Nasrallah'ın Kudüs Günü Mesajı (TAM METİN)
Kudüssüz bir namaz, oruç, cihad ve bir çok değer gerek mana açısından gerekse asaleti açısından anlamını yitirir...
Seyyid Hasan Nasrallah
Euzu billahi mineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim. Hamd âlemlerin rabbi Allah'a, salât ve selam peygamberimiz ve peygamberlerin sonuncusu Ebu Kasım Muhammed Bin Abdullah'a, onun temiz ve pak ehline, seçilmiş ashabına ve bütün peygamberlere olsun. Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu.
"Sonunda vaad geldiği zaman, (yine öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi 'kötü duruma soksunlar', birincisinde ona girdikleri gibi mescid (Kudüs)e girsinler ve ele geçirdiklerini 'darmadağın edip mahvetsinler."
Değerli kardeşlerim öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu mübarek günde, Allah'ın ibadetlerinizi kabul etmesini diliyorum. Özellikle sizlerin bu sıcak günde, güneşin altında bekleyişinizin de bu mübarek, şehadet ve hak ayında ibadet ve cihadınızdan bir parça sayılması temenni ediyorum. İmam Humeyni, bugünün hususiyeti, kudsiyeti, yüceliği, fazlı ve şerefi için (Allah ruhunu şad etsin) Ramazan'ın son Cumasını Kudüs Günü olarak seçti. Ve biz, bu sene Kudüs Günü'nü ihya etmek için bu yeri, bu mekanı seçtik.
Ne mutlu sizlere ki şuanda Filistin tepelerine bakmaktasınız ve o tepelerin kokusunu alabilmektesiniz. Biz, anlamlı olması açısından bu mekanı seçtik. Lübnan halkı güneyde ve burada bir çok kurban verdi. Kurbanlar, direnişçilerin cihadı ve Lübnan ordusu, bir çok şehri, köyü, beldeyi, vadiyi, tepeyi sembole dönüştürdü. Biz, bu isimleri andığımız zaman, bunların anlamları aklımıza gelmekte. Cihadi, ulusal, milli, insani, imani, ahlaki değerlerimiz akla gelmektedir. Bir çok sembolik beldelerimizden birisi de Marun er Ras'tır. Özellikle de konumu, verilen kurbanlar, halkının sebatı, Temmuz ayındaki direnişçileriyle Marun er Ras aklımızdadır.
Aynı şekilde bu bölge, bundan birkaç ay önce Filistinli kadın ve erkeklerin, gençlerin kahraman duruşuna şahit olmuştur. Lübnan'daki Filistin kamplarında yaşayan bu insanlar, vatanlarına dönüş haklarına olan bağlılıklarını teyid etmişlerdir. Ve dünyaya kanlarıyla demişlerdir ki: "Onlarca sene, Filistin'den uzak olmak, ne halk ne de ümmet nezdinde, Filistin'i unutulan bir ülke kılmaz."
Biz, bugün burada, öncelikle İmam Humeyni ve sonrasında da imam Hamanei'nin isteğinden ötürü toplandık. Onlar, bizlerden bugünün ihyasını, müstekbirlerin, batının ve batı yandaşlarının, bu davayı unutulma dairesine itmelerine engel olmak için istediler. Biz bugünü ihya ederek Filistin davasını, hafızamızda ve vicdanımızda hatırlama dairesinde tutmayı amaçlıyoruz. Bugünü yine sorumluluk dairesinde kalması için ihya etmekteyiz. Ve bu sorumluluk gerek cihadi, gerek siyasi, gerek enformasyon gerek ekonomi gerek sebat gerek direniş gerek kültürel ve gerekse imani olsun her alanda yüklenilmesi gereken bir sorumluluktur.
Kesinlikle Kudüs ve Filistin, bizim dinimizi, kültürümüzün, medeniyetimizi, mübarek ayda tuttuğumuz oruçlarımızın, değerlerimizin , namazlarımızın, cihadımızın bir parçasıdır. Kudüs'süz bir namaz, oruç, cihad ve bir çok değer gerek mana açısından gerekse asaleti açısından anlamını yitirir.
Değerli kardeşlerim! Ben uygun bir zamanda Filistin ve Filistin'le alakalı tüm konulara ilişkin gelişmeler üzerine konuşacağım. Fakat şimdi, başta Filistin, Mısır, Libya ve Suriye'deki gelişmelere değineceğim. Konuşmamı, Lübnan'la bitireceğim.
- FİLİSTİN
Filistin'le başlıyoruz. İlk sözümüz, mukaddes şehir Kudüs hakkında olacak. Bu kutsal şehrin her gün uğradığı gerek İslami ve gerekse Hristiyan mukaddesatını Yahudileştirme çalışmaları, Kudüs'ün yıkılma tehlikesi, yeni Yahudi sinagogları inşa edilmesi ya da Kudüslülerin günlük hayatlarında, geçimlerinde, yerleşimlerinde uğradığı baskı, Kudüslülerin göçe zorlanması, Kudüs ve çevresinde yeni yerleşim birimlerinin çoğaltılmasına karşı sesimizi yükseltmemiz ve dikkat kesilmemiz gerekmektedir. Uluslararası Kudüs Müeessesi tarafından hazırlanan ve geçtiğimiz günlerde açıklanan yıllık rapor, gerçekten de endişe vericidir.
Kudüs'e karşı ekonomik, siyaset ve enformasyon alanında yerine getirilmesi gereken sorumluluklar var. Bu mukaddesatı korunması ve Kudüslülerin bu topraklarda varlıklarını devam ettirebilmeleri için şuan cihadi sorumlulukları konuşmamız gerekmektedir. Bu sorumluluğu, Filistin halkının yanı sıra İslam ve Arap dünyasındaki devletler, hükümetler ve halklar da üstlenmelidir. Özellikle de Arap Birliği ve İslam İşbirliği Örgütü sorumluluk üstlenmelidir.
Değineceğim ikinci konu yine Filistin hakkında olacaktır. Kudüs Günü'nde vurguladığımız husus, inandığımız Filistin, denizden nehre kadar Filistin halkının ve ümmetin hakkıdır. Bundan ötürü "hiçkimse, Filistin toprağının bir zerresinden ya da suyunun bir damlasından taviz veremez" sloganını bir kez daha tekrarlıyoruz. Bugün buna ilaveten, İsrail'in gasbettiği Filistin'in nokta miktarı petrol ya da gazından, Filistin isminden bir harfinden taviz verilemeyeceğini eklemekteyiz. Ki Kaddafi, Filistin'e "İsratin" ismini vermek istemişti. Filistin isminin her harfi, Filistin toprağının her zerresi gibidir. Suyunun her damlası gibidir. Kimse ondan taviz veremez. Kimse de kesinlikle, ondan taviz vermek adına kimseyle müzakereye giremez.
Filistin devletinin, 67 topraklarının üzerine kurulması meselesi, Filistin halkının karar vereceği Filistin'in iç meselesidir. Biz buna ek olarak, kurulacak her Filistin Yönetimi ya da Filistin devleti, geri kalan Filistin'in hesabına olmamalıdır. Hepimizin gerçek hedefi, özgür Filistin devletinin, denizden nehre kadar olan Filistin topraklarında kurulmasıdır. Ve bu devlet, inşallah kurulacaktır.
Kudüs Günü'nde İsrail hapishanelerindeki Arap ve Filistinli esirleri de yadetmemiz gerekmektedir. Aynı şekilde, ambargo altında ve her gün saldırıya uğrayan, her gün şehid veren Gazze'yi de unutmamalıyız. Aynı şekilde her gün yeni yerleşim merkezlerinin oluşturulmasıyla parçalanan Batı Şeria'yı da unutmamalıyız. 1948 toprakları, aziz ve vefakar halkını da hatırlamalıyız. Ki bu topraklar, yeni projelerle Yahudileştirilmeye çalışılmaktadır. Başta Lübnan olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki Filistinli mültecileri de unutmamalıyız. İnşaallah, Lübnan'ı konuşurken Lübnan'daki Filistinli mülteciler meselesine tekrardan değineceğim.
Değerli kardeşlerim, Biz, bu başlıkların tümünü, bu zor, çetin, üzücü konuları anmaktayız. Ama, unutmamalıyız ki bu sorunların tümünün asıl kaynağı, işgalcidir. Filistin'in işgal edilmesidir. Biz, sonradan türeyen sorunları çözmeye çalışmaktansa bu sorunların ana kaynağı olan asıl sorunu çözmeliyiz. Ki bu sorun, işgaldir.
Eğer biz işgali sona erdirirsek, ortada ne Kudüs sorunu ne mülteci sorunu ne yerleşim merkezleri sorunu ne bağımsız devlet sorunu ne de hapishanelerdeki esirler sorunu kalır. İşte İmam Humeyni'nin Kudüs Günü'ndeki çağrısı da buydu: "Biz, asıl sorun olan Filistin'in işgali sorununu halletmeliyiz. Biz, sorunun sonucu olan sorunları iyileştirmekten ziyade temel sorunun giderilmesine yoğunlaşmalıyız.
Bunun bir benzeri de Lübnan'da oldu. Ne zaman asıl sebep ortadan kaldırıldı işte o zaman işgalden kaynaklanan tüm sorunlar halloldu. Bu bölgenin yaşadığı sorunların tamamı, Filistin işgalinden kaynaklanmaktadır. Filistin'in işgali, sadece Filistinlilerin yaşadığı trajedisi değildir. Bu aynı zamanda Ürdünlülerin Mısırlılar Suriyelilerin Lübnanlıların tüm bölgenin ve hatta tüm ümmetin trajedisidir. Bundan ötürü özellikle de müzakere ufkunun kapanmasından sonra tüm çabalar bu noktaya yoğunlaştırılmalıdır. Gün be gün gerek mülteciler, gerekse işgal altındaki Filistinliler, tek çözümün direniş olduğunu kanaatine vardılar.
Siyonist rejimi askeri, güvenlik ve siyaset açısından sarsan Eilat eylemi, düşmanın zayıflığına; savaşan ve direnen halkın ise iradesine işaret etmektedir. Bu direnen halk, her türlü eylemden sonra kurbanlar vermektedir. Şu günlerde Gazze'de yaşandığı gibi eylemlerin sonuçlarına katlanmaktadır. Bu hedefe giden yoldur. Filistin halkı, tercihini yapmıştır. Hiç kimse onu, bu tercihe zorlamamış ya da bu yolu göstermemiştir.
Ümmetin Kudüs Günü'ndeki sorumlulukları ise Filistin halkının mücadelesini güçlendirmek ve desteklemek için yanında durmasıdır. Lübnanlıların direniş ve ümmet içerisindeki samimi dostlarının desteğiyle topraklarını kurtardığı gibi Filistinliler de bizlerin desteği ve yanlarında durmamızla, topraklarını kurtaracaktır.
Bölgedeki değişim, Filistin davası ve Filistin'in menfaatleri için gerçekten de çok önemlidir. Biz, şuanda bazı gelişmelerle karşı karşıyayız. Bizim Filistin davasını destekleyen gelişmelerin yanında durmamız gerekmektedir. Eğer burada Filistin davasını olumsuz etkileyecek bir gelişme varsa, bu gelişmeyi hikmetle, akıl ve mantıkla normalleştirmemiz gerekmektedir.
- MISIR
Mısır'a gelince" Mısır'da gerek resmi ve gerekse sivil anlamda, olumlu bir duruş sergilenmekte olduğunu görmekteyiz. Bu duruşun büyüklüğü ya da keyfiyeti ne olursa olsun bu Mısır'ın yeni bir döneme girdiğinin işaretidir. Eğer hala Hüsnü Mübarek, rejimi var olmuş olsaydı, tabi ki Mısır'daki refleks daha farklı olurdu. Bilakis Hüsnü Mübarek'in öfkesi, Filistinlilerin üzerine olurdu. Filistinlileri Eilat eyleminden, Mısırlı askerlerin ve subayın şehadetinden sorumlu tutardı. Bugün, gerek resmi gerekse sivil duruş olsun, önemli olan, binlerce kişinin, hala Kahire'deki İsrail Büyükelçiliği önünde protesto gösterisi düzenliyor olmasıdır. Bu göstericiler, İsrail elçisinin kovulmasını istemektedirler. Bundan önce bu tür bir olay vaki olmadı.
Mısır'ın Siyonistlere gönderdiği mesaj, ya da Gazze'de gerçekleştirilen saldırılardan dolayı uyarılarıyla Mısır'ın 2008 yılındaki Gazze savaşı döneminde gösterdiği düşmanca tavır arasında fark var. Üzücü olan 2008'de savaş ilanının Mısır'dan yapılmış olmasıdır. Mısırlıların gösteri düzenlemesi ve Mısır'daki büyükelçilikteki İsrail bayrağını indirmeleriyle 2008 yılında Gazze'yle dayanışma içerisinde olmak için gösteri düzenlemek isteyen göstericilere ateş açılması arasında fark var.
Mısır'ın harekete geçmesi, bölgede büyük bir stratejik değişimin başladığına delalet etmektedir. Değerli kardeşlerim dikkat edin! Kısa zaman önce Mısır'da olanları, "Mısır hareketlenmesi" olarak isimlendirmiyorum. Mısır'ın azıcık "kımıldaması" olarak isimlendiriyorum. Bu kımıldama karşısında dahi İsrail, sarsıldı. Netanyahu, Eilat eyleminin sonuçlarına rağmen ve Gazze şeridindeki mücahidlerin, Filistin'in güneyindeki yerleşim merkezlerine Katyuşa'yla karşılık vermesine rağmen İsraillilerin karşısına çıkarak "Biz, Gazze'ye geniş çaplı bir operasyon düzenlemek için kara saldırısı düzenleyemeyiz. Çünkü bu bizim Mısır'la olan ilişkimizi olumsuz etkiler" dedi. Mısırlılar azıcık kıpıldamadan başka bir şey yapmadılar. Bir de Mısır'ın duruşunun tedrici olarak daha iyiye gittiğini düşünün. Mısır halkını ve ordusunu yakinen tanımamızın neticesi olarak söylüyoruz ki biz, Mısır'dan bu duruşu ve tutumumu beklemekteyiz.
- LİBYA
Şimdi Libya konusuna geçelim. Şüphesiz ki Kaddafi rejimi, halkına ve Filistin davasına karşı bir çok hata yapmış ve suç işlemiştir. Bu hatalarından birisi de lider İmam Musa Sadr ve arkadaşı Şeyh Muhammed Yakup, Üstad Abbas Bedir'i alıkoymasıdır. İşte bugünlerde onlar Libya yönetimi tarafından alıkonuldular. Ki o zaman Kaddafi'nin misafirleriydiler. Bu suç, İsrail'in projelerine hizmet amacıyla işlendi. Hepimiz, İmam Musa Sadr'ın kim olduğunu ve Kudüs davası için ne ifade ettiğini çok iyi bilmekteyiz. Filistin, daima onun aklında, iradesinde ve kararlarındaydı. O "Ben, Filistin direnişini, sarığımla, mihrabım ve minberimle korumaktayım" demişti. İmam, Filistin davasının tasfiye edilme tehdidiyle karşılaştığı o senelerde kaçırıldı. İmam'ın kaçırılışı ve ondan sonra olan gelişmeler, Filistin ve Lübnan direnişini hedef alan sonuçlardı. Ben bu sürece şimdi tekrardan dönmek istemiyorum. Bu, Kaddafi'nin işlemiş olduğu en büyük suçtur.
1978 senesinde ve sonrasında Musa Sadr, eğer şu meydanda bulunabilseydi, Filistin direnişi menfaati açısından çok büyük gelişmeler söz konusu olacaktı. Lübnan direnişi, vatanın birliği, Lübnan'daki ve bölgedeki Filistin davası hususunda ciddi olumlu gelişmeler olacaktı. Bugün Libyalı kardeşlerimizden, devrimcilerden ve mücahidlerden bu trajediye bir son vermelerini bekliyoruz. Biz, İmam Musa Sadr ve iki arkadaşının, Lübnan'a sağ salim dönmesini umud ediyoruz.
Libya'nın, Filistin'den ve Arap dünyasından uzaklaşmasına neden olan suç ise Latin Amerika'ya ya da Afrika'ya gitmek istediğinde, Filistin'i ve Filistin davasını inkar etmesidir. Libyalı devrimcilerden, Arap dünyasına ve Filistin davasına dönmeleri beklenmektedir. Biz, bu halkın kültürünü ve vicdanını bilmekteyiz. İşgale karşı direniş gösteren, direniş lideri Ömer Muhtarı ve binlerce şehid veren bu halkın, Filistin davasına dönmemesi mümkün değildir. Bu direniş, siyasetinde, planlarında ve kararlarında güçlü olmalıdır.
Biz, Libya halkının önünde büyük sorumluluklar olduğunun farkındayız. Güvenlik, birlik ve devletin yeniden inşasının sağlanması gibi önemli sorumlulukları bulunmaktadır. Ama yapması gereken en önemli şey, Libya'nın zenginliklerini gasbeymek için hazırlanan Amerika ve batının saldırılarına karşı bağımsızlığı sağlamaktır. Burada da Libya halkının asaletine itimat etmekteyiz.
- SURİYE
Bu Kudüs Günü'nde Suriye'deki gelişmeler hakkında Filistin çerçevesinde kınayıcının kınamasından korkmadan söylenilmesi gereken şeyleri söyleceğiz. Bu gerçek, hiçkimsenin görmezden gelemeyeceği ya da unutamayacağı Suriye'nin duruşudur.
Bugün, Suriye yönetiminin Arap-İsrail mücadelesinde ve Filistin davasındaki duruşu üzerinde duracağım. Birincisi, Suriye yönetiminin, aziz Suriye halkının ve cesur askerlerinin ulusal sabitlerine bağlı kalmasıdır. Bu liderliğin, Suriye'nin kendi haklarına, Suriye topraklarının her zerresine, suyunun her damlasına ve Arap haklarına bağlı kalmasıdır. Amerika ve batının baskılarına rağmen geçtiğimiz son 10 yılda, Sovyet rejiminin çöküşü, Arap dünyasının hezeyanı, Amerika'nın körfez bölgesine doğrudan saldırması, son olarak Irak işgali, işte bu gelişmelerin hiçbirisi, Suriye yönetiminin sarsılmasına sebep olmamıştır.
Suriye ve Arap haklarına olan bağlılığını etkilememiştir. Eğer Suriye yönetimi, taviz verseydi, boşlasaydı, zayıflasaydı Filistin davası ve Filistin ortadan yok olurdu. Suriye, baskılara maruz kaldı. Fakat direnen Suriye, teslim olmadı.
O halde değerli kardeşlerim, sayın Araplar ve Filistinliler, Suriye direndi. Filistin gidişatında ise müzakerelerde parçalanmalar oldu. Eğer Suriye, taviz verseydi ne olurdu? Suriye, İsrail'le sorunu halletseydi, Filistin davasını terk etse ve Filistinlileri kendi hallerine bıraksaydı ne olurdu. Bugün Filistin davası ne halde olmuş olurdu? Bunun için ben "Suriye yönetiminin Filistin davasının varlığı, korunması, tasfiyesinin engellenmesi ki bu daima Amerika ve batının bölgede gerçekleştirmek istediği en büyük hedefti- hususunda büyük bir payı vardır" diyorum. Unutulmaması gerekir ki Suriye'nin bu duruşu, Filistin davasının varlığını sürdürmesi ve tasfiyesinin engellenmesi için olmazsa olmaz bir şarttır. Bu Suriye'yle ilgili değinmek istediğim birinci konudur.
İkincisi ise unutmamalıyız ki Suriye'nin, özellikle bu yönetimin Filistin ve Lübnan'daki direnişin yanında duruşu, sadece bir duruştan ibaret değildir. Lübnan'daki ve Filistin'deki direnişi desteklemiştir. Bu en önemli etkenlerden birisidir. Hatta İran'ın desteği bile, Suriye kanadıyla direnişe ulaşmaktadır. Eğer Suriye'nin iradesi ve duruşu olmasaydı, İran'ın desteği ne Lübnan'a ne de Filistin'e ulaşırdı.
Eğer siz bugün, burada güney Lübnan'da, Amil dağında bulunuyorsanız, insanlar sizleri televizyondan izliyorsa bu direnişin 2000'deki zaferinin sayesinde gerçekleşmektedir. Eğer direniş, 2000 yılında Suriye'nin yardımı ve desteği olmasaydı asla galip olamazdı. Siz, bugün Arapların ve Lübnanlıların başının dik durmasını sağlayan Marun er Ras topraklarında oturuyorsanız. Siz burada Suriye'nin desteğiyle direnen ve savaşanların sayesinde oturmaktasınız. Şuan bu detayları, Suriye yönetimini zor durumda bırakmamak için girmiyorum.
Onların destekleri sadece manevi bir destek değildi. Aynı zamanda siyasi bir destekti. Filistin'deki ve 2008 yılında Gazze'deki direniş, Gazze şeridinin bugün ulaştığı güçte hiç kimseyi zor duruma sokmamak için bu konuda da detaylara girmek istemiyorum- Suriye'nin payı vardır. Gazze'deki Filistin direniş hareketleri ve liderleri, Suriye yönetiminin Gazze'nin direnmesi, Gazze'nin güçlü olması için göstermiş olduğu çabanın farkındadırlar. Suriye'nin Gazze'yi desteklemesi sebebiyle, Amerika ve batı güçleri tarafından sürekli tehdit ve baskı altında kalmıştır. Bu iki konuyu, hiç kimsenin unutmaması gerekmektedir.
Diğer taraftan hepimiz, Suriye'nin kalkınması, daha iyi olması, daha da güçlenmesi için büyük ve önemli reformlara ihtiyaç duyduğunun kanaatindeyiz. Bu reformlar sayesinde bölgedeki önemli konumundan dolayı, bölgenin menfaati açısından da olumlu gelişmeler olacaktır.
O halde bizler, Suriye'nin bu ulusal duruşunu devam ettirmesini istemekteyiz. Ve ben "hepimiz, gerek Suriyeli gerek Lübnanlı gerek Arap ve İslam toplumları olarak, Filistin ve Kudüs sevdalıları olarak aynı anda hem güçlü bir Suriye hem de ulusal duruşunu koruyan bir Suriye istemekteyiz. Reformlar ve kalkınmayla güçlenen Suriye'yi arzulamaktayız" diyorum.
Bu ne anlama gelmektedir? Bu, dost olduğunu iddia eden, kendisini Suriye'nin dostu ve kardeşi olduğunu iddia eden, Suriye'nin ve halkının güvenliğini isteyen, Suriye'nin bağımsızlığını, bütünlüğünü, arzulayan herkes, Suriye'de sükûnet ve istikrarın devam etmesi için işbirliği içerisinde olmalıdırlar. Diyalog ve barışçıl çözümleri desteklemelidirler.
Bunun dışındaki her tutum, Suriye ve Filistin için, tüm bölge için tehdit oluşturmaktadır. Bugün, NATO'nun Suriye'ye askeri müdahalede bulunmasını isteyenler, Suriye'nin aydınlık geleceğini mi yoksa Suriye'nin yerle bir edilmesini mi istiyorlar?
Suriye'yi iç çatışmaya sürüklemek isteyenler ekranlara çıkarak, Suriyelileri mezhepsel ve ırksal bölücülüğe sevketmektedirler. Suriye daima milli ve ulusal, duygularla yönetilmiştir. Onlar, Suriye'nin Lübnan gibi olmasını istiyorlar. Parçalanmış, bölük pörçük olmuş bir halde olmasını hedeflemektedirler. Bugün Lübnan'da herkes, ırkçı bir bölücülüğün içerisine girmiştir. Lübnan sürekli olarak iç savaş yaşama tehlikesindedir. Suriye, tarih boyunca milli ve ulusal söylemleri sayesinde birliğini korumuştur. Ve böyle kalması gerekmektedir. Suriye'deki ayrışmayı, mezhepçiliği, ırkçılığı destekleyenler, Suriye'nin yıkılıp tahrip edilmesini ve Suriye'nin misyonunu kaybetmesini hedeflemektedirler.
İran, Suriye ve diğer kardeşlerimizle Temmuz savaşı zamanında Lübnan'da ve 2008'deki savaş sırasında Gazze'de param parça ettiğimiz Yeni Ortadoğu Projesi'ne hizmet etmek için Suriye'yi bölünmeye sürüklemek isteyenler var. Bundan ötürü ben, Kudüs Günü'nde büyük bir açık yüreklilikle şunları söylüyorum: Suriye'deki gelişmeler, tüm bölgeye uzanacak. Her türlü olumsuz ya da kötü şeyin bölgede olumsuz tesiri olacak, her türlü olumlu gelişme ise bölgenin menfaatine olacaktır.
Başkan Esad'ın birkaç gün önce ifade ettiği üzere Amerika ve batı, Suriye'den reformlar değil tavizler istemektedir. Amerika'yı ilgilendirecek en son şeyh reformlardır. Çünkü dünyada diktatörlükle yönetilen devletler isimlerini şimdi açıklamak istemiyorum- var. Bu ülkelerde ne demokrasi ne ifade özgürlüğü ne de ferdi özgürlüklerin önemi var. Fakat bu ülkeler Amerika'nın, Fransa'nın, İngiltere'nin ve diğer batı ülkelerinin desteğini, himayesini kazanmaktalar.
O halde meselenin reform değil de taviz olmasından ötürü bizim Suriye'yle birlikte durmamız gerekmektedir. Ki Suriye, taviz vermemeye devam etsin. Milli duruşunu sürdürebilsin. Ve güçlü kalabilsin. Suriye'nin reformları rahatça kendine güvenerek sağlam adımlarla gerçekleştirebilmesi için yapılan baskılardan kurtulabilmesi gerekmektedir. Çünkü baskı altında kalması, reformları yavaşlatır. Hiç kimse baskı altındayken hızlıca yol alması mümkün değildir. Çünkü kişi, tedirgin bir durumdadır. Mutmain olmak, özgüven, sükûnet, açıklık, işbirliği, milli bütünlüğünü korumak" işte bunlar, reform kapılarının açan unsurlardır. Biz, reformlar konusunda Suriye yönetiminin ciddiyetinden eminiz.
- LÜBNAN
Lübnan meselesine gelince" Değerli kardeşlerim! Biz, şuanda 2011 yılındayız ve Marun er Ras'tan konuşuyoruz. Lübnan, Filistin davası ve Arap-İsrail mücadelesinde tamamen farklı bir konuma yükseldi. Sürekli ve daima, burada bir kısım Lübnanlılar, bölgedeki düzelme ya da ilişkileri normalleştirme, bölgedeki sorunların çözüme kavuşması Lübnan'ın aleyhine olacağından korkmaktaydı. Neden bu korku? Çünkü Lübnan, bölgedeki silsilenin en zayıf halkasıydı. Fakat şimdi, bu durumdan tamamen kurtulduk. Bütün dünya duysun ki Lübnan artık, bu bölgenin en zayıf halkası değildir. Bir daha da bölgenin en zayıf halkası olmayacaktır. Güçlü Lübnan, egemenliğini, bağımsızlığını ve çıkarlarını koruyabilmektedir.
Bazıları, Filistinlilere vatandaşlık hakkının verilmesi hususunda endişelidirler. Eğer Lübnan zayıf olsaydı vatandaşlık hakkının verilmesi meselesi hallolurdu. Fakat güçlü bir Lübnan'da bu durum söz konusu değildir. Tüm dünya vatandaşlık hakkında ısrar etse de Lübnanlılar ve Lübnan'da yaşayan Filistinliler, bunu sonuna kadar reddeceklerdir. Lübnan'da yaşayan Filistinlilerin her zaman ve her şekilde vatandaşlığa karşı çıktıklarını dile getirmekteler. Marun er Ras sınırındaki tel örgülerinde akıtılan temiz kanları, Filistinlilerin vatandaşlığı reddettiğinin, Filistin'e alternatif olarak sunulan başka bir ülkeyi asla kabul etmeyeceklerinin delilidir. Eğer Lübnanlılar, direniş, ordu ve halk dengesinin yanında olursalar dünyada hiç kimse onlara vatandaşlık hakkını dayatamaz.
Bir dönem yönetimde olan bazı Lübnanlılar, Amerikalı efendilerine Filistin'i ve Lübnan'ı satmayı, Amerika'yla işbirliği yapmayı, komplolar kurmayı isteseler de vatandaşlık hakkını tanımayı isteseler de biz buna asla müsaade etmeyeceğiz.
O halde güçlü Lübnan, Lübnan'da yaşayan Filistinli mültecilerin vatandaşlık hakkının verilmesine reddetme iradesine sahip olan Lübnan'dır. Burada asla vatandaşlık verilmeyecek. Lübnan'ın aleyhine işleyen bir çözüm de olmayacak.
İkinci olarak, kimde iç kriz varsa rahatlamak için Lübnan'a kaçtığı dönem mazide kaldı. 2000 ve 2006'dan sonra durum tamamen değişti. Lübnan artık İsrail için bir krize dönüştü. İsrail, artık krizden kurtulmak için Lübnan'a saldırmıyor. Bilakis Lübnan'dan kaçmaktadır. Lübnan, artık İsrail için, kimsenin onu kurtaramadığı bir tuzağa dönüşmüştür. Bundan ötürü hepimiz mutmainiz.
Lübnan, Lübnan'ın suları, toprağı, tepeleri, zenginlikleri ve özellikle de güneyi daima İsrail'in iştahını kabartmıştır" Bu Lübnan'daki yeni durumdur. Bunu sağlayan kim? Bunu sağlayan ordu, direniş ve halk dengesidir. Biz, teorik bir dengeden bahsetmiyoruz. Yaşanılan, var olan bir dengeden söz ediyoruz. Bu denge, kurbanlarımızın kanları, direnen, göçe zorlanan, sabreden, destekleyen, sebat eden, direniş yolunda canını feda eden bir halk sayesinde meydana geldi. Savaşan bir direnişle, direnen bir orduyla Lübnan bugün güçlü hale gelmiştir.
Kudüs Günü'nde Lübnanlıların sorumluluğu, Lübnan için Filistin ve Kudüs için, bu dengeyi korumalarıdır. Evet açıkçası, burada dışarıya çalışan ve içeriden destekleyenler var. Ben burada içeride çalışanlar vardır demiyorum. Çünkü içeride olanlar, bu hedefe ulaşması en az mümkün olanlardır. Onlar, dışarıdan idare edilen bir makinanın sadece parçasıdırlar. Amerika, İsrail ve batı, ordu, direniş ve halk dengesinin çözülerek her birinin bir başına kalabilmesi için hedef almaktadır. Yıllardır, bu dengenin üç ayağını birbirine kırdırmaya çalıştılar. Direniş, halk ve ordu arasında bir fitne oluşturmaya çalıştıkları müddetçe direniş, onları hedef almaya devam edecektir. İşte bu durum karşısında bize çok büyük bir sorumluluk düşmektedir. O da bu dengeyi korumaktır.
Direniş konusuna gelirsek" Son Temmuz savaşı, tüm askeri hezeyanlar, lider Hac İmad Muğniye'nin suikastle şehid edilmesinden sonra bizim bu davaya olan ısrarımız, irademiz, dayanışmamız, gücümüz, varlığımız, imanımız daha da artmıştı.
Burda bize karşı akın akın itham ve itiraflarda bulunuldu. Ki şuandaki süreç, uluslararası mahkemeler merhalesindedir. Şuan, bunu konuşmak için vaktimiz yok. Fakat ben konuşmaya başladığım hususla, sonlandırmak istiyorum. Ben, yayınlanan iddianameyi değerlendirmiştim. Bundan sonra da iddianamenin hukuku ve siyasi alanda değerlendirildiği basın açıklaması düzenlendi. İletişimle ilgili olarak teknik içerikli bir başka basın açıklaması düzenlendi. Her iki basın açıklamasında da iddianame, teknik ve hukuki açıdan ele alındı.
Bugün konuşmamı şu sözlerle tamamlamak istiyorum: Gün be gün bu mahkemenin ne kadar siyasallaştığı ortaya çıkmaktadır. Bu mahkemenin neden ve nasıl kurulduğu, nasıl şekillendiği, kanunlarının nasıl belirlendiği, uluslararası mahkemeler tarihinde geçmişte gıyabi hükümlerin nasıl verildiği, soruşturmanın nasıl gerçekleştiği, Suriye'nin, Lübnanlı 4 subay ve diğerlerin nasıl hedef alındığı, sonra ithamların nasıl da Hizbullah'a yönlendirildiği,gGizli kalması gereken soruşturma nasıl piyasaya sunulduğu, yalancı tanıklar nasıl kullanıldığı, bu yalancı tanıklar nasıl korundu ve hala da nasıl korunduğu açığa çıkmaktadır. Bu uluslararası mahkeme, İsrail aleyhinde sunulan herhangi bir delili ya da şahidi nasıl da reddetmektedir. Bütün bunlar, hedef almanın tabiatını ve boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Bugün, ben ve kardeşlerim, açıklamak, aydınlığa kavuşturmak için konuşmaktayız. Bunu Ne Amerika yönetimini ne de Güvenlik Konseyi'nin ne Fransen'i ne Bellemare'i ne de Lübnan'daki bazı siyasi şahsiyetleri ikna etmek için yapıyoruz. Çünkü bunların hepsinin bir önyargısı ve kendilerine ait projeleri var. Ve o yolda ilerliyorlar. Biz, deliller kabul eden, akleden, mantiki hareket eden kitleye hitap ediyoruz. Bu kitle, direnişi destekleyen, yeni komplonun hedeflerini idrak eden bir kitledir. Biz, halkımızın ve ümmetimizin bilinci, direnişi sürekli destekleyen bakış açısıyla, bu yeni komploların ve tehlikenin üstesinden geleceğine inanmaktayız.
Bu mahkemeye ve bu mahkemenin vereceği kararlara gelince, daha önce dediğimiz gibi, bunların hiçbir kıymeti yoktur. Şerefli direnişçilere suçlamada bulunalar, iftiracıdırlar. Direnişçiler, mazlumdurlar. Kıyamet gününde maruz kaldıkları bu zulümden dolayı mükafatlandırılacaklardır. Onlar için bu suçlamalar, dünyada bir şereftir. Çünkü onlar, direnişin zorluklarına katlanmaktadırlar.
Lübnan ordusuna gelince" Hepimiz bilmekteyiz ki bir önceki hükümet, orduyu güçlendirmek için hiçbir adım atmamıştır. Aynı şekilde İsrail de Lübnan ordusunun silahlanmaması, askeri donanımını tamamlaması için çalışmaktadır. Bazı siyasi güçler de dünya devletlerinden, Lübnan hükümetine ve devletine ambargo uygulamasını, Lübnan ordusuna ve ordu dışındaki Lübnanlılara desteğini durdurmasını istemektedir.
Özelliklede bugünlerde ordu, hedef alınmaktadır. Bu orduyu hedef alanlar, orduya karşı provoke edenler, ordudaki asker ve subayları isyana teşvik edenler kimin maslahatı için çalışmaktalar? Lübnan'ın mı Filistin'in mi yoksa direnişin mi maslahatına çalışmaktalar? İnsanlara direnişin yanında olduklarını ama içeride de bir ihtilafın olduğunu mu iddia ediyorlar?
Halka gelecek olursak, gece gündüz bu vatanın bütünlüğünü bozmak için çalışanlar var. Büyük küçük her şeyde mezhebi ve ırki, farklılıkları öne atarak bunu yapmaktadırlar. Küçücük olayları dahi büyütüyorlar. Havadan nem kapıyorlar. Doğru olmayan şeylerin peşinden gidiyorlar. Yıllardır bu halkın bütünlüğünü bozmak için mezhebi ve ırki çatışmaları öne sürenler, kimin maslahatına çalışmaktadırlar? Lübnanlı bir grup, dış güçlerle işbirliği yapıyorsa nasıl egemenlik ve bağımsızlıktan söz edebilir. Wikileaks, yayınladığı belgede, Sedir Devrimi'ni gerçekleştirenin Feltman ve Fransa büyükelçisi olduğunu açığa çıkardı. Bağımsızlık ve Egemenlik bu mudur? Neden bu hedef alma ve neden bu denge?
Bugün Kudüs Günü'nde diyorum ki: "Lübnan halkının sorumluluğu, halk, ordu ve direniş dengesini korumaktır. Ordusunu, direnişini ve birliğini korumaktır. Açıkçası, Lübnan'da direnişe karşı provokasyona girişinlerin hepsi, İsrail'e hizmet etmektedir. Lübnan ordusuna karşı kışkırtanlar da İsrail'e hizmet etmektediler. Irkçı ve mezhepsel söylemlerde bulunanlar da İsrail'e hizmet etmektedirler. Yarın diyecekler ki "Seyyid, bizi işbirlikçilikle suçladı." Ben hiçkimseyi işbirlikçilikle itham etmiyorum. Fakat sizler, bilerek ya da bilmeyerek İsrail'e hizmet ediyorsunuz.
İsrail'i, Lübnan'a hedef almaktan, sularını ve zenginliklerine elde etmekten alıkoymak için Lübnan'ın egemenliğine ve güvenliğine ihtiyaç vardır. İşte Lübnan'a çözümü sunan bu dengedir. Lübnan'ı Filistin'in ve Filistin halkının güvencesi kılan da bu dengedir.
Öyle bir gün gelecek ki siz sadece Filistin'in kokusunu almak için Marun er Ras'ta durmayacaksının. Filistin'in kokusunu, Filistin'in kalbinde Filistin'in içerisinde alacaksınız. Kudüs Günü'nde Filistin için attığımız sloganlar yerine, Kudüs'te Mescid-i Aksa'da namaz kılacağımız günler gelecek. Bu bizim öngörümüzdür. O halde Lübnan'ın, bu mücadele içerisinde ve gelecekte güçlü olması için yapması gereken nedir. Yapması gereken bu dengeyi korumaktır.
Değerli kardeşlerim bugün! Hepimiz, direniş ve sebat ehliyiz. Sizin saatlerce güneş altında Filistin için oturmanız, Filistin'e olan vefanızın göstergesidir. Ben, hepiniz adına, bütün direnişçilerin, şehitlerin, şehit ailelerinin, gazilerin, ümmetin tüm şereflilerin adına diyorum ki, Sizin karşınızda sizin şuan direk gördüğünüz ama benim ekran karşısında gördüğüm şu karşıdaki Siyonist askerlere diyorum ki: "Bu temiz topraklar, sahiplerine geri dönecek. Bu Allah'ın isteğidir. Mü'min mücahidlerin isteğidir."
İmam Musa Sadr, 70'ler de Ebu Ammar'a derdi ki : "Ey Ebu Ammar, ilim tahsil et. Çünkü Kudüs, sadece mü'minlerin eliyle özgürlüğe kavuşacaktır." Bugün 48 ve Gazze topraklarında, Batı Şeria'da, Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün, Irak, İran, Libya, Tunus ve tüm dünyadaki Müslümanlar o güne hazırlanmaktadırlar. O gün bu topraklar sahiplerine geri verilecek, Kudüs ve Kudüs'teki mukaddesatlar, dinlerinin, namazlarının, oruçlarının, kıyamlarının ve selamlarının tamama ermesi için İslam ümmetine geri dönecektir.
Es Selamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatuhu.
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah'in Kudüs Günü münasebetiyle Marun er Ras'ta yaptığı konuşması, Esra YOLCU tarafından israhaber için tercüme edildi.
Euzu billahi mineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim. Hamd âlemlerin rabbi Allah'a, salât ve selam peygamberimiz ve peygamberlerin sonuncusu Ebu Kasım Muhammed Bin Abdullah'a, onun temiz ve pak ehline, seçilmiş ashabına ve bütün peygamberlere olsun. Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu.
"Sonunda vaad geldiği zaman, (yine öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi 'kötü duruma soksunlar', birincisinde ona girdikleri gibi mescid (Kudüs)e girsinler ve ele geçirdiklerini 'darmadağın edip mahvetsinler."
Değerli kardeşlerim öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu mübarek günde, Allah'ın ibadetlerinizi kabul etmesini diliyorum. Özellikle sizlerin bu sıcak günde, güneşin altında bekleyişinizin de bu mübarek, şehadet ve hak ayında ibadet ve cihadınızdan bir parça sayılması temenni ediyorum. İmam Humeyni, bugünün hususiyeti, kudsiyeti, yüceliği, fazlı ve şerefi için (Allah ruhunu şad etsin) Ramazan'ın son Cumasını Kudüs Günü olarak seçti. Ve biz, bu sene Kudüs Günü'nü ihya etmek için bu yeri, bu mekanı seçtik.
Ne mutlu sizlere ki şuanda Filistin tepelerine bakmaktasınız ve o tepelerin kokusunu alabilmektesiniz. Biz, anlamlı olması açısından bu mekanı seçtik. Lübnan halkı güneyde ve burada bir çok kurban verdi. Kurbanlar, direnişçilerin cihadı ve Lübnan ordusu, bir çok şehri, köyü, beldeyi, vadiyi, tepeyi sembole dönüştürdü. Biz, bu isimleri andığımız zaman, bunların anlamları aklımıza gelmekte. Cihadi, ulusal, milli, insani, imani, ahlaki değerlerimiz akla gelmektedir. Bir çok sembolik beldelerimizden birisi de Marun er Ras'tır. Özellikle de konumu, verilen kurbanlar, halkının sebatı, Temmuz ayındaki direnişçileriyle Marun er Ras aklımızdadır.
Aynı şekilde bu bölge, bundan birkaç ay önce Filistinli kadın ve erkeklerin, gençlerin kahraman duruşuna şahit olmuştur. Lübnan'daki Filistin kamplarında yaşayan bu insanlar, vatanlarına dönüş haklarına olan bağlılıklarını teyid etmişlerdir. Ve dünyaya kanlarıyla demişlerdir ki: "Onlarca sene, Filistin'den uzak olmak, ne halk ne de ümmet nezdinde, Filistin'i unutulan bir ülke kılmaz."
Biz, bugün burada, öncelikle İmam Humeyni ve sonrasında da imam Hamanei'nin isteğinden ötürü toplandık. Onlar, bizlerden bugünün ihyasını, müstekbirlerin, batının ve batı yandaşlarının, bu davayı unutulma dairesine itmelerine engel olmak için istediler. Biz bugünü ihya ederek Filistin davasını, hafızamızda ve vicdanımızda hatırlama dairesinde tutmayı amaçlıyoruz. Bugünü yine sorumluluk dairesinde kalması için ihya etmekteyiz. Ve bu sorumluluk gerek cihadi, gerek siyasi, gerek enformasyon gerek ekonomi gerek sebat gerek direniş gerek kültürel ve gerekse imani olsun her alanda yüklenilmesi gereken bir sorumluluktur.
Kesinlikle Kudüs ve Filistin, bizim dinimizi, kültürümüzün, medeniyetimizi, mübarek ayda tuttuğumuz oruçlarımızın, değerlerimizin , namazlarımızın, cihadımızın bir parçasıdır. Kudüs'süz bir namaz, oruç, cihad ve bir çok değer gerek mana açısından gerekse asaleti açısından anlamını yitirir.
Değerli kardeşlerim! Ben uygun bir zamanda Filistin ve Filistin'le alakalı tüm konulara ilişkin gelişmeler üzerine konuşacağım. Fakat şimdi, başta Filistin, Mısır, Libya ve Suriye'deki gelişmelere değineceğim. Konuşmamı, Lübnan'la bitireceğim.
- FİLİSTİN
Filistin'le başlıyoruz. İlk sözümüz, mukaddes şehir Kudüs hakkında olacak. Bu kutsal şehrin her gün uğradığı gerek İslami ve gerekse Hristiyan mukaddesatını Yahudileştirme çalışmaları, Kudüs'ün yıkılma tehlikesi, yeni Yahudi sinagogları inşa edilmesi ya da Kudüslülerin günlük hayatlarında, geçimlerinde, yerleşimlerinde uğradığı baskı, Kudüslülerin göçe zorlanması, Kudüs ve çevresinde yeni yerleşim birimlerinin çoğaltılmasına karşı sesimizi yükseltmemiz ve dikkat kesilmemiz gerekmektedir. Uluslararası Kudüs Müeessesi tarafından hazırlanan ve geçtiğimiz günlerde açıklanan yıllık rapor, gerçekten de endişe vericidir.
Kudüs'e karşı ekonomik, siyaset ve enformasyon alanında yerine getirilmesi gereken sorumluluklar var. Bu mukaddesatı korunması ve Kudüslülerin bu topraklarda varlıklarını devam ettirebilmeleri için şuan cihadi sorumlulukları konuşmamız gerekmektedir. Bu sorumluluğu, Filistin halkının yanı sıra İslam ve Arap dünyasındaki devletler, hükümetler ve halklar da üstlenmelidir. Özellikle de Arap Birliği ve İslam İşbirliği Örgütü sorumluluk üstlenmelidir.
Değineceğim ikinci konu yine Filistin hakkında olacaktır. Kudüs Günü'nde vurguladığımız husus, inandığımız Filistin, denizden nehre kadar Filistin halkının ve ümmetin hakkıdır. Bundan ötürü "hiçkimse, Filistin toprağının bir zerresinden ya da suyunun bir damlasından taviz veremez" sloganını bir kez daha tekrarlıyoruz. Bugün buna ilaveten, İsrail'in gasbettiği Filistin'in nokta miktarı petrol ya da gazından, Filistin isminden bir harfinden taviz verilemeyeceğini eklemekteyiz. Ki Kaddafi, Filistin'e "İsratin" ismini vermek istemişti. Filistin isminin her harfi, Filistin toprağının her zerresi gibidir. Suyunun her damlası gibidir. Kimse ondan taviz veremez. Kimse de kesinlikle, ondan taviz vermek adına kimseyle müzakereye giremez.
Filistin devletinin, 67 topraklarının üzerine kurulması meselesi, Filistin halkının karar vereceği Filistin'in iç meselesidir. Biz buna ek olarak, kurulacak her Filistin Yönetimi ya da Filistin devleti, geri kalan Filistin'in hesabına olmamalıdır. Hepimizin gerçek hedefi, özgür Filistin devletinin, denizden nehre kadar olan Filistin topraklarında kurulmasıdır. Ve bu devlet, inşallah kurulacaktır.
Kudüs Günü'nde İsrail hapishanelerindeki Arap ve Filistinli esirleri de yadetmemiz gerekmektedir. Aynı şekilde, ambargo altında ve her gün saldırıya uğrayan, her gün şehid veren Gazze'yi de unutmamalıyız. Aynı şekilde her gün yeni yerleşim merkezlerinin oluşturulmasıyla parçalanan Batı Şeria'yı da unutmamalıyız. 1948 toprakları, aziz ve vefakar halkını da hatırlamalıyız. Ki bu topraklar, yeni projelerle Yahudileştirilmeye çalışılmaktadır. Başta Lübnan olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki Filistinli mültecileri de unutmamalıyız. İnşaallah, Lübnan'ı konuşurken Lübnan'daki Filistinli mülteciler meselesine tekrardan değineceğim.
Değerli kardeşlerim, Biz, bu başlıkların tümünü, bu zor, çetin, üzücü konuları anmaktayız. Ama, unutmamalıyız ki bu sorunların tümünün asıl kaynağı, işgalcidir. Filistin'in işgal edilmesidir. Biz, sonradan türeyen sorunları çözmeye çalışmaktansa bu sorunların ana kaynağı olan asıl sorunu çözmeliyiz. Ki bu sorun, işgaldir.
Eğer biz işgali sona erdirirsek, ortada ne Kudüs sorunu ne mülteci sorunu ne yerleşim merkezleri sorunu ne bağımsız devlet sorunu ne de hapishanelerdeki esirler sorunu kalır. İşte İmam Humeyni'nin Kudüs Günü'ndeki çağrısı da buydu: "Biz, asıl sorun olan Filistin'in işgali sorununu halletmeliyiz. Biz, sorunun sonucu olan sorunları iyileştirmekten ziyade temel sorunun giderilmesine yoğunlaşmalıyız.
Bunun bir benzeri de Lübnan'da oldu. Ne zaman asıl sebep ortadan kaldırıldı işte o zaman işgalden kaynaklanan tüm sorunlar halloldu. Bu bölgenin yaşadığı sorunların tamamı, Filistin işgalinden kaynaklanmaktadır. Filistin'in işgali, sadece Filistinlilerin yaşadığı trajedisi değildir. Bu aynı zamanda Ürdünlülerin Mısırlılar Suriyelilerin Lübnanlıların tüm bölgenin ve hatta tüm ümmetin trajedisidir. Bundan ötürü özellikle de müzakere ufkunun kapanmasından sonra tüm çabalar bu noktaya yoğunlaştırılmalıdır. Gün be gün gerek mülteciler, gerekse işgal altındaki Filistinliler, tek çözümün direniş olduğunu kanaatine vardılar.
Siyonist rejimi askeri, güvenlik ve siyaset açısından sarsan Eilat eylemi, düşmanın zayıflığına; savaşan ve direnen halkın ise iradesine işaret etmektedir. Bu direnen halk, her türlü eylemden sonra kurbanlar vermektedir. Şu günlerde Gazze'de yaşandığı gibi eylemlerin sonuçlarına katlanmaktadır. Bu hedefe giden yoldur. Filistin halkı, tercihini yapmıştır. Hiç kimse onu, bu tercihe zorlamamış ya da bu yolu göstermemiştir.
Ümmetin Kudüs Günü'ndeki sorumlulukları ise Filistin halkının mücadelesini güçlendirmek ve desteklemek için yanında durmasıdır. Lübnanlıların direniş ve ümmet içerisindeki samimi dostlarının desteğiyle topraklarını kurtardığı gibi Filistinliler de bizlerin desteği ve yanlarında durmamızla, topraklarını kurtaracaktır.
Bölgedeki değişim, Filistin davası ve Filistin'in menfaatleri için gerçekten de çok önemlidir. Biz, şuanda bazı gelişmelerle karşı karşıyayız. Bizim Filistin davasını destekleyen gelişmelerin yanında durmamız gerekmektedir. Eğer burada Filistin davasını olumsuz etkileyecek bir gelişme varsa, bu gelişmeyi hikmetle, akıl ve mantıkla normalleştirmemiz gerekmektedir.
- MISIR
Mısır'a gelince" Mısır'da gerek resmi ve gerekse sivil anlamda, olumlu bir duruş sergilenmekte olduğunu görmekteyiz. Bu duruşun büyüklüğü ya da keyfiyeti ne olursa olsun bu Mısır'ın yeni bir döneme girdiğinin işaretidir. Eğer hala Hüsnü Mübarek, rejimi var olmuş olsaydı, tabi ki Mısır'daki refleks daha farklı olurdu. Bilakis Hüsnü Mübarek'in öfkesi, Filistinlilerin üzerine olurdu. Filistinlileri Eilat eyleminden, Mısırlı askerlerin ve subayın şehadetinden sorumlu tutardı. Bugün, gerek resmi gerekse sivil duruş olsun, önemli olan, binlerce kişinin, hala Kahire'deki İsrail Büyükelçiliği önünde protesto gösterisi düzenliyor olmasıdır. Bu göstericiler, İsrail elçisinin kovulmasını istemektedirler. Bundan önce bu tür bir olay vaki olmadı.
Mısır'ın Siyonistlere gönderdiği mesaj, ya da Gazze'de gerçekleştirilen saldırılardan dolayı uyarılarıyla Mısır'ın 2008 yılındaki Gazze savaşı döneminde gösterdiği düşmanca tavır arasında fark var. Üzücü olan 2008'de savaş ilanının Mısır'dan yapılmış olmasıdır. Mısırlıların gösteri düzenlemesi ve Mısır'daki büyükelçilikteki İsrail bayrağını indirmeleriyle 2008 yılında Gazze'yle dayanışma içerisinde olmak için gösteri düzenlemek isteyen göstericilere ateş açılması arasında fark var.
Mısır'ın harekete geçmesi, bölgede büyük bir stratejik değişimin başladığına delalet etmektedir. Değerli kardeşlerim dikkat edin! Kısa zaman önce Mısır'da olanları, "Mısır hareketlenmesi" olarak isimlendirmiyorum. Mısır'ın azıcık "kımıldaması" olarak isimlendiriyorum. Bu kımıldama karşısında dahi İsrail, sarsıldı. Netanyahu, Eilat eyleminin sonuçlarına rağmen ve Gazze şeridindeki mücahidlerin, Filistin'in güneyindeki yerleşim merkezlerine Katyuşa'yla karşılık vermesine rağmen İsraillilerin karşısına çıkarak "Biz, Gazze'ye geniş çaplı bir operasyon düzenlemek için kara saldırısı düzenleyemeyiz. Çünkü bu bizim Mısır'la olan ilişkimizi olumsuz etkiler" dedi. Mısırlılar azıcık kıpıldamadan başka bir şey yapmadılar. Bir de Mısır'ın duruşunun tedrici olarak daha iyiye gittiğini düşünün. Mısır halkını ve ordusunu yakinen tanımamızın neticesi olarak söylüyoruz ki biz, Mısır'dan bu duruşu ve tutumumu beklemekteyiz.
- LİBYA
Şimdi Libya konusuna geçelim. Şüphesiz ki Kaddafi rejimi, halkına ve Filistin davasına karşı bir çok hata yapmış ve suç işlemiştir. Bu hatalarından birisi de lider İmam Musa Sadr ve arkadaşı Şeyh Muhammed Yakup, Üstad Abbas Bedir'i alıkoymasıdır. İşte bugünlerde onlar Libya yönetimi tarafından alıkonuldular. Ki o zaman Kaddafi'nin misafirleriydiler. Bu suç, İsrail'in projelerine hizmet amacıyla işlendi. Hepimiz, İmam Musa Sadr'ın kim olduğunu ve Kudüs davası için ne ifade ettiğini çok iyi bilmekteyiz. Filistin, daima onun aklında, iradesinde ve kararlarındaydı. O "Ben, Filistin direnişini, sarığımla, mihrabım ve minberimle korumaktayım" demişti. İmam, Filistin davasının tasfiye edilme tehdidiyle karşılaştığı o senelerde kaçırıldı. İmam'ın kaçırılışı ve ondan sonra olan gelişmeler, Filistin ve Lübnan direnişini hedef alan sonuçlardı. Ben bu sürece şimdi tekrardan dönmek istemiyorum. Bu, Kaddafi'nin işlemiş olduğu en büyük suçtur.
1978 senesinde ve sonrasında Musa Sadr, eğer şu meydanda bulunabilseydi, Filistin direnişi menfaati açısından çok büyük gelişmeler söz konusu olacaktı. Lübnan direnişi, vatanın birliği, Lübnan'daki ve bölgedeki Filistin davası hususunda ciddi olumlu gelişmeler olacaktı. Bugün Libyalı kardeşlerimizden, devrimcilerden ve mücahidlerden bu trajediye bir son vermelerini bekliyoruz. Biz, İmam Musa Sadr ve iki arkadaşının, Lübnan'a sağ salim dönmesini umud ediyoruz.
Libya'nın, Filistin'den ve Arap dünyasından uzaklaşmasına neden olan suç ise Latin Amerika'ya ya da Afrika'ya gitmek istediğinde, Filistin'i ve Filistin davasını inkar etmesidir. Libyalı devrimcilerden, Arap dünyasına ve Filistin davasına dönmeleri beklenmektedir. Biz, bu halkın kültürünü ve vicdanını bilmekteyiz. İşgale karşı direniş gösteren, direniş lideri Ömer Muhtarı ve binlerce şehid veren bu halkın, Filistin davasına dönmemesi mümkün değildir. Bu direniş, siyasetinde, planlarında ve kararlarında güçlü olmalıdır.
Biz, Libya halkının önünde büyük sorumluluklar olduğunun farkındayız. Güvenlik, birlik ve devletin yeniden inşasının sağlanması gibi önemli sorumlulukları bulunmaktadır. Ama yapması gereken en önemli şey, Libya'nın zenginliklerini gasbeymek için hazırlanan Amerika ve batının saldırılarına karşı bağımsızlığı sağlamaktır. Burada da Libya halkının asaletine itimat etmekteyiz.
- SURİYE
Bu Kudüs Günü'nde Suriye'deki gelişmeler hakkında Filistin çerçevesinde kınayıcının kınamasından korkmadan söylenilmesi gereken şeyleri söyleceğiz. Bu gerçek, hiçkimsenin görmezden gelemeyeceği ya da unutamayacağı Suriye'nin duruşudur.
Bugün, Suriye yönetiminin Arap-İsrail mücadelesinde ve Filistin davasındaki duruşu üzerinde duracağım. Birincisi, Suriye yönetiminin, aziz Suriye halkının ve cesur askerlerinin ulusal sabitlerine bağlı kalmasıdır. Bu liderliğin, Suriye'nin kendi haklarına, Suriye topraklarının her zerresine, suyunun her damlasına ve Arap haklarına bağlı kalmasıdır. Amerika ve batının baskılarına rağmen geçtiğimiz son 10 yılda, Sovyet rejiminin çöküşü, Arap dünyasının hezeyanı, Amerika'nın körfez bölgesine doğrudan saldırması, son olarak Irak işgali, işte bu gelişmelerin hiçbirisi, Suriye yönetiminin sarsılmasına sebep olmamıştır.
Suriye ve Arap haklarına olan bağlılığını etkilememiştir. Eğer Suriye yönetimi, taviz verseydi, boşlasaydı, zayıflasaydı Filistin davası ve Filistin ortadan yok olurdu. Suriye, baskılara maruz kaldı. Fakat direnen Suriye, teslim olmadı.
O halde değerli kardeşlerim, sayın Araplar ve Filistinliler, Suriye direndi. Filistin gidişatında ise müzakerelerde parçalanmalar oldu. Eğer Suriye, taviz verseydi ne olurdu? Suriye, İsrail'le sorunu halletseydi, Filistin davasını terk etse ve Filistinlileri kendi hallerine bıraksaydı ne olurdu. Bugün Filistin davası ne halde olmuş olurdu? Bunun için ben "Suriye yönetiminin Filistin davasının varlığı, korunması, tasfiyesinin engellenmesi ki bu daima Amerika ve batının bölgede gerçekleştirmek istediği en büyük hedefti- hususunda büyük bir payı vardır" diyorum. Unutulmaması gerekir ki Suriye'nin bu duruşu, Filistin davasının varlığını sürdürmesi ve tasfiyesinin engellenmesi için olmazsa olmaz bir şarttır. Bu Suriye'yle ilgili değinmek istediğim birinci konudur.
İkincisi ise unutmamalıyız ki Suriye'nin, özellikle bu yönetimin Filistin ve Lübnan'daki direnişin yanında duruşu, sadece bir duruştan ibaret değildir. Lübnan'daki ve Filistin'deki direnişi desteklemiştir. Bu en önemli etkenlerden birisidir. Hatta İran'ın desteği bile, Suriye kanadıyla direnişe ulaşmaktadır. Eğer Suriye'nin iradesi ve duruşu olmasaydı, İran'ın desteği ne Lübnan'a ne de Filistin'e ulaşırdı.
Eğer siz bugün, burada güney Lübnan'da, Amil dağında bulunuyorsanız, insanlar sizleri televizyondan izliyorsa bu direnişin 2000'deki zaferinin sayesinde gerçekleşmektedir. Eğer direniş, 2000 yılında Suriye'nin yardımı ve desteği olmasaydı asla galip olamazdı. Siz, bugün Arapların ve Lübnanlıların başının dik durmasını sağlayan Marun er Ras topraklarında oturuyorsanız. Siz burada Suriye'nin desteğiyle direnen ve savaşanların sayesinde oturmaktasınız. Şuan bu detayları, Suriye yönetimini zor durumda bırakmamak için girmiyorum.
Onların destekleri sadece manevi bir destek değildi. Aynı zamanda siyasi bir destekti. Filistin'deki ve 2008 yılında Gazze'deki direniş, Gazze şeridinin bugün ulaştığı güçte hiç kimseyi zor duruma sokmamak için bu konuda da detaylara girmek istemiyorum- Suriye'nin payı vardır. Gazze'deki Filistin direniş hareketleri ve liderleri, Suriye yönetiminin Gazze'nin direnmesi, Gazze'nin güçlü olması için göstermiş olduğu çabanın farkındadırlar. Suriye'nin Gazze'yi desteklemesi sebebiyle, Amerika ve batı güçleri tarafından sürekli tehdit ve baskı altında kalmıştır. Bu iki konuyu, hiç kimsenin unutmaması gerekmektedir.
Diğer taraftan hepimiz, Suriye'nin kalkınması, daha iyi olması, daha da güçlenmesi için büyük ve önemli reformlara ihtiyaç duyduğunun kanaatindeyiz. Bu reformlar sayesinde bölgedeki önemli konumundan dolayı, bölgenin menfaati açısından da olumlu gelişmeler olacaktır.
O halde bizler, Suriye'nin bu ulusal duruşunu devam ettirmesini istemekteyiz. Ve ben "hepimiz, gerek Suriyeli gerek Lübnanlı gerek Arap ve İslam toplumları olarak, Filistin ve Kudüs sevdalıları olarak aynı anda hem güçlü bir Suriye hem de ulusal duruşunu koruyan bir Suriye istemekteyiz. Reformlar ve kalkınmayla güçlenen Suriye'yi arzulamaktayız" diyorum.
Bu ne anlama gelmektedir? Bu, dost olduğunu iddia eden, kendisini Suriye'nin dostu ve kardeşi olduğunu iddia eden, Suriye'nin ve halkının güvenliğini isteyen, Suriye'nin bağımsızlığını, bütünlüğünü, arzulayan herkes, Suriye'de sükûnet ve istikrarın devam etmesi için işbirliği içerisinde olmalıdırlar. Diyalog ve barışçıl çözümleri desteklemelidirler.
Bunun dışındaki her tutum, Suriye ve Filistin için, tüm bölge için tehdit oluşturmaktadır. Bugün, NATO'nun Suriye'ye askeri müdahalede bulunmasını isteyenler, Suriye'nin aydınlık geleceğini mi yoksa Suriye'nin yerle bir edilmesini mi istiyorlar?
Suriye'yi iç çatışmaya sürüklemek isteyenler ekranlara çıkarak, Suriyelileri mezhepsel ve ırksal bölücülüğe sevketmektedirler. Suriye daima milli ve ulusal, duygularla yönetilmiştir. Onlar, Suriye'nin Lübnan gibi olmasını istiyorlar. Parçalanmış, bölük pörçük olmuş bir halde olmasını hedeflemektedirler. Bugün Lübnan'da herkes, ırkçı bir bölücülüğün içerisine girmiştir. Lübnan sürekli olarak iç savaş yaşama tehlikesindedir. Suriye, tarih boyunca milli ve ulusal söylemleri sayesinde birliğini korumuştur. Ve böyle kalması gerekmektedir. Suriye'deki ayrışmayı, mezhepçiliği, ırkçılığı destekleyenler, Suriye'nin yıkılıp tahrip edilmesini ve Suriye'nin misyonunu kaybetmesini hedeflemektedirler.
İran, Suriye ve diğer kardeşlerimizle Temmuz savaşı zamanında Lübnan'da ve 2008'deki savaş sırasında Gazze'de param parça ettiğimiz Yeni Ortadoğu Projesi'ne hizmet etmek için Suriye'yi bölünmeye sürüklemek isteyenler var. Bundan ötürü ben, Kudüs Günü'nde büyük bir açık yüreklilikle şunları söylüyorum: Suriye'deki gelişmeler, tüm bölgeye uzanacak. Her türlü olumsuz ya da kötü şeyin bölgede olumsuz tesiri olacak, her türlü olumlu gelişme ise bölgenin menfaatine olacaktır.
Başkan Esad'ın birkaç gün önce ifade ettiği üzere Amerika ve batı, Suriye'den reformlar değil tavizler istemektedir. Amerika'yı ilgilendirecek en son şeyh reformlardır. Çünkü dünyada diktatörlükle yönetilen devletler isimlerini şimdi açıklamak istemiyorum- var. Bu ülkelerde ne demokrasi ne ifade özgürlüğü ne de ferdi özgürlüklerin önemi var. Fakat bu ülkeler Amerika'nın, Fransa'nın, İngiltere'nin ve diğer batı ülkelerinin desteğini, himayesini kazanmaktalar.
O halde meselenin reform değil de taviz olmasından ötürü bizim Suriye'yle birlikte durmamız gerekmektedir. Ki Suriye, taviz vermemeye devam etsin. Milli duruşunu sürdürebilsin. Ve güçlü kalabilsin. Suriye'nin reformları rahatça kendine güvenerek sağlam adımlarla gerçekleştirebilmesi için yapılan baskılardan kurtulabilmesi gerekmektedir. Çünkü baskı altında kalması, reformları yavaşlatır. Hiç kimse baskı altındayken hızlıca yol alması mümkün değildir. Çünkü kişi, tedirgin bir durumdadır. Mutmain olmak, özgüven, sükûnet, açıklık, işbirliği, milli bütünlüğünü korumak" işte bunlar, reform kapılarının açan unsurlardır. Biz, reformlar konusunda Suriye yönetiminin ciddiyetinden eminiz.
- LÜBNAN
Lübnan meselesine gelince" Değerli kardeşlerim! Biz, şuanda 2011 yılındayız ve Marun er Ras'tan konuşuyoruz. Lübnan, Filistin davası ve Arap-İsrail mücadelesinde tamamen farklı bir konuma yükseldi. Sürekli ve daima, burada bir kısım Lübnanlılar, bölgedeki düzelme ya da ilişkileri normalleştirme, bölgedeki sorunların çözüme kavuşması Lübnan'ın aleyhine olacağından korkmaktaydı. Neden bu korku? Çünkü Lübnan, bölgedeki silsilenin en zayıf halkasıydı. Fakat şimdi, bu durumdan tamamen kurtulduk. Bütün dünya duysun ki Lübnan artık, bu bölgenin en zayıf halkası değildir. Bir daha da bölgenin en zayıf halkası olmayacaktır. Güçlü Lübnan, egemenliğini, bağımsızlığını ve çıkarlarını koruyabilmektedir.
Bazıları, Filistinlilere vatandaşlık hakkının verilmesi hususunda endişelidirler. Eğer Lübnan zayıf olsaydı vatandaşlık hakkının verilmesi meselesi hallolurdu. Fakat güçlü bir Lübnan'da bu durum söz konusu değildir. Tüm dünya vatandaşlık hakkında ısrar etse de Lübnanlılar ve Lübnan'da yaşayan Filistinliler, bunu sonuna kadar reddeceklerdir. Lübnan'da yaşayan Filistinlilerin her zaman ve her şekilde vatandaşlığa karşı çıktıklarını dile getirmekteler. Marun er Ras sınırındaki tel örgülerinde akıtılan temiz kanları, Filistinlilerin vatandaşlığı reddettiğinin, Filistin'e alternatif olarak sunulan başka bir ülkeyi asla kabul etmeyeceklerinin delilidir. Eğer Lübnanlılar, direniş, ordu ve halk dengesinin yanında olursalar dünyada hiç kimse onlara vatandaşlık hakkını dayatamaz.
Bir dönem yönetimde olan bazı Lübnanlılar, Amerikalı efendilerine Filistin'i ve Lübnan'ı satmayı, Amerika'yla işbirliği yapmayı, komplolar kurmayı isteseler de vatandaşlık hakkını tanımayı isteseler de biz buna asla müsaade etmeyeceğiz.
O halde güçlü Lübnan, Lübnan'da yaşayan Filistinli mültecilerin vatandaşlık hakkının verilmesine reddetme iradesine sahip olan Lübnan'dır. Burada asla vatandaşlık verilmeyecek. Lübnan'ın aleyhine işleyen bir çözüm de olmayacak.
İkinci olarak, kimde iç kriz varsa rahatlamak için Lübnan'a kaçtığı dönem mazide kaldı. 2000 ve 2006'dan sonra durum tamamen değişti. Lübnan artık İsrail için bir krize dönüştü. İsrail, artık krizden kurtulmak için Lübnan'a saldırmıyor. Bilakis Lübnan'dan kaçmaktadır. Lübnan, artık İsrail için, kimsenin onu kurtaramadığı bir tuzağa dönüşmüştür. Bundan ötürü hepimiz mutmainiz.
Lübnan, Lübnan'ın suları, toprağı, tepeleri, zenginlikleri ve özellikle de güneyi daima İsrail'in iştahını kabartmıştır" Bu Lübnan'daki yeni durumdur. Bunu sağlayan kim? Bunu sağlayan ordu, direniş ve halk dengesidir. Biz, teorik bir dengeden bahsetmiyoruz. Yaşanılan, var olan bir dengeden söz ediyoruz. Bu denge, kurbanlarımızın kanları, direnen, göçe zorlanan, sabreden, destekleyen, sebat eden, direniş yolunda canını feda eden bir halk sayesinde meydana geldi. Savaşan bir direnişle, direnen bir orduyla Lübnan bugün güçlü hale gelmiştir.
Kudüs Günü'nde Lübnanlıların sorumluluğu, Lübnan için Filistin ve Kudüs için, bu dengeyi korumalarıdır. Evet açıkçası, burada dışarıya çalışan ve içeriden destekleyenler var. Ben burada içeride çalışanlar vardır demiyorum. Çünkü içeride olanlar, bu hedefe ulaşması en az mümkün olanlardır. Onlar, dışarıdan idare edilen bir makinanın sadece parçasıdırlar. Amerika, İsrail ve batı, ordu, direniş ve halk dengesinin çözülerek her birinin bir başına kalabilmesi için hedef almaktadır. Yıllardır, bu dengenin üç ayağını birbirine kırdırmaya çalıştılar. Direniş, halk ve ordu arasında bir fitne oluşturmaya çalıştıkları müddetçe direniş, onları hedef almaya devam edecektir. İşte bu durum karşısında bize çok büyük bir sorumluluk düşmektedir. O da bu dengeyi korumaktır.
Direniş konusuna gelirsek" Son Temmuz savaşı, tüm askeri hezeyanlar, lider Hac İmad Muğniye'nin suikastle şehid edilmesinden sonra bizim bu davaya olan ısrarımız, irademiz, dayanışmamız, gücümüz, varlığımız, imanımız daha da artmıştı.
Burda bize karşı akın akın itham ve itiraflarda bulunuldu. Ki şuandaki süreç, uluslararası mahkemeler merhalesindedir. Şuan, bunu konuşmak için vaktimiz yok. Fakat ben konuşmaya başladığım hususla, sonlandırmak istiyorum. Ben, yayınlanan iddianameyi değerlendirmiştim. Bundan sonra da iddianamenin hukuku ve siyasi alanda değerlendirildiği basın açıklaması düzenlendi. İletişimle ilgili olarak teknik içerikli bir başka basın açıklaması düzenlendi. Her iki basın açıklamasında da iddianame, teknik ve hukuki açıdan ele alındı.
Bugün konuşmamı şu sözlerle tamamlamak istiyorum: Gün be gün bu mahkemenin ne kadar siyasallaştığı ortaya çıkmaktadır. Bu mahkemenin neden ve nasıl kurulduğu, nasıl şekillendiği, kanunlarının nasıl belirlendiği, uluslararası mahkemeler tarihinde geçmişte gıyabi hükümlerin nasıl verildiği, soruşturmanın nasıl gerçekleştiği, Suriye'nin, Lübnanlı 4 subay ve diğerlerin nasıl hedef alındığı, sonra ithamların nasıl da Hizbullah'a yönlendirildiği,gGizli kalması gereken soruşturma nasıl piyasaya sunulduğu, yalancı tanıklar nasıl kullanıldığı, bu yalancı tanıklar nasıl korundu ve hala da nasıl korunduğu açığa çıkmaktadır. Bu uluslararası mahkeme, İsrail aleyhinde sunulan herhangi bir delili ya da şahidi nasıl da reddetmektedir. Bütün bunlar, hedef almanın tabiatını ve boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Bugün, ben ve kardeşlerim, açıklamak, aydınlığa kavuşturmak için konuşmaktayız. Bunu Ne Amerika yönetimini ne de Güvenlik Konseyi'nin ne Fransen'i ne Bellemare'i ne de Lübnan'daki bazı siyasi şahsiyetleri ikna etmek için yapıyoruz. Çünkü bunların hepsinin bir önyargısı ve kendilerine ait projeleri var. Ve o yolda ilerliyorlar. Biz, deliller kabul eden, akleden, mantiki hareket eden kitleye hitap ediyoruz. Bu kitle, direnişi destekleyen, yeni komplonun hedeflerini idrak eden bir kitledir. Biz, halkımızın ve ümmetimizin bilinci, direnişi sürekli destekleyen bakış açısıyla, bu yeni komploların ve tehlikenin üstesinden geleceğine inanmaktayız.
Bu mahkemeye ve bu mahkemenin vereceği kararlara gelince, daha önce dediğimiz gibi, bunların hiçbir kıymeti yoktur. Şerefli direnişçilere suçlamada bulunalar, iftiracıdırlar. Direnişçiler, mazlumdurlar. Kıyamet gününde maruz kaldıkları bu zulümden dolayı mükafatlandırılacaklardır. Onlar için bu suçlamalar, dünyada bir şereftir. Çünkü onlar, direnişin zorluklarına katlanmaktadırlar.
Lübnan ordusuna gelince" Hepimiz bilmekteyiz ki bir önceki hükümet, orduyu güçlendirmek için hiçbir adım atmamıştır. Aynı şekilde İsrail de Lübnan ordusunun silahlanmaması, askeri donanımını tamamlaması için çalışmaktadır. Bazı siyasi güçler de dünya devletlerinden, Lübnan hükümetine ve devletine ambargo uygulamasını, Lübnan ordusuna ve ordu dışındaki Lübnanlılara desteğini durdurmasını istemektedir.
Özelliklede bugünlerde ordu, hedef alınmaktadır. Bu orduyu hedef alanlar, orduya karşı provoke edenler, ordudaki asker ve subayları isyana teşvik edenler kimin maslahatı için çalışmaktalar? Lübnan'ın mı Filistin'in mi yoksa direnişin mi maslahatına çalışmaktalar? İnsanlara direnişin yanında olduklarını ama içeride de bir ihtilafın olduğunu mu iddia ediyorlar?
Halka gelecek olursak, gece gündüz bu vatanın bütünlüğünü bozmak için çalışanlar var. Büyük küçük her şeyde mezhebi ve ırki, farklılıkları öne atarak bunu yapmaktadırlar. Küçücük olayları dahi büyütüyorlar. Havadan nem kapıyorlar. Doğru olmayan şeylerin peşinden gidiyorlar. Yıllardır bu halkın bütünlüğünü bozmak için mezhebi ve ırki çatışmaları öne sürenler, kimin maslahatına çalışmaktadırlar? Lübnanlı bir grup, dış güçlerle işbirliği yapıyorsa nasıl egemenlik ve bağımsızlıktan söz edebilir. Wikileaks, yayınladığı belgede, Sedir Devrimi'ni gerçekleştirenin Feltman ve Fransa büyükelçisi olduğunu açığa çıkardı. Bağımsızlık ve Egemenlik bu mudur? Neden bu hedef alma ve neden bu denge?
Bugün Kudüs Günü'nde diyorum ki: "Lübnan halkının sorumluluğu, halk, ordu ve direniş dengesini korumaktır. Ordusunu, direnişini ve birliğini korumaktır. Açıkçası, Lübnan'da direnişe karşı provokasyona girişinlerin hepsi, İsrail'e hizmet etmektedir. Lübnan ordusuna karşı kışkırtanlar da İsrail'e hizmet etmektediler. Irkçı ve mezhepsel söylemlerde bulunanlar da İsrail'e hizmet etmektedirler. Yarın diyecekler ki "Seyyid, bizi işbirlikçilikle suçladı." Ben hiçkimseyi işbirlikçilikle itham etmiyorum. Fakat sizler, bilerek ya da bilmeyerek İsrail'e hizmet ediyorsunuz.
İsrail'i, Lübnan'a hedef almaktan, sularını ve zenginliklerine elde etmekten alıkoymak için Lübnan'ın egemenliğine ve güvenliğine ihtiyaç vardır. İşte Lübnan'a çözümü sunan bu dengedir. Lübnan'ı Filistin'in ve Filistin halkının güvencesi kılan da bu dengedir.
Öyle bir gün gelecek ki siz sadece Filistin'in kokusunu almak için Marun er Ras'ta durmayacaksının. Filistin'in kokusunu, Filistin'in kalbinde Filistin'in içerisinde alacaksınız. Kudüs Günü'nde Filistin için attığımız sloganlar yerine, Kudüs'te Mescid-i Aksa'da namaz kılacağımız günler gelecek. Bu bizim öngörümüzdür. O halde Lübnan'ın, bu mücadele içerisinde ve gelecekte güçlü olması için yapması gereken nedir. Yapması gereken bu dengeyi korumaktır.
Değerli kardeşlerim bugün! Hepimiz, direniş ve sebat ehliyiz. Sizin saatlerce güneş altında Filistin için oturmanız, Filistin'e olan vefanızın göstergesidir. Ben, hepiniz adına, bütün direnişçilerin, şehitlerin, şehit ailelerinin, gazilerin, ümmetin tüm şereflilerin adına diyorum ki, Sizin karşınızda sizin şuan direk gördüğünüz ama benim ekran karşısında gördüğüm şu karşıdaki Siyonist askerlere diyorum ki: "Bu temiz topraklar, sahiplerine geri dönecek. Bu Allah'ın isteğidir. Mü'min mücahidlerin isteğidir."
İmam Musa Sadr, 70'ler de Ebu Ammar'a derdi ki : "Ey Ebu Ammar, ilim tahsil et. Çünkü Kudüs, sadece mü'minlerin eliyle özgürlüğe kavuşacaktır." Bugün 48 ve Gazze topraklarında, Batı Şeria'da, Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün, Irak, İran, Libya, Tunus ve tüm dünyadaki Müslümanlar o güne hazırlanmaktadırlar. O gün bu topraklar sahiplerine geri verilecek, Kudüs ve Kudüs'teki mukaddesatlar, dinlerinin, namazlarının, oruçlarının, kıyamlarının ve selamlarının tamama ermesi için İslam ümmetine geri dönecektir.
Es Selamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatuhu.
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah'in Kudüs Günü münasebetiyle Marun er Ras'ta yaptığı konuşması, Esra YOLCU tarafından israhaber için tercüme edildi.