaktır. Dünyada canlandırdığı gibi, secdenin, ölümden sonra da sayılamayacak faydaları olacaktır.
Secde edip Allah'ın en büyük olduğunu kendine ve her şeye ilân eden kimsenin gözünde ve kalbinde başka bir büyük olamaz. Bazıları parayı, otomobili, kadını, dünyevî makamı/koltuğu, apartmanları, kendini, çocuklarını... büyük görür, giderek bunları veya bunlardan birini tutku halinde fanatik şekilde sever. Mü'minin gözünde ve gönlünde ise büyütülmeye, büyüklüğünü kabul etmeye değer tek varlık vardır; Allah."İnsanlardan bazısı, Allah'tan başkasını Allah'a endâd (eşler ve benzerler) edinir de onları, Allah'ı sever gibi severler. İman edenler ise en çok Allah'ı severler (onların Allah'ı sevmesi her şeyden, her sevgiden daha fazladır)." (2/Bakara, 165)
Secde, meleklerin severek yaptıkları bir ibâdet; secdeden kaçınmak, şeytanların lânetlenmesine sebep bir isyandır. Yükselip meleklerle beraber olmak isteyenler secde merdivenine tırmanmalı; secdeden kaçanlar, bunun "hubût", yani iniş, düşüş ve alçalma olduğunu bilmelidir. Secde, Rabb'e yaklaşmak; secdeden kaçınmak ise, sonunda lânet olan çıkmaz yola girmektir. Secdeden kaçanlar şeytanlaşıp en aşağılara alçalıp yuvarlanırken; mü'min, secde füzesiyle fezâları aşıp yükselir.
Selâm olsun secdelerini artıranlara; gündüz işlerini, gece uykularını Allah için bölüp secde izlerini alınlarına nurla nakşedenlere! Secde üssünden kalkan füzeyle göklerin en yükseğine, "mirac"a doğru kanatlananlara selâm olsun!..
Ne mutlu sadece Allah"ın önünde eğilip rükû ve secde eden, bu davranışıyla insan ve cin şeytanlarını kahredip onların belini bükmek isteyenlere...
Yazıklar olsun tâğutlar önünde basit çıkar için yaltaklanıp iki büklüm olanlara!
(Devam edecek)
vahdet